28 Aralık 2020 Pazartesi

Başkaldırı ve Roman- Semih Gümüş


Adalet Ağaoğlu’nun “Hayır...” adlı düşünce romanı üzerine bir analiz kitabı...

Bunalım dönemlerinin acısını yaşayanlar tarih boyunca tükenmemiştir. Aydınlar bunalım dönemlerinin acılarını çoğunlukla umutsuz başkaldırılara dönüştürmüşlerdir...

Bireyin kendini nesnelleştirmesinin köktenci çıkışıdır, intihar. Uyumsuz insan, bireysel başkaldırının derkenarı, bireyliğin siyasası...

Başkaldıran insanın bütüncül bir kişiliği olduğunu söyler Albert Camus... Adalet Ağaoğlu’nun “Hayır” romanı için bir anahtar yerine geçebilir Camus’nün bu düşüncesi. Edebiyatımızda özbenimizi sorgulayan Tutunamayanlar’ın Turgut Özben’i, Yusuf Atılgan’ın Zebercet’i öz benliklerindeki üst insan arayışını bitiremezler. Hayır romanının kahramanı Aysel, hiçleşmenin kıyısına gelmiştir. Yaşadığı dünyayla uyumsuz bir ilişki içinde ya da sonu gelmeyecek bir kopukluk halindedir. Bir yaratıcı okuma serüveni olan Başkaldırı ve Roman intiharın çapraşık izinde yürüyor ve bu durumu farklı bakış açılarıyla sorguluyor. Bu romanın çizgisel değil örül anlatı motiflerine, alt anlatım düzlemlerine, dil yapısına etkili bir mercek uzatıyor...

26 Aralık 2020 Cumartesi

yılbaşı kurabiyesi


Yılbaşı Kurabiyesi 

Malzemeler:

-150 gram tereyağı

-1 yumurta

-4 yemek kaşığı pekmez

-3 yemek kaşığı şeker

-1 tatlı kaşığı zencefil

-2 tatlı kaşığı tarçın

- 1 paket vanilya

-3,5 su bardağı un

Süslemek için: 
Dr. Oetker süsleme glazürü

Bütün malzemeler karıştırılarak yumuşak bir hamur elde edilir. Farklı kalıplarla şekiller verilir, 150 derece ısıtılmış fırında on beş dakika pişirilir.  Soğuduktan sonra süsleme glazürü ile süslenir. 
Kızlarımla hafta sonu karantina etkinliği oldu, kahve yanında  ya da sıcak çikolata eşliğinde güzel oluyor:)

24 Aralık 2020 Perşembe

iz



"Acıyla geçtiğim yoldan geçiyorsun
izlerime rastlıyorsun, bıraktıklarıma,
orada o yolda çekmiştim ruhumu patlatan fitili
benden savrulan parçalar kurusa da,
izleri var hala yolun kenarında.
İzini sür yolun, acının ormanı büyütür insanı
vakit geniştir, ufuk sandığından daha yakın
acıyla geçtiğim yoldan geçiyorsun,
ustası olacaksın içine gerdiğin tellerin
hangi sızıyla titrer içinde, hangi sesle
büyük bir aşk, hangi sesle ölür, bileceksin.
Ne zamandı bilmiyorum yaşadıklarından sana
kalan tortu, seni olduğun yere çakan, olduğun
yerde fırtına koparan korku, kendi sarmalında
döndün, döndün, sanma ki daha dönmeyeceksin
kalsan da bir yer için, aslında hep gidiyorsun.
Şimdi, acının ormanından geçiyorsun
her şey bir daha kanasa da
ne geçtiğin yola ne sana dokunabilirim ben
geç meleğim, senin de şarkıların olsun
içindeki telleri titreten.”
Birhan Keskin



20 Aralık 2020 Pazar

Kasaba, 1997


Kasaba, negatif formatta çekilmiş, siyah beyaz bir Nuri Bilge Ceylan filmi. Yarı otobiyografik filmde bol ödüllü yönetmenimiz, kendi aile fertlerini de oynatmış. 1970'li yılların tipik bir Anadolu kasabasında çekilen film, doğayla iç içe yaşayan bir aileden üç kuşağı bir araya getiriyor. Gitmek isteyen gidemeyen, giden geri dönen ve orada ölmek isteyen tecrübeli-tecrübesiz insanların dünyayı sorgulamaları. 

Anadolu insanını ve zengin kültürünü, kendine özgü bir sinema diliyle anlatıyor Ceylan. Bu filminde bazı yerlerde caaağnımmm Tarkovski'nin şiirselliğini hissettim. Filmlerinde genellikle küçük yerlerde sıkışıp kalan insanların dünyasını ele alıyor. Yönetmenimizden, geçim derdi ile pandemi arasında sıkışıp kalan günümüz insanın anlatılacağı bir filmde bekliyorum...

