23 Ekim 2013 Çarşamba

Alice Harikalar Diyarında


"Lütfen söyler misin bana, burada ne yana gidebilirim?"
"Bu, gitmek istediğin yere bağlı," dedi Kedi.
"Neresi olursa olsun, önemi yok," dedi Alice.
"O zaman ne yana gitsen olur," dedi Kedi.
Alice, sözünü açıklamak amacıyla, "Yeter ki bir yere varayım," diye ekledi.
"Tabii varırsın," dedi Kedi, "yürümekten yılmazsan, bir yere varırsın elbet."
Alice, bu doğruya karşı çıkılamayacağını sezdi, başka bir soru denedi:
"Buralarda nasıl insanlar oturuyor?"
Kedi sağ patisiyle bir yuvarlak çizerek, "Şurada," dedi, "bir Şapkacı oturur, şurada da," öbür patisini salladı, "bir Mart Tavşanı. Hangisine istersen git; ikisi de delidir."
"Ben deliler arasında ne yapayım?" dedi Alice.
"Başka çaren yok ki," dedi Kedi, "hepimiz deliyiz burada..."

“Ben düşes olunca.”dedi Alice (ama sesi pek de umutlu çıkmıyordu) “Mutfağımda hiç biber bulundurmayacağım. Çorba bibersiz de olur. Belki de insanları biber sinirli yapıyor.”diye devam etti. Yeni bir kural bulmuş olduğuna çok sevinmişti.”Sirke ekşileştiriyor, papatya acılaştırıyor, şekerli şeyler de çocukları tatlı huylu yapıyor. Keşke büyüklerde bunu bilseydi: o zaman şekerli şeyler konusunda cimrilik etmezlerdi.”

“Göründüğün gibi ol. Ya da daha basit söylemek gerekirse: Başkalarına karşı göründüğün gibi olmaktan başka birşey olmaya çalışma ki , olduğun gibi görünmekten başka bir şeye çalışmış olduğunu gördüklerini sanmasınlar.”



“Bilmeceyi çözebildin mi?” dedi şapkacı yeniden Alice’e dönerek.
“Hayır,pes ediyorum.”diye karşılık verdi Alice.”Cevabı ne?”
“En küçük bir fikrim yok.” dedi Şapkacı.
“Benim de.” dedi Mart Tavşanı.
Alice bıkkınlıkla iç çekti."Zamanınızı böyle cevabı olmayan sorular sorarak harcamaktansa, daha yararlı işler yapabileceğinizi düşünüyorum."

“Sende Zaman’ı benim kadar iyi bilseydin.”dedi şapkacı.”O’nu harcamaktan söz etmezdin. Ondan daha saygıyla söz ederdin.”

(Alice Harikalar Ülkesinde - Lewis Carroll. Çeviren: Tomris Uyar. Can Yayınları, 1992.)


18 Ekim 2013 Cuma

Külün Uğultusu



Külü anlatacak şiir, uzamına
bulanmak zorundadır.Üstümden
başlarsam; battaniye, teypte Nirvana.
Rock In Town bileti, küllük ve boş poşet
Lorca ve flüt. Yırtılmış bir banka cüzdanı.

Külle dolaştım bütün gece.dünya
epey değişmişti. Korktum birden
Karşımda Zenon ve Perikles’i görünce.
Su’yun ve tuz’un tarihinde insan
vazgeçilmezmiş ateş ve yeşil için.
yumru ve çöl için.gölge
ve buz için.bir denizi öpen
bütün kıyılara koştum.kundağımda
gül kanatları ve sardunya rengiyle.

oysa intiharı kuruyordum, bir telefon
direğini bacaklarımla üçe tamamlayarak.
boynumda ağaç , nehir ve gök-
yüzü dağlanmış solgun bir çocuk hayali.
yaşamak ,bir katlanma etkinliğidir.ve
söylediklerimizin büyüsü söyleyemediklerim-
izdedir. Diyeceğim birden
karşımda Lucretius ve Dante

İlhan Berk, yaşlı bir cep aynasıdır!

                                                           Selim Temo

Bugünün çocuğu ol



Geçmişi unut

Koy bir kenara

Yeni bir sayfa aç
Kurtar benliğini dünden

Bugünün çocuğu ol
Bütün bilgeliği ve gülümseyişiyle gençliğin
Şu anı hiç terk etme ne olur
Sonsuza uzanan şu günü, terk etme
                                                                 Mevlana

17 Ekim 2013 Perşembe

İyi ki doğdun Elsaaaa :)))


