29 Aralık 2013 Pazar

Şiir Yıllığı


             Ben istiyorum ki hastalandığım zaman başucumda Didem Madak oku..

Akıl salıncağı. Komedi Tanrıçası

salıncağına yanaşamadım hiç
ülkemden öpemedim
bir kitapla düet yapacak kadar da büyümedim
memur olacağım
-annem öyle diyor

ben sakallarımı uzatmak düşüncesinden
limanlarımı öldürmek düşüncesinden duramıyorum
bir gemi gelince yanağıma
annem duruyor sanki
uykuda bağırıyorum

annem beni hiç duymuyor
martı seslerine kulak veriyorum
oysa martı hiç görmedim ben
Sait Faik kütüphaneleri kurulsun istiyorum
saçları kızıl olsun istiyorum
öpüşürken leylaklar

kapı numaramı bilmiyorum
kapı çalınca kapıya ben bakmıyorum
kapı çalınıyor
gelmeyen sensin

kitap alıyorum
içinden hediyeler çıkıyor

sayfa numaralarını çeviriyorum
sen yoksun

dört dize de kıpırdamıyor rüzgar
yapraklar hızlı olmayı beceremiyorlar

ben seninle yürümek istiyorum
banklar buna izin vermiyor

sana uzun mektuplar yazacağım diyorum
şımarıyor kalemler

kalemi kırıyorum her yer sen oluyor
üzerime bulaşınca leken
yazdıklarımı siliyorum
bir bakıyorum hatıran gülünüp gitmiş..
                                     Muhammet RK

Genç şairimizin yakında çıkacak olan şiir kitabından çok sevdiğim bir şiiri. Şairimiz Ah Muhsin Ünlü gibi, modern Türk şiirinin Maveraünnehir'in de, uçurumlarında, zirvelerinde hünerli bir samuray, muzip bir derviş, fiyakalı bir çita gibi dolaşıyor.

Kitabının ilk okuyucularından olacağım kesin. Yazın hayatında başarılar diliyorum .Ben de istiyorum ki bütün şehirlerde Sait Faik kütüphaneleri kurulsun, şairler gördükleri martıların kanatlarında uçsın ışığa ve hep maviye...



25 Aralık 2013 Çarşamba

Gülce'nin lezzet günü:)

Yaptığı her işi annesi gibi ciddiye alır ve özenle yapar:)

Gülce Naz'ın okulunda ailelerle yapılan iki etkinlik var: Birincisi lezzet günü, ikincisi sürpriz günü. Birinci etkinlikte çocukla beraber kek, kurabiye, poğaça tarzı bir şeyler yapılıyor. Yapım aşamaları fotoğraflanıp okula gönderiliyor sonra anne ertesi günü yiyecekleri okula götürüyor, çocuklara masal okuyor ve yiyecekleri dağıtıyor.
İkinci etkinlik ise, sürpriz günü, hazırlık yapacak aile, kız çocuklara erkek çocuklara aynı ya da farklı minik hediyeler alıp dağıtıyor.

Bugünkü etkinliğimiz lezzet günü ve yarın sıra bizde. Önce çikolatalı muffin yapmayı düşünüyordum. Okuldan eve gelince aniden damla çikolatalı kurabiye yapmaya karar verdim. Yemek faslının ardından Gülcoşla cancağazımın aldığı mutfak önlüklerimizi giydik. Kedinin blogunu açtım; yumuşak, büyülü müzikler evin havasını bir anda değiştirdi. Eşim de fotoğraflarımızı çekti. Okulun sitesinde de yayınlanacağından bol bol çekim yaptı, ben burada birkaçını yayınlıyorum.
Gülce, kurabiyenin hamurunu bile yoğurdu. Her şeyi ona yaptırdım:) Kurabiyeleri bir ölçü fazla yaptık. Fazla olursa okula götürürüm dedim. Kurabiye yaparken çok güzel şarkılar söyledi kelebeğim:)

Gözlerinden uyku akıyor ama büyük bir sabırla kurabiyeyi bitirmeye çalışıyor:)

Şimdi de damla çikolataları kurabiyeye diziyor, çoğunda gülen yüz yapmaya çalıştı. Tepsilerdeki silikon pişirme aparatını da yine cancağazım/ablacığım göndermişti. Süper pratik bir şey, yıkıyorsun, makineye atıyorsun tekrar tekrar kullanıyorsun. Canımcım Tchibo'dan ne alsa aynısından bana da alır. Geçenlerde internetten yaptığı yanlış bir alış verişten dolayı içindeki alışveriş çılgını yok oldu. Umarım bu geçici bir durum olur. Yoksa bu durumdan ben çok etkileneceğim:))


Ve işte final, kurabiyeler fırında pişmeye hazır:) Eline sağlık meleğim..
Hepinize damla çikolatalı kurabiye tadında nefis bir gece dilerim!

24 Aralık 2013 Salı

Benim tatlı hediyelerim :)

Mutluluk.
Hani dünyanın en şanslı insanıymışım hissine kapılıyorum bazen.
Haklı sebeplerle.
Öyle.

Ufak telaşlar, sızılı yokluklar sarkacında  gidip gelirken ansızın uzaklardan gelen bir paket o anki tüm monotonluğunuzu alır. Ve sizi bambaşka diyarlara sürükler.. Her bir paketi özenle hazırlanmış, içine sevgi tanecikleri bırakılmış güzel armağanlara bakarken uzaklığın hiç de engel tanımayacağını ve yüreklerin her şekilde, isterlerse, aynı düzlemde buluşabileceklerini düşünürsünüz.
Güzel arkadaşım, yetenekli çizerim, sağ duyulu sosyologum sevgili Anarşi (Özlemcim)  yine beni tatlı sürprizleri ile çok mutlu etti.