Bana göre sınıf sahnesi, filmin en iyi sahnesiydi. Sobalı sınıfta her çocuğun ayrı bir dünyada oluşu ve aralarında dolaşan kuş tüyü büyüleyiciydi. Mesleğe başladığım köyde müdür yetkili öğretmenlik yaparken çektiğim çileler aklıma geldi, bir de oralardaki çaresiz hayatlar.... Kaplumbağa detayı da etkileyiciydi. 
Düşündürdükleri:
-Hangisi daha çok suçlu? Okuduğuyla fazla kibirli olan mı yoksa kolaya kaçarak okumayan mı?
-Anladığını anlatmalı mı yoksa kendine mi saklamalı?
- Okumayan ve okuduğunu anlatamayanların dünyalarında huzur, uzun soluklu olur mu?
-Taşradan uzaklara gitme aşkı, insanın bütün düğümlerini çözer mi? Yoksa insan kendi değişmedikçe nereye giderse gitsin fark etmez mi?



12 Aralık 2020 Cumartesi

Conte d'ete/ A Summer's Tale, 1996

 

Matematik bölümü öğrencisi ve müzik meraklısı Gaspard, omzunda gitarıyla Britinya sahillerinde dolaşarak kız arkadaşı Lena'nın yaz tatilinde ona katılmasını bekler. Nevrotik sevgilisi Lena konusunda ise duygularından emin değildir. Bir arkadaşının boş dairesinde kalır ve gitarıyla besteler yapar. O arada etnolog olan, bir yandan da garsonluk yapan Margot ile tanışır. Gayet sade ve açık yürekli olan Margot ile uzun yürüyüşler yaparlar, çok keyifli uzun sohbetlerle birbirlerini yakından tanırlar. Güçlü bir arkadaşlık bağı kurarlar. Bu arada Margot'un grubunda baştan çıkarıcı güzelliği olan Solene ile tanışır, onunla çıkmaya başlar. Kız çok çekici fakat çok fazla kuralcı. Gaspard, uzaklardaki sevgilisi Lena aniden ortaya çıkana kadar bu iki kadın arasında gidip gelir. Doyumsuz Gaspard için belki de doğru kişi, ne Lena, ne de Solene. Yanında yalnızca kendi gibi olduğu Margot. Ama bunun farkına varacak mı? 


Eric Rohmer'in dört mevsim hikayelerini yaz hikayesiyle tamamladım. Gaspard'ın kararsızlığı çileden çıkarıcı. Aşk ve arkadaşlığın sorgulandığı arayış dolu bir yaz hikayesi. Eric bu filminde de sanatsal anlamda müziği kullanmış, denizcileri anlatan şarkılar çok tatlıydı. Yönetmenimiz Jules Verne'i çok seviyor ona da bir gönderme vardı yine, hoşuma gitti. Ama bu hikayeler içinde favorim, İlkbahar Hikayesi oldu...

 Filmden birkaç replik:

"Arkadaşlık ciddidir. Belki aşktan bile daha ciddi."
*
"Kimseye özgürlüğümün en ufak bir parçasını bile vermek istemiyorum."


 

9 Aralık 2020 Çarşamba

Maviye İz Süren'e Dair X


 Sevgili Aslı'nın yorumu:

"Beklemek, bir boşluğu avuçlamaya çalışmanın tanrısal nöbeti sanki... Hayatımız hep ona dolanan bir sarmaşık gibi, her gün doğumuyla güneşe uzanıyor.... Güneşse, kırık kalplerin dönüşünü gösteremeyen bozuk bir saati bırakıyor yalnızca...."

Canım Baharım..nasıl bir yolculuğa çıkardın bizi böyle? Mavi yolculuk tam da kitabının adı bana göre..Çıktığım bu yolculukta, her satırın, her hikayeni sonlandırdığın cümlelerinle, çıktığımız yolculukların anlamlarını sorgulattın bana...Her bir sayfada daha da keyif aldım. Daha da düşündüm, derinlere indim.. İlk göz ağrın, İlk emeğin, gözünün nuru olduğunu biliyorum. Senin için ne kadar özelse, bende aynı özen ve dikkatle okudum kaleminden dökülen satırları..

Her hikayende ayrı bir emek vardı bana göre..
Sizlerde bu mavi yolculuğa çıkmak istiyorsanız, Baharcığımın kitabını lütfen okuyun.. Eline emeğine yüreğine sağlık kuzucum..Sıradakini ne kadar bekleyeceğiz? 😌


Sevgili rosenature yorumu:

Okudukça her satırda insan kendinden payeler çıkarıyor canım Bahar...
Bitmesin istedim. Cümlelerde kayboldum.Hani derler ya! Tadı damağımda kaldı “ diyerekten.İşte öyle bir duygu yaşattı yüreğimde.
Durup, dinlenip gece oluyorum, sonra bir şey kalmıyor dünden...
Bir tek sesler kalıyor...
Uzanıp el yordamıyla dokunduğum tenhalıkta ansızın yeni bir ışık hüzmesi vuruyor suretime,
belki diyerek abanıyorum taze sabahlara...
Sıcak, içten yüreğiniz satırlara akarken dur durak bilmemiş.
Yolun açık , adın MAVİ olsun💙