"Otobüs duruyor, sürücü sana gülümsüyor, camlar ışıl ışıl, cebinde de bolca bozukluk var. Sol taraftaki tekli koltuklardan biri, en sevdiğin, üstüne adın yazılmış gibi, seni bekliyor. Otobüs kalkıyor, ışıklara yaklaşırken yeşil yanıyor ve yanında ay çekirdeği çitleyen adam, kabukları bir kesekağıdına dolduruyor.
Yaşlı biletçi, biletini istemiyor. Şapkasını eğip selam vererek çok hoş bir sesle iyi günler diliyor.
İyi de bir gün olacak. Çünkü senin doğum günün. Tazesin, güzelsin, önünde kocaman bir hayat var.
Dört durak sonra kolu çekeceksin ve sürücü duracak, sadece senin için. Otobüsten ineceksin, kimse sana omuz atmayacak ve sen inmeden kapı kapanmayacak. Otobüs hareket edecek, insanlar senin için sevinecek, çekirdek çitleyen adam, gözden yitene kadar sana el sallayacak, bir sebebi olmadan. Sebebe gerek mi var? Bugün birinin doğum günü ve doğum günlerinde güzel şeyler olur. Sana doğru koşan yavru köpek, durup onu sevdiğinde kuyruk sallayacak.
Özel bir gün oldu mu, köpekler bile anlar.”
                                                                            Etgar Keret, Üç Harfli Kelime: Aşk


Doğum günün kutlu olsun elsacım, nice güzel yaşların olsun... Gönlündeki her dileğin gerçekleşeceği tatlı zamanlar seninle olsun.. Seni çok seviyorum, iyi ki varsın, iyi ki doğdun tatlım:))

Kendinize dair bir şeyler bulabileceğiniz, edebiyat ve sevgi yüklü bir durak arıyorsanız onu okuyun derim...



16 Ekim 2013 Çarşamba


"Hem boşa değildi,”durma,göğe bakalım!” haykırışları Uyar’ın.
Zira; “Gökyüzüne bakmayanların kalbi daha çabuk kirlenir.”


Cahit Zarifoğlu

10 Ekim 2013 Perşembe

Asıl Adalet


İnsanlarda tek sıcak kanun,
üzümden şarap yapmaları,
kömürden ateş yapmaları,
öpücüklerden insan yapmalarıdır.

İnsanlarda tek zorlu kanun,
savaşlara, yoksulluğa karşı
kendilerini ayakta tutmaları,
ölüme karşı yaşamalarıdır.

İnsanlarda tek güzel kanun,
suyu ışık yapmaları,
düşü gerçek yapmaları,
düşmanı kardeş yapmalarıdır.

Hep var olan kanunlardır bunlar,
bir çocukcağzın tâ yüreğinden başlar,
yayılır, genişler, uzar gider
t"a akla kadar.

                                           Paul Eluard

7 Ekim 2013 Pazartesi

Hint Felsefesinin Dört Kuralı


KURAL 1: Karşına çıkan kişiler her kimse, doğru kişilerdir. Bunun anlamı şudur, hayatımızda kimse tesadüfen karşımıza çıkmaz. Karşımıza çıkan, etrafımızda olan herkesin bir nedeni vardır, ya bizi bir yere götürürler ya da bize bir şey öğretirler.


KURAL 2: Yaşanmış olan her ne ise, sadece yaşanabilecek olandır. Hiç bir şey, hem de hiç bir şey yaşadığımız şeyi değiştiremezdi. Yaşadığımızın içindeki en önemsiz saydığımız ayrıntıyı bile değiştiremeyiz. ‘Şöyle yapsaydım, böyle olacaktı’ gibi bir cümle yoktur. Hayır, ne yaşandıysa, yaşanması gereken, yaşanabilecek olandır, dersimizi alalım ve ilerleyelim diye. Her ne kadar zihnimiz ve egomuz bunu kabul etmek istemese de, hayatımızda karşılaştığımız her olay, mükemmeldir.


KURAL 3: İçinde başlangıç yapılan her an, doğru andır. Her şey doğru anda başlar, ne erken ne geç. Hayatımızda yeni bir şeyler olmasına hazırsak, o da başlamaya hazırdır.


KURAL 4: Bitmiş olan bir şey bitmiştir. Bu kadar basittir. Hayatımızda bir şey sona ererse, bu bizim gelişimimize hizmet eder. Bu yüzden serbest bırakmak, gitmesine izin vermek ve elde etmiş olduğun bu tecrübeyle ileriye doğru bakmak daha iyidir.


Kendi yolunu aramalısın; herkes kendi yolunu aramalı.
-OshO-

6 Ekim 2013 Pazar

Sevgili Bése


Annelerin sesleri, yerin yedi kat dibine işleyen birer çaresizliktir, başka hayatlar düşünmemizi bir ihanet duygusuna dönüştüren. Kardeşlerimiz güneş kekemesidir. Evlerimizden üç kuşak daha yılgındır öğretmenlerimiz. Okullar önlüklerimizi yatak çarşaflarımıza çevirir. Mavi değildir sokağımızın hiçbir kapısı. Ağaçların kuşları vardır, rüzgârı vardır, bizim sesimiz yoktur. Köpeğimizin kuyruğu bizden daha özgürdür. Ve bir gün, mezar mühürlü bir hayalsiz zamana, kırık, tenha harfler düşeriz kalbimizin gizli suçlarından.