Güzel kitaplarım, içten mektubum, yılbaşı kartpostalı, pisicikli ayraçlar ve her biri el emeği göz nuru zengin içerikli ayraçlar. Her kitabımda birini kullanıp seni anımsayacağım:)


Ortadaki pakette Gülce için Özlemcim mavi bir bandana örmüş. Gülce çok sevdi bandanasını. Erkenden uyuduğu için takıp resmini çekemedim. Annesinin ördüğü bereyi de çook beğendim. Takı seti, broş, bileklik hepsi de çok kibar. Yaşadığım sıcak şehirde en çok gereksinim duyacağım kremleri bile unutmamış. Kalp şeklindeki şeker mi şeker kutuda ise, Özlemciğimin kendi elleri ile yaptığı anarşik kurabiye var. Özlem çok kaygılanmış dağılır diye ama hiç bir şey olmamıştı kurabiyelere. Gerçekten harika bir tadı var. Şu an yeşil çayımla yiyorum, Gülce de yedi ve çok beğendi. Anne bi daha yapsın diyor. Ellerine sağlık, tarifi de biliyorum artık, sık sık yapacağım:)


Yaşadığı yöreye ait tel kırması adı verilen sehpa örtüsü de salonumun orta sehpasında yerini aldı. Bir arkadaşımın evinde görmüştüm çok zahmetli olduğunu söylemişti. Bu kıymetli armağanı da severek kullanacağım. Hepsi için çok teşekkür ediyorum, nice güzel paylaşımlarla nice güzel yıllara..

gözlerin güzeldi
ellerin
ve kalbin
hissedilmek vardı kokunda
biraz elma çayı
biraz da kurabiyeydin
belki de bir çilek reçeli
bıraksalar dünya kadar güzeldin 
dünyalar kadar. 

Şarkı

22 Aralık 2013 Pazar

Şiir Yıllığı

DÖNGÜ
Sevincin yüzü güler ya, umudun çiçeği açar
ben de gözlerimi şafağa açarım
sevginin pınarında yıkayıp saçlarımı
sana öyle gelirim.

Kuşlar uykudayken daha, rüzgârlar uykudayken
uyanırım sessizce
düşer yola yine sana gelirim
sana o zaman gelirim işte;
unutmak için her şeyi
öğrenmek için yeni baştan!
                                   Adnan AZAR    
ADNAN AZAR (1956-...) Rize’ye bağlı Çayeli ilçesinde doğdu. T.E.D. Kayseri Koleji’ni ve Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nü bitirdi. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde bir süre Sosyal Bilimler okudu. İstanbul 24 Saat (1991), Batık Aşklar Müzesi (Altın Koza En İyi Kurgu Ödülü, 1995) adlı sinema filmleriyle, kimi TV dizilerinin yönetmenliğini üstlendi.  Şiirleri, 1976 yılından başlayarak; E, Gösteri, Şiir-lik, Yarın, Yazko Edebiyat, Varlık gibi dergilerde yayımlandı. Şiirin yanısıra, bir bölümü Adam Öykü dergisinde Uçurumlar üst-başlığıyla yayımlanmış kısa öyküleri ve senaryo çalışmaları da var. Ankara’da yaşiyor.  Yapitlari : Unutmak Sulari (1982)  Parçalanmiş Zamanlar (1997)  Yeni Zaman (1998)  Rüzgar İstasyonu Ödülleri : 1982 Akademi Kitabevi Şiir Başari Ödülü Unutmak Sulari ile 

19 Aralık 2013 Perşembe

Nietzsche'den Salome'ye..


Öyle bir hayat yaşadım ki,
Cenneti de gördüm, cehennemi de
Öyle bir aşk yaşadım ki
Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de

Bazıları seyrederken hayatı en önden
Kendime bir sahne buldum oynadım
Öyle bir rol vermişler ki
Okudum okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde
Hem kızdım hem güldüm halime
Sonra dedim ki 'söz ver kendine '
Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin
Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin
Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin
Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin
Öyle bir hayat yaşadım ki, son yolculukları erken tanıdım
Öyle çok değerliymiş ki zaman
Hep acele etmem bundan, anladım…
-Nietzsche’den sevgilisi Lou Salome’ye-

16 Aralık 2013 Pazartesi

Kitap Kokusu


Satranç hayat gibidir. Her parçanın kendi işlevi vardır.. Bazıları zayıftır, bazıları ise güçlü..
Bazıları oyunun başında işine yarar, bazılarıysa sonunda ; Ama kazanmak için hepsini kullanmak zorundasın.. Aynen hayatta olduğu gibi, satrançta da skor tutulmaz.. On parçanı kaybedip yine de kazanabilirsin oyunu… 
                                                                                                 Adam Fawer 

Her insanın ayrı bir kokusu olduğuna inanırım. Biz bunu anlamıyoruz, çünkü kokular birbirine karışıyor, hangisi senin, hangisi benim olduğunu bilemiyoruz; yalnız havanın pis bir koku yaydığını anlıyor; buna da insanlık adını veriyoruz.
                                                  Nikos Kazancakis – Zorba