Sevgili kitap_keyfi yorumu:

Edebiyatta en mühim mesele sana ne hissettirdiğidir ve bence bu duygu aktarımını öykü gibi kısacık bir yolculukta yapmak daha zordur. Sevgili Bahar’ın öykülerinde düşle gerçek arası gidip gelirken insanların içindeki kırgınlıkları, pişmanlıkları da tadıyorsunuz. İmgesel anlatımını cidden çok hoş buldum. Bir de her şeyi öyle naif ve yumuşak bir üslupla vermiş ki size de o dinginlik geçiyor. “Zaman Yenilenirken” ve “Bir Gezginden” hepsinden ayrı sevdiklerim oldu. Bu güzel yolculuğun hiç bitmesin, kalemin daim olsun Baharcığım...

6 Aralık 2020 Pazar

Conte de Printemps, 1990

 


Fransız Yeni Dalga Akımı'nın önemli temsilcilerinden biri olan Eric Rohmer'in "Dört Mevsim Hikayeleri" serisinin ilk filmi; İlkbahar Hikayesi. Film, üniversite öğrencisi Natasha ve felsefe öğretmeni Jeanne'in bir partide tanışmasıyla başlıyor. Jeanne, Natasha'nın daveti üzerine bir süre onun evinde kalmaya başlar. Bu iki yeni arkadaşa daha sonra Natasha'nın babası ve onun sevgilisi de katılır. Hayatın gündelik akışında sanat, felsefe, ilişkiler üzerine tartışmalar gelişmeye başlar. Rohmer, her filminde kusurlu bir kahramanı etkileyici hale getiriyor. Rastlantısal bir ilişkiden duygusal çatışmalara sürüklüyor izleyeni. İzlediğim filmleri içinde favori karakterim, felsefe öğretmeni Jeanne oldu:)






Conte d'hiver/ Kış Hikayesi, 1992

Felicie, yaz tatilini birlikte geçirdiği sevgilisi Charles ile yanlış verdiği adres yüzünden bir daha görüşemez. E o zamanlar iletişim teknolojileri de bu kadar gelişmemiş. Tutkulu yaz aşıkları birbirlerinden kopuyorlar. Paris'te annesi ve küçük kızıyla birlikte yaşayan genç kadın, aradan geçen beş yılda başka ilişkiler denese de kimseye bağlanamaz. Çünkü bir gün Charles ile karşılaşacağına ve kızının, babasını tanıyacağına inanır. Fransızların kayıp aşkı algılayışları gerçekten çok farklı.
Leonard Cohen'in bir şarkısında şöyle diyor, herkes biliyor geminin su aldığını, herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini... Bu hayatta çoğu insan, kendi yaşamının gidişatına uygun bir yalan bulup ona inanıyor. Felicie de bu şekilde bir olmamışa inanıyor öyle yaşamına tutunuyor. Adamın fotoğraflarında yaşıyor onu, bilin bakalım sonunda ne oluyor:)

Dört mevsim hikayelerinden Yaz Hikayesi kaldıııı...


4 Aralık 2020 Cuma

uçmak

Otel odalarını çoğu kişi sevmez ama o seviyor. Dünya ile arasındaki bütün aitlik hissini o küçücük odanın dışında bırakıyor. Bıraktığını zannediyor. Öyle zamanlarda Shakespeare'in sonelerini okuyor. Bağımlı olduğu kitapları da kapı dışında bırakıyor. İş için uğradığı böyle yerlerde, lobideki adamda Zebercet'ten izler arıyor. Ama Zebercet, bir kitabın eskimiş sayfaları arasında, yaşadığı zamanda unutulan, silik bir kahraman olarak küflendi. Biliyor. Zebercet yok ama onun hayata dair arayışı taze, burada, sıcacık, hiç eskimiyor. Lobideki adamın yüzüne tuhaf tuhaf bakıyor. Onun yüzünde arayış, onun yüzünde terkediliş, onun yüzünde bu dünyada bulamadığı hayali sabit bir noktanın gölgesi. Görüyor. 

