27 Mart 2020 Cuma

Heal/ Şifa, 2017


Kronik ya da otoimmün acı içinde yaşayan herkesin izlemesi gereken bir film. 
Bu yolculuk bizi inançlarımızın, düşüncelerimizin ve duygularımızın;sağlık ve şifa yeteneğine büyük bir etkisi olduğunu keşfettiğimiz bilimsel ve ruhsal aleme götürüyor.
Duyguların baskısı, travmalar ve yaralı çocukluklar...
Kuantum fiziğinin, tıbbın düşünmediği görünmez güçlerin aslında her şeyi kontrol eden birincil güçler olabileceğini sorguluyor.
Gerçek şu ki, sağlığımız ve hayatımızı düşündüğümüzden fazla kontrol ediyoruz. Bu kontrolün etkisini farklı hikayeler ve farklı uzmanlarla bir araya getiriyor belgesel film, Şifa...
Ruh ve beden için farklı bir anlayış kazandırıyor...


The Pursuit of Happyness/ Umudunu Kaybetme, 2007

İşinde farklı sorunlar yaşayan Chris, maddi açıdan zor zamanlar geçirmektedir.
Eşi bu sıkıntılara dayanamaz ve oğullarını Chris'e bırakıp onu terk eder.
Küçük bir çocukla, sevgi ve umut dolu bir babanın zorlu yolculuğu gerçekten ilham verici :)


"Bir daha kimsenin sana bir şeyi yapamayacağını söylemesine izin verme, benim bile.
Bir hayalin varsa peşini bırakmamalısın. İnsanlar kendilerinin yapamadıkları şeyleri senin de yapamayacağını söyler.
Bir şeyi istiyorsan peşini bırakma!.
Git ve al!. O kadar!.."



everythings gonna be alright!


25 Mart 2020 Çarşamba

Tutunamayanlar - Oğuz Atay


“Şu anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için, on bin kitap okumuş olmayı isterdim,’ dedi: ‘Gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden içim rahat etmeyecek: seni tanıdığıma çok sevindim kendi çapımda.'” (s.113) 

“Kendini, rakipsiz saydığı konuların dışında, bir daha hiç bir zaman tecrübe etmemeyi ve kuvvetsiz olduğu yerlerde de ehemmiyetvermiyormuşçasınagillerden olmayı uygun buldu” (s.62) 

“Hayata dayanamadığımız için espri yapıyoruz.” (s.80)

 “Ben kendimi yeterli görmüyorum. Ne için yeterli? Her şey için.” (s.93)

 “Dünyada büyük ve güzel şeyler de var demişti bir gün. O sırada ben ne yapıyordum? Hiç bir güzelliğin içime girmesine izin vermiyordum.” (s.107)

“Sonra unutacaklar. Unuttukları için de unutulacaklardır. Kendi güzelliklerini de -eğer bir güzellikleri varsa- unutacaklardır. Yalnız sizin içinizde yaşayacaklardır: bunu bilmedikleri için de, yaşadıklarını da bilmeyeceklerdir. Alışkanlıktan başka bir şey bilmedikleri için, sizin de yokluğunuza alışacaklardır.” (s.350)

“Ben iç dünyama dönüyorum. Orada hayal kırıklığına yer yok.” (S.425)

22 Mart 2020 Pazar

The Meyerowitz Stories, 2017


Film, yıllardır birbirinden ayrı yaşayan Newyorklu Meyerowitz ailesinin tekrar bir araya gelme hikayelerini anlatıyor. 
Aile babası ünlü bir heykeltıraş ve bir sanat etkinliğinde eseri sergilenecektir. 
Bu etkinlik bir zamanların çapkın babasının, her biri farklı anneden olan oğulları ve kızını bir arada toplar.
Aile içi ilişkiler, arkadaşlık temasını işliyor film. 
Netflix'ten izledim ve ben sevemedim :))


A Christmas Prince, 2017

Noel Prensi, noel ruhunu çok seven kızım Gülce Naz'ımızın seçtiği bir film :) 
Maaile izlediğimiz tatlı bir film oldu. 
Genç bir gazeteci olan Amber, kral olmaya hazırlanan bir prensle ilgili haber yapmak için görevlendirilir.
Ambercim gazeteci kimliği dışında başka bir personayla saraya girer ve yakışıklı prensin hayatına dalar. 
Amber prensin aşkıyla buhar olup uçacak mıdır yoksa yalanını açıklayacak mıdır:)

Bu ara en çok dinlediğim Ekin Beril'den bir parça bırakıyorum şahane müzik yapıyor, güzel bakın kendinize :) 





21 Mart 2020 Cumartesi

Parşömen Fanzin, Mart


Parşömen Fanzin'de "Meçhul Bir Hayat Felci" adlı öyküm... 