Ertelemek, yaşamın mayasını kaçırır. Kızdıysan bağır, sevindiysen söyle, acıktıysan ye, uykun geldiyse yat, özlediysen arkasından koş, sıkıldıysan çarp kapıyı çık, konuşmak istiyorsan konuş.
Sonraya ertelenen ne varsa ruhunu, kokusunu, tazeliğini, öz suyunu yitirir.. Söylenmeyen sözler de zaman aşımına uğrarlar. Yaşlanmaya benzer bu; sözcükler de büzüşüp, küçülürler. Geriye dönüş yapıldığında o vurucu gücü, etkiyi beklemek hayaldir.
                                                                                Ferhan Şaylıman

İnsanlar genellikle birbirlerinden nefret ederler, çünkü birbirlerinden korkarlar! Birbirlerinden korkarlar,
çünkü birbirlerini tanımazlar! Birbirlerini tanımazlar, çünkü iletişim kurmazlar,
İletişim kurmazlar çünkü sınıflara ayrılmışlardır…!
                                                   Martin Luther King

Seni olduğun gibi kabul etmek !..Tanımıyorum ki. Bir saatte dört mevsim. Toprak bile almadan vermez.
Harikulade bir romanı beraber yazabiliriz. Yazabilmek ne kelime..! Yaşayabiliriz. Roman başladı mı..? Bir dakika kendin ol, bir dakika cemiyetten sıyrıl, ezberlediklerini unut, bırak varlığını ; Bir rüya’ya bırakır gibi bırak. Aşkın bir oyun olduğunu kabul etmiyorum. Aşk bir teslimiyettir, bir eriyiştir. Yeniden doğmak için uyanıştır. Aşkın bütün sırrı iki kelimede : Varlığından soyunmak. Aşk için ya hep vardır, ya hiç. Sen hep misin, hiç misin..? Bu iş ters başladı. Belki anlamadığın ve anlamayacağın bir dili konuşuyorum ; Bu dili anlayan kaldı mı ki…? 
                                                                               Cemil Meriç

Bir şey yaptım ve sen öldün. Hiçbir şey yapmadım sen yine öldün. Seyrettim ve sen öldün. Düşündüm ve sen öldün.
İsyan ettim ve sen öldün. Sen ölmeden, sen ölürken ve sen öldükten sonra ; Sordum, neden..? Bu akılsızlığın hiç bir akıllı yanıtı yok, çünkü gerçek herkesten önce öldü. Bundan ki ölüm nedeninin hiçbir önemi yok.
Öldüğün için ; Sen haklıydın ben haksız dedim ve ben öldüm.
Şimdi ben de haklıyım. Artık eşitiz, artık kardeşiz ve artık özgürüz.
Peki mutlu muyuz..? Mutluysak neden hala ölüyoruz..?
Mutlu değilsek neden hala savaşıyoruz..?
Ortak akıl asgari deliliğimizin ortak paydasında buluşmak ;
Gerçeğin, doğrunun olmadığı bir kaosta, deliliğin de aklın da
hiçbir anlamı yoktur…
                                                                    Theodor W. Adorno

En önemli karşılaşmalar, bedenler daha birbirini görmeden ruhlar tarafından hazırlanır. Genellikle bu karşılaşmalar, belli bir sınıra ulaştığımızda gerçekleşir, duygusal olarak ölüp tekrar doğmaya ihtiyaç duyduğumuzda. Buluşmalar bizi bekler, ama çoğunlukla biz onları engelleriz. Gene de, eğer umutsuz değilsek, artık kaybedecek hiçbirşeyimiz yoksa ya da hayat bize coşku veriyorsa, o zaman bir yabancı ortaya çıkıverir ve dünyamız yolundan sapar.
                                         Paulo Coelho - 11 Dakika





15 Aralık 2013 Pazar

Pazar günü şiiri :)


Orta okula giderken pazar günleri en büyük sevincim Trt'deki Hilmi Yavuz ve Bilge Karasu'nun hazırladığı (Şu an ismini hatırlamıyorum) edebiyat içerikli programı izlemekti. Her hafta bir yazar ya da şair konukları olurdu. Hilmi Yavuz okurken o günler aklıma geldi ve bu şiiri.. Güzel haftalar..

UZAK GÖZLER

uzak gözler! Siz kuşlardınız
ve sanki hüzün hazineleri

sustunuz, en son ölümden beri
durdunuz,
ve nedenleri
bir kabuk gibi taşıyaraktan
ilerleyen kehribar bir kurdun
içinden o derin sonuca doğru
bir gizemden daha yakut,
daha elmas
taşlarıyla ... uzak gözler!
ve acı sürüleri ...


uzak gözler! siz kuşlardınız
ya da kuş eğretilemeleri ...
oysa bir düz yazıya benziyordunuz
ve gelenleri
bir bir tuttunuz: yalvacını
bir fırtınanın; ölümün
ilkyazıydı, üstünden
sekerek gül izlerinin
geldiniz ... uzak gözler!
siz! güz melekleri ...

uzak gözler! siz kuşlardınız

ve sanki hüzün hazineleri
                               Hilmi Yavuz

13 Aralık 2013 Cuma

Kar ve bıraktıkları..

                                          
Kar yağıyordu durgun kentin dar sokaklarına.. Kediler sığınacak bir yer arıyor, çocuklar karda yatıyor ve doyasıya onun tadını çıkarıyorlardı. Gözlerime kadar doladığım atkım çiçek kokulu parfümümü burnuma dayıyordu.  Bir yandan karın kokusunu iliklerime kadar duyumsamak istiyordum, bir yandan  atkımı uzaklaştırsam diye düşünüyor ancak burnumun üşümesine dayanamıyordum. Sonunda atkımı uzaklaştırdım burnumdan ve çocuklara özenip karla örtülü yere uzandım. Göğe baktım.. Gökten inen kar tanelerinde gördüm saflığı, temizliği.. O an bir müzik başlasın istedim.. Sonra, hayır, doğanın bu muazzam şarkısı yetmeli, kafi gelmeli şu ana diye fısıldadım..
En çok da çam ağaçlarındaki karlı görüntüyü seviyordum.. Arada esen rüzgar bir un eleği misali dağıtıyordu o dallarda birikmiş karları.. Gökten yağan kar taneleri yere değil de, tüm kirli ruhlara yağsa sonra erise ve yıkasa tüm kirletilmişlikleri, tüm kullanılmışlıkları.. Her şey olduğundan daha temiz bir hal alsa... Çok mu zordu Mavi, çok mu? 