Dışardaki sis dağılmış, amaçsızca arşınlıyor kaldırımları, uzun paltosuna sarınıyor. Soğuk içine işliyor. Başka alemlerin seyrindeyken, başka bir yüz düşüyor aklına. Çok tanıdık bir yüz ama uzak. Burada değil. Öldü. Halbuki dün, güneş ışığının vurduğu o yalnız odaya girdiğinde bütün bağlılıklarını bir yerlerde bırakmıştı. Öylece, doğdukları yerde. Siyah beyaz bir fotoğrafı bile yok o yüzün. Kaybolmuş boşluklarda. Hayal gücü, yorgun. Özlemek, yanında olma isteğinden daha güçlü bir duygu. Kaçmak istiyor o duygudan, kaçmak. Kuleye çıkıyor. Yukarılardan baktığında ufacık kalan her şeye bakıyor. Hayatında ufalan her şey dökülüyor üstüne. Yaraları, özlemleri, çok istediği halde olmayan her şey, bambaşka bir kimlik olmuş kendine, fark etmiyor. Şu vapur nereye gidiyor? Ya martılar? Bir martı olmak istiyor. Yüreğinde geçmeyen bir kanat ağrısı. 

Bir. 

Martı.

Uçmak.





2 Aralık 2020 Çarşamba

avara/ Murathan Mungan

 anımsıyor musun?

bir çetemiz vardı: Vahşi Siyah Atlar
ısmarlama serserilikler yaşardık
kimselere bir şey demeden kaçıp gitmeler gibi
sokaklarda sabahlamak, parklarda yatmak
yabancıları mahalleye sokmamak gibi
Ve bir gün gideceğimiz Amerika vardı
herkesin bir Amerika'sı vardı o zamanlar
herkes gece istasyonlarında
kendi Amerika'sını arardı

kısık ışıklı arkadaş odaları
plağın bir yüzünü kaplayan uzun parçalar eşliğinde
kendi rüyalarımıza dalar, dağılırdık
okyanuslar, gemi yolculukları, kanayan ıslıklar
ve dünyanın bütün limanları
önümüzde sessizce uzardı

Biterdi plak. Disk boşa dönerdi.
Düşlerimiz çarpıp geri dönen sulardı şimdi
Böyle zamanlarda ilk sözü söylemekten
Kaçınırdı herkes
Sonra biri usulca kalkar, herkese çay koyardı
Anımsıyor musun?

Vahşi, siyah atlardık
kentin ışıklı çöllerinde kendi izini arayan
deri ceketlerimize sığdırdığımız düşlerimiz kadar
aşık ve düşmandık
dünya acıtırdı bizi, her şey kanatır, her şey yaralardı
sevişmek çekip çıkarmazdı bizi derinliğimizden
öfkemizi dindirmezdi hiçbir şey
geceleri uyumayan çocuklardık,
otobüs garlarında uzun maceralar umar
apansız yolculuklara çıkardık
uykulu kentlere girerdik gece yarıları
ıssız ağaçlar olurdu yol kenarlarında
gökyüzünde parlak yıldızlar, her yere aynı uzaklıkta
sarhoş bindiğimiz otobüsün penceresinden
sanki bambaşka bir dünyaya bakardık
sonra saklayarak yüzümüzü birbirimizden
yumruklarımızı sıkar, sessizce ağlardık
ışığı açık kalmış pencereler, kepengi örtülü dükkanlara,
yaz bahçelerinden taşan çiçeklere,
adını bile bilmediğimiz bu kente
neye olduğunu bile bilmediğimiz bir hasretle
uzun uzun bakardık
anımsıyor musun?
ahh o gece yolculukları
bir başka kente, bir başka insan olmanın umutları
kaç yol arkadaşı kaldı şimdi geriye
gençliğin ilk acılarını birlikte keşfettiğimiz
kaç yol arkadaşı?
sürüyerek götürdüğümüz dargın beraberlikleri saymazsak
ne kalıyor elimizde?
ölenler,
terk edenler,
bir de telefonları, adresleri, kendileri değişenler

vahşi siyah atlardık; yılkıya bırakıldık
içimizden kimse gidemedi Amerika'ya
kendi Amerika'sı da olmadı hiçbirimizin
yağmur aldı
rüzgar aldı
zaman aldı
o vahşi siyah atları
her şey o eski rüyada kaldı

çarpıp geri dönen düşlerimizin üstünde
çürümüş cesetleri yüzüyor şimdi vahşi siyah atların
öldükleri sahilleri kendileri de bilmiyorlar
peki, sen anımsıyor musun?

Murathan Mungan
Mırıldandıklarım

1 Aralık 2020 Salı

eba günlükleri


 Uyumuyorummm, anlatıyorum:) 

Ders için toplanmalarını bekliyorum, o arada uyanmaları için her sabah eller eller şap şap şarkısını ve hareketlerini ardından nefes egzersizi yaptırıyorum... Her biri ayrı hava çalıyor:)

İki ders sonrası:

-Öğretmenim elim ağrıyor yazamıyorum hep beraber film izleyelim mi?