Her şey düzelecek... Ev günlükleri. Yalıtılmış günler. Güneş açıyor, yeniden. Çocuklar ak uykularda. Ben biraz öykü, biraz şiir, biraz şarkı, biraz belirsiz. Orada bekliyor umut. Odalarda. Camdan bakıyorum sana dünya. Gökyüzünde, odalara kitlenmiş insanların dokunulmamış hayalleri oluyor beyaz bulutlar. Mavi bulutlar. Uçuşan benlikler. 
Ben biraz kekik çayı, lavanta kokusu. Sakinlik. Çivisi çıkmış ve yetinmemeye odaklanmış dünyaya dökülüyor sözcükler... 


19 Mart 2020 Perşembe

Bir de Baktım Yoksun- Yekta Kopan



Yekta Kopan'ı ilk Aile Çay Bahçesi adlı kitabıyla okumaya başladım. Uzun süre önce bol ödüllü bu kitabına rastlamıştım. Sırasını bekliyordu kitaplığımda. Geçen hafta bitirdim çok beğendim... Bu arada Yekta Kopan akşamları instagramda kendi kişisel hesabından canlı yayında öykü okuyor, iki gecedir dinliyorum, harika :)

Kitaba dair şunları söyleyebilirim... Yaşarken türlü türlü yollardan geçer insan. Çocukluk düşlerinden inşa edilmiş bir evin farklı gölgeleriyle yüzleşir. Edip Cansever’in söylediği gibi: ”Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk hiçbir yere gitmiyor.” Çocukluğun izleri sürüklenir insanın ruhuyla. Portobello’da, George Orwell’ın evinin önündeki kaldırımda Tanpınar okurken zamansız bir sevgilinin sözlerinde büyüyebilir bu izler😊🌼

Soyut farklı sesler bir araya geldikçe hayli somut portreler ortaya çıkabilir. Akıl ile hissin, canlı ile cansızın, somut ile soyutun farklı biçimlerde ilişkilendiği okunası ve hisli öykülerden oluşuyor Bir de Baktım Yoksun....

Çok sevdimmmm😍😍
Kendinize dikkat edin...

________________________________________________

“Öfke ne garip bir kuş, birden alıp gagasına uçuruyor insanı.”


“İnsan kendi hayatını bile ancak iyi bir hikayede okuyunca anlayabilir.”

“Hayal dünyasının vaat ettikleriyle gerçek yaşamın sundukları arasındaki gerilime, belirsizliğe dayanamayan insanlar yok mudur, vardır!''



18 Mart 2020 Çarşamba

American Beauty, 1999


American Beauty belki en sevdiğim film değil ama en sevdiğim film sahnelerinden biri bu filmde yer alıyor. 
Yaşama sevincini, yaşama duyulan hayranlığı uçuşup duran bir plastik poşetle anlatabilmek..
Umut olsun hepimize...

"Çektiğim en güzel şeyi görmek ister misin? Kar yağışına dakikalar kalan günlerden biriydi. Hava elektrik yüklüydü. Neredeyse duyabiliyordun. Ve bu torba oradaydı. Benimle dans ediyordu; oynamam için yalvaran küçük bir çocuk gibi. On beş dakika için. İşte o gün fark ettim. Her şeyin ardında hayat vardı. Ve iyilik dolu, inanılmaz bir güç. Korkmak için hiçbir neden olmadığına inanmamı istiyordu. Hem de hiç. Video, zavallı bir bahane, biliyorum. Ama hatırlamama yardım ediyor. Hatırlamaya ihtiyacım var. Bazen öyle çok güzellik var ki dünyada. Dayanamayacağımı hissediyorum. Ve kalbimin içine kapanacağını...."


11 Mart 2020 Çarşamba

Persepolis,2007


Persepolis filmi, 1970 yıllarında İran'daki siyasal dönüşümün insanlara olan olumsuz etkisini bir aile üzerinden anlatan, siyah beyaz bir animasyon.
Marjane Satrapi'nin otobiyografik romanından uyarlanmış bir film.
Karşılaştığımız her söz ve davranış, karşımızdaki insanın iç dünyasının yansımasıdır.
Onları nasıl karşıladığımız ise bizim dünyamızın yansıması.
Fark et, yüzleş, dönüştür...


Bu ara animasyon izliyorum :)
Snoopy ve Charlie Brown Peanuts filmini de Gülce ile izledik.
Charlie, Snoopy ile okuluna gelen kızıl saçlı kızın dikkatini çekebilmek için uğraşır.
Eğlenceli ve sevimli bir yolculuk :)

5 Mart 2020 Perşembe

Zemberekkuşu'nun Güncesi - Haruki Murakami



Her gün ötüşüyle dünyanın zembereğini kurar, Zemberekkuşu. Bir gün görevini unutur ve uzaklara çekilir, birbirine karışır gölgeler...

Yedi yüz kırk sayfalık bu uzun günce, Toru Okada ve karısı Kumiko’nun; Noboru Vataya adlı kedilerinin kaybolmasıyla başlıyor. Kedinin kaybolmasıyla beraber bedensel zerrecikler takıntısı olan medyum Malta Kano ve geçmişi fiziksel acılarla dolu olan Girit Kano adlı kişiler bu küçük ailenin sınırlarına dahil oluyor...