İçimde kendiliğinden beliren o müzikle dans eden bir balerinin valsine eşlik ediyordu o an. Olmayan o müzik kutusunu kurup kurup, aynı valsle o anı ölümsüzleştirmek istiyordum. Defalarca doğanın o esrarengiz müziği çaldı içimde sonra ben ağır ağır sıcak evimin buğusuna doğru yol aldım. Kapı önünde dolgu topuklu botlarımla kaymamak için merdiven trabzanlarına tutuna tutuna ilerledim. Arkamı dönüp karda bıraktığım izlere bakınca, Ahmet Telli'yi anımsadım. Karda izler bırakıyorum avcılar düşsün peşime dedim. Düşmeden, avcılara yakalanmadan girdim içeriye.. 


Posta kutusunda yeşil renkli bir zarf taaa Almanyalardan onca yolu aşıp, içinde sıcacık bir yüreğin sıcacık meltemini getirmişti. Dışarıdaki soğuğun bedenime hükmeden donukluğu sıcak bir kalbin sıcaklığı ile yerini kıpırdayan bir sevince bırakmıştı. Değerli arkadaşım Ahu bu yılın sonunda tanıştık umarım uzun yıllar sürer arkadaşlığımız diyordu güzel mektubunda... Umarım öyle güzel paylaşımlarımız olur ve umarım hayat arzu ettiklerini sana uzatmakta hep eli açık davranır..

Bir an gelir uzaklar yakın olur, bir an gelir sevdiklerimizi uzaklara dağıtsa da hayat, onlar gelip seni bulur, sen de onları kucaklarsın.. 
.........................................................................................
Yeni keşfettiklerimden, sen de seversin belki..

"ve sen ne yapacaksın?
çünkü biliyorsun, nasıl olsa -öyle de, böyle de olsa- yağmur dinecek. sen ne yapacaksın?
yarın, yarın ya da sonraki gün, yağmur dindiğinde, ıslaklık kuruduğunda, her yer daha yeşillenmiş olduğunda sen ne yapacaksın?
badem çiçeklendiğinde, çağla çıkıp kabul olduğunda, kırılıp ince kabuğu ayıklandığında, sobaya kabuk atıldığında sen ne yapacaksın?
ben ne yapacağım?
şimdi nane limon kaynatanın da yoktur senin.
benden yana çevir ışığını, gözlerim kamaşsın artık..."
                                                                    Necati Tosuner

11 Aralık 2013 Çarşamba

Karlı

Kar yağıyor. 
Âh, nasıl yağıyor bir bilsen!.. 
Bu şehri aklarcasına. 
Kaybolanları elinden tutup kaldırırcasına. 
Bir daha durmazcasına. 
Sessiz sessiz, ağır ağır, tane tane 
Göklerden dökülüyor.

                             Nazan Bekiroğlu


"Beni çok sev, usanmadan sev. Zira buna çok ihtiyacım var."
                                                                  Charles Baudelaire

10 Aralık 2013 Salı

pantalonlu bulut




pelteleşmiş beyninizde 
kirden parlayan bir kanepede yan gelip yatan semiz bir uşak gibi
hayal kuran düşüncenizi,
kanlı bir yürek parçasıyla tedirgin edeceğim,
dalga geçeceğim, geberesiye küstah ve zehir dilli.
tek bir ak saç yok ruhumda,
yaşlılığın çıtkırıldımlığı yok onda!
dünyayı bozguna uğratarak sesimin gücüyle
yürüyorum - yakışıklı,
yirmi iki yaşında.
çıtkırıldımlar!
kemana yatırırsınız aşkı siz.
kabalar, onu trampete yükler.
fakat, tersyüz edebilir misiniz, kendinizi benim gibi,
öyle ki, dudaklar kalsın ortada, salt dudaklar!
çık da gel konuk odasından
gel de bir adam tanı,
kibirli, patiskadan ve melek soylu memur karısı.
sen ki dudaklar çevirirsin aynı kayıtsızlıkla,
bir aşçı kadın nasıl çevirirse yemek kitabının sayfalarını…
ister misiniz
ten kudurtsun beni,
- ve gök gibi, renk değiştirerek ansızın -
ister misiniz
öylesine yumuşayım, sevecen olayım ki öylesine
hani, erkek değil de, pantolonlu bir bulut desinler bu!
inanmıyorum çiçekli nice diye bir yerin var olduğuna!
benimle göklere çıkarılacaktır yeniden
hastane gibi bayatlamış erkekler,
ve atasözleri gibi yıpranmış kadınlar da…

vladimir vladimirovic mayakovski
(Владимир Владимирович Маяковский)

9 Aralık 2013 Pazartesi

Yaşamak biraz da :)


Yaşamak biraz da dışarı soğukken evde, işe gitmeden önce masada duran havuçlu kek eşliğinde içtiğin kahvenin buğusu gibi...