-Hocam Burak erken uyanamıyor, akşama doğru dersi yapsak olur mu? (Ertesi gün öğleden sonra ders yapılır. Bu sefer başka veli, hocam büyük kızımın dersiyle zaman çakışıyor sabah daha iyiydi:)

-Öğretmenim bağlanamıyorum, giremiyoz derste misiniz? (Vatzaptan ayrı, sms ayrı yazıyor, ses kaydı ayrı gönderiyor)

-Hocam nasıl bağlanıyorduk? (Ondan önce veli grubuna bağlanma videoları defalarca gönderilmiştir)

-Hocam bedava tablet dağıtılıyormuş. Bizi de unutmayın. Telefonun interneti bitiyor, yetmiyor... (Sınıfın yarısının adı not edilmiştir)

-Hocam Mehmet ödevini yapmıyor onu biraz korkutur musunuz? Hiç bir şeyden korkmuyorum, diyor. (Canlı derste uyarırım tamam)

Kısaca uzaktan eğitimin özeti:

"Sesim geliyor muuuuu?"






26 Kasım 2020 Perşembe

Şiir Tadında Masallar- Sultan Serdar Doksöz

 


Bir masal kuşu kondu evimizin küçük odasına. Ak tenli, güleç yüzlü kızımın baş ucuna, kanatlarındaki şiir tadındaki masalları bıraktı. Bu masallarla bizde onun büyülü kanatlarında gezindik sanki..

Kalbimizden dökülen duyguların evrensel lisanı olan şiirlerle başladık yolculuklara... Başka dünyaların gizemini arayan buğday taneleri olduk. Hayal etmekten vazgeçmeyen Sena’nın rüyalarında uçtuk. Kendini sevmeyi bir türlü bilmeyen kırmızı gözlü ve büyük gözlü farklı kurbağaların, farklı olaylar yaşadıktan sonra onların olumlu bir benlik algısı geliştirmesine şahit olduk. Naif bir gelincikten, kibir ve hor görmenin insanı üzmekten başka bir şeye yaramayacağını dinledik. Kendine inanan meraklı bir uğur böceğinin, gökkuşağının renklerine ulaşan dünyasında soluklandık. Mavi Serçe’nin cesaretini, ailesine bağlılığını, oyun oynamayı çok seven Berna’nın düşsel dünyasını, ağlayan bir ceviz ağacının üzüntüsünü görmezden gelmeyen çocukların masumiyetine dokunduk...

Sevgili arkadaşım @sair_anne yi bu değerli kitapları için kutluyorum... Çocukların dünyasında yankılanacak ve iz bırakacak nice yeni masallarda buluşmayı diliyorum 💕

21 Kasım 2020 Cumartesi

Le Rayon Vert, 1986

 


Jules Verne'in Yeşil Işın adlı kitabından ilham alınmış bir Eric Rohmer filmi. Verne'in bu kitabını okumadım ama listeme aldım. Filmin kahramanı Delphin, ince ruhlu, hassas bir kadın. Tam izne ayrılacakken sevgilisinden ayrılır ve sürekli kendi içine çekilme, her şeyi duygusala bağlama halindedir. Arkadaşlarının önerilerini dikkate almamaktadır. Onlar yalnızsın ve çabalamıyorsun diye atıfta bulunurken Delphin gizli gizli aşk acısı çekmeye devam etmektedir. İçindeki boşluğun faturasını kendine kesme Delphin:) Aşırı hassas ve duygusal sorunları olan kadınları erkekler sevmiyor ki :) 

Kırılgan kahramanımız tatili ailesiyle mi yoksa Paris'te tek başına mı geçirecektir? Diyaloglar çok iyi, hepimizin belli zamanlarda sorguladığımız cinsten. Güneş batarken atmosferdeki kırılmayla oluşan bir yeşil ışın varmış onu görmenin farklı anlamları varmış. Gün batımlarını farklı bir gözle izleyeceğim bu filmden sonra:)


Conte D'automne/ Sonbahar Hikayesi, 1998

Bu ara Fransız filmlerine sardım, çok seviyorumm:) Sonbahar Hikayesi  Eric Rohmer'in dört mevsim hikayelerinden biriymiş. Filmin olay örüntüsü, köyde yalnız yaşayan ve yetiştirdiği üzümlerle şarap üreten Magali isimli bir kadının etrafında gelişiyor. Çocukluk arkadaşı Isabella ve oğlunun sevgilisi Rosnie, Magali'nin şikayet ettiği yalnızlığına çözüm aramaya çalışırlar. 

Öbür mevsimlerin hikayesini de izleyeceğim, bu ara Eric Rohmer filmlerindeyim:)



16 Kasım 2020 Pazartesi

Tetkik Dergi Kasım

 


Bir Ankara kedisi, pardon bir Ankara Dergisi olan Tetkik Dergi'de "Boş Sandalye" adlı öyküm yer aldı...

Dergimize yazılarınızı bekliyoruz...



11 Kasım 2020 Çarşamba

Saf ve Düşünceli Romancı - Orhan Pamuk


Saf ve Düşünceli Romancı, Orhan Pamuk’un, Friedrich Schiller’in The Naive and Sentimental Poetry (Naif ve Duygusal Şiir) adlı kitabından esinlenerek isimlendirdiği bir kitap.