Zemberekkuşu’nun her gün dünyanın zembereğini kurmasıyla başlayan hayatımız; kaderimiz mi yoksa seçimlerimizin getirdiği bir sonuçlar silsilesi mi? İnsanlar arasındaki çekim yasasının, enerjinin ve karşılıklı etkileşimin oluşturduğu zaman parçacıkları bizi olağan dışı hayallere ve duyumlara bırakabilir. Gerçeğin yörüngesi şaşabilir. Bu durumda insan hangi sese kulak vermeli, kalbinin derinlerindeki sese mi yoksa buz dağı kütlesinden kopan bir parça misali donduran gerçeğin sesine mi? Gerçeküstü öğeleri yarattığı yolculuklarda kullanmayı seviyor Murakami...

Dünyanın neresinde olursak olalım yaşadığımız acılar birbirinin benzeri. Farklılığımız acılara verdiğimiz reflekslerde. Toru, önce kedisinin ardından karısının terk edilişini kör bir kuyunun dibinde kalarak, bir tutam gök parçasına bakarak, dışarıdaki sesleri dinleyerek kendi iç sesini onlardan ayırmaya çalışıyor. Kuyunun dibinden çıktıktan sonra kalabalığa karışıyor, günlerce aynı yerden geçip giden insanların yüzlerine bakıyor. Farklı yüzlerde yaşadıklarına değecek bir işaret arıyor. Bağlı olduklarımız esasında görünürün dışında ne kadar bağlı bize? Bu sorularla gizemli insanlara, alelade ilişkilere, yaşantıları başkalaşıma uğratan Japonya tarihindeki savaşlara, amansız kıyımlara, insanın değersizleştirilmesine ve kendine yabancılaşmasına varıyor...

Murakami’nin bu sürükleyici yolculuğunda saklı anlamları keşfetmek oldukça iyi bir deneyim 💙💙💙

________________________________________________
“Bir şeyi anlatmaya ve açıklamaya çalışmak ve bunu başaramamaktan doğan küskünlük..”

"Ağlamak ya da yakınmak, acıyı hiçbir zaman hafifletmez, tam tersine büsbütün acınacak bir durum yaratır."

“Bir insan için başka bir insanı derinliğine tanımak olası mıdır? Birini gerçekten tanımak, hem zaman hem de içtenlikle harcanacak çaba ister, ama gene de özüne ne kadar yaklaşılabilir ki?”

"Gördüklerimiz, dünya gerçeğinin ancak küçücük bir bölümü. Biz alışmışız, dünya budur işte, diye düşünüyoruz, aslında hiç de öyle değil. Gerçek dünya, daha karanlık, daha derin bir yerde."

"Size şunu belirtebilirim ; her şey aynı zamanda hem çok karmaşık hem de çok basittir. Bu dünyayı yöneten temel bir kuraldır. Hiç unutulmamalıdır."

3 Mart 2020 Salı

sisifos



Günlerden bir gün, Irmak Tanrısı Asopos'un kızı kaybolur. Bir türlü bulunamaz...
Sisifos:"ben biliyorum kimin kaçırdığını" der Tanrı'ya. "Ama bir şartım var... Krallığıma bir ırmak bahşetmenizi istiyorum. Kızınızı Zeus kaçırdı," der.
Zeus, Sisifos'a çok sinirlenir. Ölüm tanrısı Thanatos'u, onun canını alması için gönderir. Fakat bizim Sisifos yamandır, ölümü bile zincire vurdurur.
Yeraltı Tanrısı Hades, "Zeus bu böyle olmayacak Sisifos cezasız kalmamalı," der. Adamın işi kötülük, kötülük kuyusu açmasa olur mu?
Zeus bu sefer çareyi savaş tanrısı Ares'i yeryüzüne göndermekte bulur. O da alır bizim Sisifos'u götürür yeraltına. Sisifos, bir yolunu bulur kaçar oradan da. Zaman geçer Sisifos yaşlanır. O vakit Zeus, ben bunun cezasını yerde bırakmayacağım der.
Dimdik bir kayanın tepesine bırakır onu. Önüne de kocaman bir kaya koyuverir. Bu kayayı her gün bu dağın tepesine çıkaracaksın Sisifos Kardeş der. Sisi her gün kayayı çıkarır çıkarmasına lakin kaya yeniden düşüverir. Sonsuza kadar lanetli bir şekilde yaşar böyle...

Albert Camus bu hikayeyi kitabında kullanır. Der ki, Sisifos'un yaptığı bir boyun eğme değil, bir baş kaldırıdır. Tanrılara karşı koymaz, yaptığını olduğu gibi kabul eder ve ondan keyif almaya çalışır. İnsan da yaşamın baskılarını bilmeli ve absürtlüğünü unutmamalıdır. Bunlara rağmen her gün yeniden başlamalıdır, kayanın o dik tepeden düşeceğini bile bile...