Yaşamak biraz da " Benim annem bana çok güzel cips verir biliyorum " diyerek, annesinin karşı olduğu şeylere rağmen onu ikna etme yollarını çok iyi bilen tatlı bir kediyi sarmalamak gibi...

Yaşamak biraz da temizlik sonrası ayakta duramayıp, sıcak bir müzik eşliğinde koltuğa kıvrılıp uyumak gibi. Tokanı çıkarıp saçlarını rahatlatmak, sızlayan saç köklerini..

Yaşamak biraz da mutfaktan tüm odalara yayılan havuçlu kek kokusu gibi, çiçek kokusu sonra çocuk kokusu gibi yumuşak ve huzurlu...

Yaşamak biraz da mail kutuna gelen tatlı hediyelere sevinmek gibi.. O an mutluluğun içinden her şeye bakmak gibi..

Sevgili Anarşi bana gönderdiğin hediyelerin hepsi için ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Çok mutlu oldum..
Gülce'nin odasına asacağım pano, banner ve kartvizitler hepsi çok güzel, ellerine sağlık :)
İnsan hani bazen güzel bakan bir kalbin sevgisini uzakta da olsa çok yakından hissedebiliyor. İnsan hani bazen o kalbi gerçekten çok sevebiliyor.. İyi ki varsın..




4 Aralık 2013 Çarşamba

Sanat ruhlu çocuk :)


Üzerine  kışın kareli gömlek ve renkli sweatshirtler giyerdi. Büyük sırt çantasında fotoğraf makinesi ve küçük bir not defteri olurdu. Duman, Bonomo ve rock grupları dinlemeyi severdi. Konserlerini kaçırmazdı onların. Hatta Bonomo ile yakın arkadaş olmuştu. Onunla fotoğrafları vardı.
Okuduğu şehirden memlekete gelince arkadaşlarının düğünlerinde, özel günlerinde hep yanlarında olur ve fotoğraflarını çekerdi. Gazeteciliği okuyordu ama herkes onu daha çok düğün fotoğrafçısı olarak görüyordu nedense. Çok güzel fotoğraf çalışmaları vardı. Okuduğu şehirde ve memleketteki yerel gazetelerde haberleri çıkardı. Haberlerini kesip kesip eve getirirdi. En çok da onun haberlerinden annesi gurur duyardı. Her dönem onur belgesi alırdı. Şimdi ise son sınıfta gireceği sınavlar için ter döküyordu. İleride bir Cüneyt Özdemir olabilir o da.
Okuduğu şehirde en sık uğradığı yerlerden biri Sokak Kitabevi'ydi. Sokak Kitabevi'nde zaman geçirmeyi ve yeni kitaplar almayı severdi. Yazarlarla, sanatçılarla söyleşilere katılırdı. Memlekete gelirken yeni kitaplar getirirdi. Ot ve sabit fikir gibi dergilerini de edebiyat tutkunu ablalarına getirirdi. Ablaları ona güncel ayaklı kütüphane derlerdi ya da evin en küçüğü olduğu için onlardan sürekli harçlık aşırmanın yollarını denediği için ona sevimli vurguncu derlerdi. Bilgisayarına hep yeni filmler yükler sonra da ablaları tatilde onun yüklediği filmleri izlerlerdi. Az konuşur o da ablaları gibi gizli gizli yazardı. Bazen kendi dünyasına saklanır kimse bulamazdı onu. Çok titiz ve düzenliydi. Saçları ile uğraşmayı değişik şekiller vermeyi severdi. Kollarına dövme şeklinde yaptırdığı şiiri hiç bir zaman tam okutmamıştır kimseye. Aslında çok duygusaldı. O evin en küçüğü olduğu için ailesinin gözünde hiç büyümüyordu. Bir yılbaşı gecesi doğmuştu. Küçükken onun doğumundan sonra evde hindi pişirilmesi adet olmuştu. Ancak şimdiki yılbaşı günlerinde o, başka bir şehirde olsa da babası bu geleneği sürdürmeye çalışıyordu. Yılbaşında doğmuş inatçı bir oğlaktı o da. Yeğenlerini çok sever onların taklitlerini çok güzel yapardı. Her yemekten sonra canı muhakkak şekerli bir şey yemek isterdi. Ablalarından en çok mozaik pasta yapmalarını isterdi. Rivayete göre sevgililerinden de bunu istermiş. Çünkü annesi bir gün evde yapılmış, kim tarafından yapıldığı bilinmeyen bol çikolatalı, fındıklı bir mozaik pastayı görünce böyle bir tahmin yürütmüştü. 
Hep üç büyük şehirden birinde okumayı hayal ederdi. Hayalini okurken gerçekleştiremedi ama o üç büyük şehirden birinde iyi bir gazeteci olacağı ve kendini hep geliştirmeye devam edeceği gün gibi açıktı. Yolun hep açık olsun sanat ruhlu çocuk...