Kitapta; Orhan Pamuk’un roman yolculuğunu, roman biçiminin, sanatının ona öğrettiklerini, dayattıklarını, bu sanatın sınırlarını, onunla kavgasını ve ona bağlılığını kuramsal bir düzeyde değil, kişisel bir macera olarak okudum.

Ona göre roman yazmanın da okumanın da önemi, naiflik ve düşünsellik arasında kurulacak dengeye bağlı. Pamuk; Tolstoy, Dostoyevski, Proust, Stendhal gibi büyük yazarların roman anlayışlarını inceliyor ve kendi yazma-yaratma serüvenindeki iç içe geçen tecrübelerini paylaşıyor bu kitapta💛

*****
“Edebi romana, büyük romanlara hayatı anlamlandıracak bir rehber gibi ihtiyaç duymamızın nedeni, kendimizi dünyada evde hissedememizdir.”


9 Kasım 2020 Pazartesi

Maviye İz Süren'e Dair IX

 

Sevgili Ebru'nun yorumu:

💙 Öfkeleri sulamanın anlamı yoktu, sabah çiçeklerini sulamalı yazık Çok susuz kalmışlardı.

..
💙 Uyanmak dedi uyanmak... Düşlerin gerçeği sınaması, uyanmaktan geçer.
..
💙 Öykülerimin dokusunda, hayattan topladığı iyi çıkarımları imgelerine katmaya çalışan, kendini hep yenileyen bir insan, bir yaşam gerçeği var' diyor sevgili Bahar hikayelerinin dünyasına girmeden bize ✌🏼🥰📚
..
Her hikaye kitabında birden çok dünyaya uğrak verir gibi hissediyorum kendimi 😌 her biri ayrı AN'ı somutlaştırıyor, sunuyor bize.. bambaşka dünyalara açılan kapılar gibi her bir Öykü📚👌🏼.

Öykü her daim vazgeçilmezim olmuşken, yorumlarının tadını sevdiğim dost Bahar'ın satırlarına dokunmak da ayrı keyifli bir okuma oldu benim için 😍👌🏼💙
..
..
💙öncesinde farklı dergilerde hikayeleri yayınlanan arkadaşım maviye ve süren başlıklarında topladığı hikayelerini sunuyor ve diyor ki onca içeceğiz ses var ki belki duyamazsın sesimi ama yine de iç sesimi dinleyip şansımı deniyorum sesleniyorum sana 🙋🏽
..
Ve ben diyorum ki, Bu sese kulak vereni keyifli bir okuma bekliyor dostlar 📚🎀
..
🌀Her şey bir mecaz olabilirdi bu hayatta.


Sevgili Emel'in yorumu:

✍Sürülen izlerin ucu çatallanan maviliklere uzandığı ve zamanın büyülü sarkacından beyaz sayfalara düşen mutlak gölgelerdi öykülerimiz.ve herbiri farklı bir odanın kapısına kilit olsa da ,biliyorduk yüreğimizin ta derinlerine açıyordu her bir kapıyı.
...
✍Öyküler ki fersah fersah anlatılacak bir yaşantıyı minimalize ederek, her cümlesi nice paragrafları içinde barındırarak yüreklerimize nakşeder.işte her biri on öyküden mevcut üç bölümden oluşan Maviye İz Süren kitabımızda,bir öykü kitabından alınabilecek her lezzeti fazlasıyla okuyucusuna zerk ediyor.
...
✍Yaşamın ölümle, mutluluğun hüzünle, varlığın yoklukla, adamın kadınla, düşün gerçekle savaşının bitmediği bu mükemmel kitabı şiddetle tavsiye ediyorum
...
✍Beraber çalışma, dertleşme, sohbet etme gibi anıları biriktirdiğim sevgili dostum Bahar'ın ,ilk kitabı denemeyecek kadar ustalıkla kaleme alınmış bu kitabı eminim bundan sonrakiler için beyaz bayraklı bir start çubuğu olacaktır.
✍Kalemin daim olsun canım arkadaşım @maviye_iz_suren
...
#alıntı
...
📚Eskimiş oyuncaklar kaybolmuş bir masumiyeti imliyor.
...
📚Çünkü ümit bir sonraki zamanın renk belirleyicisidir

Maviye İz Süren'e Dair VIII

 


Sevgili Aysun'un yorumu:

"Öyküler ruhumda kanatlar çıkartıyor benim. Mavi bir kuş olup uçuyorum gökyüzüne. Minicik kalbimdeki kocaman atışları anlatmaya çalışacağım sizlere. Kalbimin müziğini, farklı farklı enstrümanlarla çalınan... Duyabiliyor musunuz? Hadi gelin benim gözlerim olun, birlikte oturalım pirüpak bulutlara. Oradan bakalım hayat denilen okyanusun içine. En derinlere dalalım, yaşamın bin bir formundaki rengarenk canlıları gözlemleyelim. Ne kadar da benziyor insanlara değil mi? Yaşamın her alanındaki büyük savaş. Sevilmek, anlaşılmak; ait olmak istemenin, hayatta kalmanın, nice duygunun savaşı.
Deniz kabuğunun içindeki inci taneleri gibidir hayat. Bir yerlerde gizlenmiştir ve senin onu bulup yüzeye çıkarmanı ister. Öyküler de böyledir işte... Her okuyanın kendinden mutlaka bir şeyler bulacağı, kalbinin derinliklerinde gömülü olan yere dokunan. O inciyi bulup avuçlarına usulca bırakan. Bazen acılardan sıkı sıkı sarılmış yumak gibi hissettiren kendinizi, bazen bir çocuğun rengarenk topuyla atılan gökyüzüne, fonda şen kahkahalar, bazen de siyah beyaz bir fotoğrafa yansımış özlemlerdir. Öyküler biraz da sevdiğiniz kitaplara koyduğunuz ayraçlar gibi. Size devam etmeniz gerektiğini hatırlatan, başına ve sonuna kalbinizce cümleler ekleyeceğiniz...
Maviye İz Süren, okumaktan mutluluk duyduğum bir kitap oldu. Yazdıklarım onun yansımaları. Yüreğe dokununca, insanın ifade etmesi hiç de zor olmuyor. Dilerim size de geçmiştir bir nebze de olsa. Bir iz bırakabilmişimdir kalbinizde, hem yazdıklarımla hem de fotoğraflarımla. Masmavi bir iz...
Yolun hep güzelliklere açılsın @maviye_iz_suren Her biri ayrı özel olmuş. Sonbaharın eşsiz renkli yapraklarına yüklenip her bir öykü, usulca dalından koparak rüzgârla taşınıp bin bir yüreğe sevgiyle dokunsun dilerim. Ve senin ruhunda "Bahar"la birlikte her biri eşsiz güzellikte çiçekler açsın..."

Sevgili Gamze'nin yorumu:

"Herkese nasip olmaz bence bir bookstagram öğretmen olan, annenin kitabını okumak. Bu ayrıcalığı yaşadığım için bir kere daha teşekkürler Baharcım.


Kitapta yer alan öykülerde betimlemeler öyle derin izler bırakıyor ki yağan kar, radyo cızırtısı,kaynayan sütün üzerindeki yağ tabakası vs.
Cümle bitince o anı yaşatıyor size vurgular.
Kitapta yer alan benzetmelerde Oblomov, Jack London, Nietzsche, Freud, Kafkayi görmek çok güzeldi.
Her öykü kendine özgü sadeydi, fakat ben birkaç öyküden bir tık fazla etkilendim.
°Mesela Rüstem ustanın sanayileşen makinelesen bir çağın yarattığı duygusuz, vicdansız insanlar karşısında yaşadığı hayal kırıklığı karşısında bir kere kasaba hayatına özendim.
°Süt beyazı, hayatın Meloş'a' çık artık sıkıştığın o köşeden' deyip hiç beklemediği bir anda görücüye gelen kişi karşısında yaşadığı şok.
°Yalnız kedi, öyle üzüldüm ki sahibine olan iç sesinde. Ah beni de eskiciye versen, bir yolunu bulsam da kaçsam sokaklara diyor ya....sevilmek, ilgi görmek, okşamak istiyor hepsi bu.

💙💬Hayatın içinden olan bu öykülerin kahramanları aslında bize hiç yabancı değil.
Hepimiz bu hayatta zaman zaman karanlığın içinde dans eden gölgeleriz.
Mavilerin, maviliklerin hep hayatımızda olup bize yol gösterip varacağımız yere kadar bize eşlik etmesi dileğiyle.
Kalemine sağlık arkadaşım.
Sen hep yaz okuruz. @maviye_iz_suren
#alinti
Bazen gerçekleştirmek istediğimiz bir eylemi kafamızda büyütür, büyütür kocaman çığa dönüştürürüz.O eylemi kafamızda büyüttüğümüz için gerçekleştirmesi zor gelir bize. Halbuki amaçlarimizi bir an önce hayatımıza geçirebilsek daha hafif, daha rahat bir insan olacağız."