30 Kasım 2013 Cumartesi

Olanlar, bitenler :)



Dün Gülce'nin okulca yaptırdıkları takvim ve bardak geldi. Fotoğraflarından yapılan bu takvim ve bardak şu an evimizin en güzel yerinde. Çok tatlı çıkmış kuzum benimm :))

Bugün hava bulutlu, açarsa belki arabaya atlayıp Gülce ile bir şeyler yapabiliriz. Hafta sonları Gülce'ye okul öncesi çocuklar için bir set almıştım. O setten etkinlikler yaptırıyorum. Hani çok özgün çalışmalar olmadığı için paylaşmıyorum. Montessori'den artık yapamıyorum çünkü malzemelerini bulmak gittikçe zorlaşıyor. Yani bu yaş grubu için burada malzeme bulmakta sıkıntı çekiyorum. Onun dışında odası, puzzle, yap-bozla doldu. Sürekli bunlarla uğraşıyor. Odasına barbili çadır aldık, orada evcilik oynuyoruz. Günün belli saatlerinde müzik açıp dans eder muhakkak. Allı, pullu, tüllü kıyafetleri çok seviyor. Arzu teyzesinin gönderdiği tüllü, çiçekli eteği iki gün üst üste giydi okula giderken. Bıraksam bu hafta boyunca giyecekti neredeyse. Evde yaptığım en ufak değişikliği hemen fark eder. Bu yönü çok hoşuma gidiyor. Anne bu masa örtüsü ne yakışmış buraya, diyor. Zevklerimiz benziyor onunla ve her şeye pozitif bakmasına bayılıyorum. Yere bir şey dökülüyor, bir şey olmaz, hallederiz diyor. Ben şimdiye kadar kırdığı, döktüğü bir şey için hiç bağırmadım. Küçücükken yemeğini önüne koydum, kendi kendine döke saça yedi. Olabildiğince özgür bıraktım onu ve hayatta hiç bir şeyin onun sağlığından önemli olmadığını irdelemeye çalıştım tavırlarımla. O yüzden o da her şeyi olgunlukla ve tebessümle karşılıyor. Dün izlediğim filmde de, tatsızlıkları hoşnutlukla kabul etmeli diyordu anne çocuğuna, onlar hayatımıza gelir ve sonra giderler. Gülce de bunu çok iyi biliyor.

Dün gece onu uyuttuktan sonra yatağın çarşaflarını, nevresimlerini değiştirdim, güzel bir banyo sonrasında o temiz, mis kokulu yatağa atıp kendimi, çok güzel bir film izledim. Evde özellikle cuma gününün verdiği mutlulukla rahatlatıcı ritüeller geliştiriyorum kendime. Kutup Çizgisi Aşıkları adlı filmi çok beğendim. İzlemek istersen, filmle ilgili  buraya bakabilirsin :)


Küçük Mucizeler Dükkanı adlı kitabı bitirdim. Kitabı bitirdikten sonra hemen bir tuhafiyeye fırlayıp renkli ipler alıp örgü örme isteği belirdi içimde. Örgü örmenin çok çok faydalı olduğunu bu kitap vesilesiyle öğrendim, kitaptaki örgü ören kadınların mutlu sonla biten öykülerine tanık olmak da ayrı mutlu etti beni. Mesleğe ilk başladığımda ev arkadaşlarımla uzun kış gecelerinde dizi izleyip örgü örerdik, takı yapardık. Sorumluluklar artınca biraz bu yönümü unuttum sanırım :)
Bu kitaptan sonra biraz şiir okuyayım dedim canım okur, Murathan Mungan Timsah sokak şiirleri. Sonra da Huzur'u okuyacağım yine Tanpınar'dan.

Ne zamandır bizden haberler vermiyordum, bugün de böyle bizli bir yazı olsun istedim. Unutmadan güzel şarkılar dinleyin, yaptığınız işe yoğunlaştığınız gibi gökyüzüne de yoğunlaşın. Her şey orada. Ses de, sessizlik de, dua da, sır da, gerçek de orada. Güzel bir hafta sonu dilerim hepinize, bol mavilisinden :))

29 Kasım 2013 Cuma

İzledim


Snijeg ( Kar ) yönetmenliğini Aida Begiç'in yaptığı savaş sonrası kalıntıları anlatan bir Bosna filmi. Filmde erkeklerini savaşta kaybeden Doğu Bosna'daki bir köyün 1997 yılında geçen hüzünlü öyküsü aktarılıyor.Köyün kadınlarının bir yandan reçel ve turşu satmaya çalışarak geçim derdiyle boğuşması, diğer yandan geçmeyen kayıpları, taze acılarıyla yüzleştikleri günler..
Bu film hakkında çok şey anlatmamalı aslında, ağlarken nasıl konuşulmazsa, bu filmi izlerken ve sonrasında susulmalı. 

Bu ara sık dinlediklerim:


28 Kasım 2013 Perşembe

Günaydın dünya


Bu sabah gök gri bir örtünün içinden bakıyordu yeryüzüne. O griliğin içinde gidip gelen göçmen kuşların oynayışları bir de şarkıları karışıyordu güne. Çocuklar çantaları sırtlarında okula gidiyorlardı ağır aksak adımlarla.
Bense kulaklığımı takıp yolda yürürken dinlediğim şarkılara kendi hayallerimden çaldığım karelerden klipler çekiyorum. Kanatları varsa insanın uçurumlardan korkmaz diyorum. Kah bir kelebek oluyorum, rengarenk çiçeklere konuyorum; kah bir kuş oluyorum, küçük bir mercekten bakıyorum insanlara. Ama hep uçuyorum...
İstiyorum ıslak sokaklar boyu uçarken kuşlar yuvasız kalmasın sonra çocuklar büyüdükçe hayal dünyalarını yitirmesin ne biliyim büyükler kötü şekerler, çikolatalar yapmasın. Güzel kitaplardaki kahramanlar hep mutlu sona varsa, çalışmaktan elleri nasır tutmuş köşedeki ayakkabı tamircisinin dükkanı hiç boş kalmasa, babaların eve giderken elleri hep dolu olsa ve anneler daha az ezilse...

Hiç bir şey bilmeyen bir çocuk edasıyla kavrasam belinden dünyayı ve desem ki onu yaratana:

 “eline sağlık Tanrım leyla çok güzel olmuş/ Tanrım eline sağlık, dünya da güzel olmuş/ keşke biraz ölmesem.” 
İbrahim Tenekeci


25 Kasım 2013 Pazartesi

Parlak gece


Tüm güzel duygularım kalbime toplanmış gibi Mavi...
Aklım, fikrim kalbimde.

Senin bu paketi göndermek için o kadar yolu yürüdüğünü ve yürürken kalbinde hayata dair hep iyi tohumlar büyüttüğünü çok iyi biliyorum. Paketlerini henüz aldım, paketleri bile kurdeleyle o kadar güzel hazırlamıştın ki, bir müddet açamadım. Zerafetini izledim, zerafetini hissetmek istedim. Yumuşak, pamuk şekeri gibi kalbini hissetmek ne güzel..
Aldığın çantayı takarken, kremi ellerime sürerken, boynuma şalı takarken, mutfakta bulaşıkları kurularken, Gülce'ye o cici kıyafetleri giydirirken hep hayatımda uzakta olsan bile tebessüm edeceksin bana. En zor günümde hayatıma tebessümü yaydığın gibi canım ablacım... 



sen hiç amuda kalkıp takla atan bir kukuma kuşu gördün mü Mavi?
görürsen, kırlangıçların selamı var. söyle.
ve manolyaların.
murnundan öpüyormuş, karanfiller.
söyle ona Mavi.
çok seviliyormuş.
unutma.


23 Kasım 2013 Cumartesi

Armut ağacı! iyi sabahlar! sana bakınca yüzüm değişti


UYANINCA ÇOCUK OLMAK

Siz ne iyisiniz, ben sizi bir şeylere benzetiyorum
Bilmem bir testi, bir bakır sahan kolay mı sizinle
Çok rahat bir gökyüzü mü var sizinle
Güneş bir pazartesi olarak mı duruyor burnunuzda
Yoksa bükülmüş bir nehir gibi mi küpelerinizde
Siz küçük adıyla mı çağırırsınız sessizliği
Öyle mi, ya kim uyandırır sizde
Bu sevişme dalgalarını, aşk seslerini
Bak`ları, duy`ları, okşa`ları, evet`leri
Hele bu elleri, ayakları bu
Gözleri gözleri.
Gidip bir bardak su içiyorum. Ağzım benim!
Su böyle neye benziyor, çok çocuklu bir bahçeye değil mi
Bakmayla içersek gözlerimiz de bir şeye benziyor
Senin gözlerin, bizim gözlere, onun gözleri
Her zaman söylüyorum kuyumcular için imzalı yazı gerekmez
Ama hiç gerekmez öyle değil mi
Armut ağacı! iyi sabahlar! sana bakınca yüzüm değişti
Bütün gün çalışıyorum en kötü iş yerlerinde
Yorulup bunalınca hep o sana bakmayı deniyorum
Birden çarşıyı gösteriyor dallarının inceliği
Hem niye saklamalı, çarşıyı gösteriyor işte
Bak! şakur şukur şapka satın alan birisi
Yusyuvarlak bir kişilik deniyor
Pis adam -ne kötü dünya- öyle mi değil mi.

Siz yok mu, sizin her yeriniz şaşırıp kalmaya istekli
Bir bakın, uyanıp kalkınca çocuk olmalarım var benim
Şu da var: bir sokak en açılmış pencereler dalıyor
Dalıyor da söz mü, yatağa uzatıyor otomobillerini
Aşk duyan bir kadını
Onun kişiliği olan memelerini
Gözlerim! hey sokak! geri getiriyor gözlerimi
Kimi zaman da bir cam kırılıyor şangur şungur
Diyorum böylesi gürültüler şiir için gerekli
Öyle mi değil mi.

Bizim o duvarlık tabaklar durmadan uzağa götürüyor evimizi
Daha aldığım gün bildim maydanoz olacak üstündekileri
Maydonoz olacak, maydanoz olacak, maydanoz olacak
İyi ama, niye sevmeli her önüne geleni
Herkesin, herkese, herkesi
Daha dün yepyeni bir son koydumdu şiire
Aldı, yepyeni bir kalabalığı getirdi
Ama iyi yaptım öyle mi değil mi.
 

Edip Cansever

İlkyaz


"…
ah, kimselerin vakti yok
durup ince şeyleri anlamaya

kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar
evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya
yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı
bakıp kapatıyorlar
geceye giriyor türküler ve ince şeyler

"memelerinde biraz irin, biraz balık ve biraz gözyaşı
bir dev oluyorsun deniz deniz deniz
sisin dere ağızlarından sokulup akşamları
fındıklarımızı basıyor
neyleriz kararan tomurcukları
çocuklarımıza yalvarıyoruz: aç durun biraz
tecimenlere yalvarıyoruz :
bir “hotel” bir gizli evlenme az çiziniz
bir banka az çiziniz bir yalvarma
bizden size ve sizden dışardakilere

karılarımızı yolluyoruz tırnaklarını kesmeye ve demeye
-evet efendim-
çocuklarımızı yolluyoruz dilenmeye
bizler gidiyoruz yatağımız tanrıya emanet
yazların motorlu çingeneleri

ah kimselerin vakti yok
durup ince şeyler, anlamaya

baba evleri, ilk kez girilen ırmağa dönüş
toprağa tutku, kendinden dolayı
kulaklarımızı tıkıyoruz: para para para
kulaklarımızı açıyoruz: kavga kavga kavga
sorar belki biri: kavga ama neden kavga
komşumuza sonsuz balta, karımıza yumruklar içinde
-bilmiyoruz neden kavga.