5 Kasım 2020 Perşembe

dön, dolaş böyle



"Sön, cılız kandil sön!
Hayat dediğin ne ki Yürüyen bir gölge Zavallı bir kukla Bu sahnede: Bir saat boy gösterip Boyun kırıp gidecek! Bir daha duyulmayacak artık sesi. Bir aptalın anlattığı bir masal bu: Kuru gürültüler Deli saçmalarıyla dolu."
— W. Shakespeare [Macbeth, V: 5]

"Ölülerin yanından geri dönen kimse yok, kimse bu dünyaya ağlamadan gelmedi; ne ne zaman hayata gelmek istediğimizi soran oldu ne de ne zaman terk etmek istediğimizi." — Kierkegaard



3 Kasım 2020 Salı

İlk edebi söyleşim


Parşömen Sanal Fanzin'de bugün kitabımla ilgili, İlk Göz Ağrısı söyleşim yayımlandı....

https://parsomenfanzin.com/2020/11/03/ilk-goz-agrisi-70-bahar-uysal-karakus-ve-maviye-iz-suren/


26.10.2020 Pazartesi günü "Maviye İz Süren" İsmail Küçükkaya ile Çalar Saat programında yer aldı... 


1 Kasım 2020 Pazar

El Autor, 2017

 


İspanyol yapımı filmin adı dilimize Güdü şeklinde çevrilmiş. 
Yazmak eyleminin işlendiği filmler dikkatimi çekiyor o yüzden konusu beni cezbedince izlemek istedim. 
Alvaro, karısı popüler edebiyatta başarılı olan kendisi de yazmak eylemiyle ilgilenen bir avukat. 
Filmin teması için, gerçek edebiyat arayışında olan, edebiyat dünyasında kendi sesini arayan, yazı atölyelerine giden orta yaşlı bir adamın dramı diyebiliriz.  
Adam yeteneksiz, yazı atölyesindeki hocasını çok ciddiye alıyor. 
Hocası yazdıklarını beğenmeyince gerçekçi bir şeyler yazma umuduyla dışarıdaki seslere kulak veriyor ve bir romana başlıyor. 
Bu roman ve yazma tutkusu onu bambaşka olaylar zincirinde kaybettiriyor. 
Her ne pahasına olursa olsun bir yazma arayışı ama bazı sahneler çok iticiydi, absürt buldum:)

31 Ekim 2020 Cumartesi

im ad değildi daha



"Bir zamanlar sözcüklerin bizim dışımızda da yaşamları vardı, ama anlamları yoktu.

Eskiden bir ustura, bir su kovası, bir at yan yana gelebiliyor­du. Dünya anlaşılmak için değildi.
Eskiden sözcüklerle bu denli yakınlığımız yoktu. Balkon ile tanışmamız yenidir. (Balkon çocukluğumuzdur.) Kırmızı sesti es­kiden. Nergis kendi adını bilmezdi. Aklına estiği gibi yaşardı. Ölüm sözcüğü eskiden de iki heceydi, evlere girer çıkar, yatak turları atar, ağaçlarla alay ederdi. Bugünkü gibi de işini hep tek başına görürdü.
 
İm ad değildi daha.
 

Bir zamanlar anlam sözcüklerin umrunda değildi. Nuh Pey­gamber’in : “Ben iki bin yıl önce karım, çocuklarım, gelinlerim, hayvanlarımla Cudi Dağı’nda gemisi karaya oturan Nuh Peygam­berim.” sözlerine karşı – anlamın kıyılması adına – imgeleri sürer­ler (şairlerin her gece kağıtlarına yeşil Muhammed’ler, sarı İsa’lar indiren imgeleri) sözcük olduklarını unuturlardı. (İmgele­re dönüştüğünde sözcükler tanınmaz: Sözcükleri kaldırın, dünya durur!) Bazen de eğretilemelerin büyüsüne kapılıp – eğretilemeler şiirin kral yoludur – adlarının üstünü çizerlerdi. Bazı da sim­gelerin buyruğunda (simgelere elini kaptıran kurtulamaz) ordan oraya savrulup giderlerdi.
 
İm ad değildi daha.

 

 ASKELOPİS

 
Askelopis Ephesos’lu bir kuşla dolaşırdı ve bizim görmediği­mizi görürdü. Nesneler böyledir, herkese görünmez. Gizliliği se­ver. Şairler gibi de beyaz bir dille konuşurlar. Us bunu kavraya­maz. Ama görünmeyen de yoktur. Nesneler bunu bilmez. Niçin bilsin? Hem bilmek nesnelerin işi değildir. Balıklar içinde yüzdükleri suyu biliyor mu? Ben ormanı bilmeden tanıdım, bir daha da unutmadım.* Nesneler sözcüklere dönüşmeye görsün durduru­lamaz. Yer küreyi sararlar; sonra da binlerce tümceye dönüşürler. Yeryüzünün bir ucunda binlerce nesne her sabah bunun için uya­nır. Tümcelerle öğrendim ben dünyayı. Evrenin sınır taşları.

 
(Ayak basılmadık yerlerini benden esirgeme, çok görme bunu bana, sevgili dil.)
 
(*) Ey bellek, senden kurtuluş yok!

 
 Bundan nesnelerin ötesinde bir şey yoktur. Askelopis bunu görmedi. Ölüm onu görür kıldı. (Felsefe biraz da ölümü öğren­mek değil midir?)
 
Nesneler yalnızdır mı diyorsun?
 
Nesnelere bundan böyle yalnızlığı duyurmayacağım.

Söz."

İLHAN BERK