sonra kasabamızın cezaevinde
silgimizi göz önüne yerleştiriyoruz
günlerimizi iterek genişletiyoruz
yer açıyoruz karılarımızı düşünmeye
bizsiz geçen menevşeyi düşünmeye

durup ince şeyleri anlama
kimselerin vakti olmasa da
okulların kadın öğretmencikleri
tatil günlerini çoğaltsalar da
kutsal nemiz varsa onun adına
gözlerimiz için bağlar dokusalar da
birikimler ve çizgiler gitgide gitgide
açmaya ilkyaz çiçekleri

bir gün birileri öte geçelerden
ıslık çalarlar, yanıt veririz”
…”
Gülten Akın

Kırmızı Ot'tan


" Tatile çıkacakları için öğretmenlerin de insan olduklarının fark edildiği ve sınıfın daha tenha olduğu senenin son günleri. Artık sebebini bilmediğimiz tüm o büyük korkular ve sınav akşamları. Düzenli bir alışkanlık. Bununla sınırlıydı. Artık biliyor musunuz Bay Brul, çocuklara on altı yıl süren düzenli bir alışkanlığı dayatmak alçaklık. Zaman Bozuldu Bay Brul. Gerçek zaman, eşit saatlere bölünmüş ve mekanik değildir.Gerçek zaman özneldir. İçinde taşırsın.

Her sabah saat yedide kalkın. Öğlen yemek yiyip dokuzda yatın. Asla kendinize ait bir geceniz olmaz. Denizin alçalmayı bırakıp durduğu bir an, tekrar yükselmeden önce gecenin ve gündüzün birbirine karışıp eridiği ve nehirlerin okyanusla karşılaşmalarındakine benzeyen bir coşku seti oluşturduğu, dingin bir zamanın var olduğunu asla bilmezsiniz. On altı yıl gecelerimi çaldılar Bay Brul. Beşinci sınıfta, altıncı sınıfa geçmemin tek ilerleyişim olması gerektirdiğine inandırdılar beni. Son sınıfta bitirme sınavını vermem gerekiyordu.Ardından bir diploma. Evet bir amacım olduğunu sanıyordum Bay Brul. Ama hiç bir şeyim yoktu. Başlangıcı ve sonu olmayan bir koridorda, bir embesiller römorkunda, diğer embesilleri izleyerek ilerliyordum. Hayatımızı diplomalarla geçiştiriyoruz. Aynı zorlanmadan yutturmak için kapsüllerin içine acı tozlar konması gibi. Görüyor musunuz Bay Brul, hayatın gerçek tadını sevebilirmişim bunu şimdi anlıyorum. "
                                                                                                                  Boris Vian- Kırmızı Ot

sensations- duyum



par les soirs bleus d’été, j’irai dans les sentiers,
picoté par les blés, fouler l’herbe menue :
rêveur, j’en sentirai la fraîcheur à mes pieds.
je laisserai le vent baigner ma tête nue.
je ne parlerai pas, je ne penserai rien :
mais l’amour infini me montera dans l’âme,
et j’irai loin, bien loin, comme un bohémien,
par la Nature, - heureux comme avec une femme.
- - - - - -
mavi yaz akşamlarında, özgür, gezeceğim,
ayaklarımın altında nemli, serin kırlar;
başakları devşirip otları ezeceğim,
yıkayıp arıtacak çıplak başımı rüzgâr.
ne bir söz, ne düşünce, yalnız bitmeyen bir düş
ve yüreğimde sevgi; büyük, sonsuz, umutlu,
çekip gideceğim, çingene gibi, başıboş
doğada, -bir kadınla birlikte gibi mutlu.

Arthur Rimbaud (çev.Erdogan Alkan)

21 Kasım 2013 Perşembe

Mutluluk


Mutluluğu aradığın sürece,
Mutlu olacak kadar olgun değilsindir,
Ve ulaşacak kadar her istediğine.

Kayıplara yakındığın sürece
Ve hedeflerin varsa durmadan yöneldiğin,
Bilemezsin huzur nedir diye.

Vazgeçersen şayet her arzudan,
Ne hedef, ne de istek tanıyıp,
Mutluluğu artık adıyla anmıyorsan,

O zaman olup bitenlerin akışına
Dayanamaz yüreğin ve ruhun erişir huzura.

Hermann Hesse

19 Kasım 2013 Salı

İzlemek İstersen


" Bisikletli Çocuk " çocuk psikolojisini tüm gerçekliğiyle ortaya koyan bir film. 12 yaşında babası tarafından istenmeyen, yetiştirme yurduna bırakılan Cyril'in hikayesini anlatıyor. 
Cyril, babası tarafından istenmediğini somut olarak gördüğü halde sürekli bunu inkar halinde. Kendisine olabiliğince hoşgörülü davranmaya çalışan görevlilere karşı agresif tutumundan kesinlikle ödün vermiyor. Babasını ararken tesadüfen kuaför salonu işleten Samantha ile tanışan Cyril, ondan koruyucu annesi olmasını ister. Babasına olan öfkesini Samantha ile geçirdiği haftasonlarında, kadının ona duyduğu sevgiyle dizginlemeye çalışır.
Belçikalı yapımcı, yönetmen ve senarist Dardenne kardeşlerin, insanın yüreğini burkan ve kendilerine Cannes’da En İyi Senaryo ödülünü getiren Lorna’nın Sessizliği (2008) filminden sonra imza attıkları Bisikletli Çocuk, 2011 Cannes Film Festivali’nde de Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da filmiyle büyük ödülü paylaşmıştı.