Bize gülerler sevgili Bése. Aynı fotoğraf solar hepsinin duvarlarında, bize gülerler. Sararmış otlar gibi konuşurlar, bize gülerler. En uzun yolları yarım saatte biter. Bir tahta sandalyedir büyüklükleri. Birbirlerinin gölgesinde üşürler. Topraklarından başka yalnızlıkları yoktur. Herkes bir diğerinin yüz yıl sonra söyleyeceğini bilir. Takvimlerinde, çizilmiş bir tek gün yoktur. Bir suç telaşıyla sıçrarlar rüyalarından; ama bize gülerler.

Ve biz yazarız Bése. Yazmadığımız hiçbir şey bizim olmayacağı için yazarız. Zamanı bizim kılmak isteriz. Otlara, böceklere, uzaklara ve yağmurlara ancak yazarak katılırız. İnsan kendi gölgesinde yalnız bile değildir, bir eşya kasvetidir olsa olsa, demek isteriz.

Başka kederlerden ayrıcalıklar edinmek için yazarız. Kalbimizle gövdemiz arasındaki uçurumu böyle doldururuz. Susmaktan değerli olsun isteriz sözümüz. Herkesin “boncuklu bir cümlesi” olsun kendini seveceği. Kimse yalnızlığını ötekine göstermekten utanmasın. Ve biz biliriz ki, bir varlığın yazılı tarihi yoksa bu dünyada bir hayatı yoktur.

Tarla kuşu, yağmur damlasından dünyayı içsin diye yazarız.

                                                                                                        Şükrü Erbaş

Anneyi Sevmek..


Sarah Butler'in " Sevgi Hakkında Öğrendiğim On Şey " adlı kitabında annesini sevmesinin on nedenini açıkladığı kısım:

1- Beni güldürürdü.

2- Aklımdan neler geçtiğini bir şekilde bilirdi.

3- Hayatımda gördüğüm en güzel saçlara sahipti.

4- Eğitimimi boşa harcamamı, hayatta belli bir hedefim olmamasını umursamazdı.

5- Kendine has bir enerjisi vardı.

6- Bana British Museum'daki o korkunç derecede kıymetli porselen yassı şişeleri hatırlatırdı.

7- Adımı sanki çok özel bir şeyi telaffuz ediyormuş gibi söylerdi.

8- Dikkatini bana verdiğinde, dünyanın geri kalanı bulanıklaşırdı adeta; sadece o ve ben  kalırdık.

9- Beni olduğumdan daha cesur sanırdı.

10- Benimle birlikte olmak istediğini düşünüyorum; gerçekten inanıyorum buna...

5 Ekim 2013 Cumartesi

Epikurosçuluk


Epikuros’a göre felsefenin en önemli işlevi, sıkıntılarımızın saklı nedenlerini, arzularımızın asıl kaynaklarını bulup onları yorumlamamıza yardım etmek ve mutlu olmak adına yanlış yollara sapmamızı engellemektir. Felsefe bize, içgüdülerimizle bulduğumuz iyileşme yöntemleriyle zaman zaman ters düşecek yöntemler sunacak, böylece bizi kendimiz için çok daha iyi tedaviler bulmaya yönlendirecek, gerçek mutluluğu bulmamıza yardım edecektir.
Epikuros’la ilgili söylentileri duymuş olanlar, bu zevk düşkünü filozofun gerçekte nelerden zevk aldığını öğrenince eminim hayli şaşıracaklar. Epikuros’un büyük bir evi yoktu. Yediği yemekler basit yemeklerdi; şarap içmektense su içmeyi yeğler, bir parça ekmek, biraz sebze ve bir avuç zeytinden oluşan akşam yemeğini zevkle yerdi. Bir keresinde “Bana bir tekerlek peynir gönder de, istediğim zaman kendime bir ziyafet çekebileyim” demişti bir arkadaşına. İşte dünyevi zevkleri insan hayatının başlıca amacı olarak gören filozofun zevk aldığı şeyler bunlardı.
Epikuros’un niyeti insanları aldatmak değildi. Dünyevi zevklere olan düşkünlüğü, onu toplu seks yapmakla itham eden kişilerin hayal edebileceklerinden bile fazlaydı. Ancak Epikuros, düşüncelerini mantık süzgecinden geçirdikten sonra, hayatı gerçekte nelerin daha zevkli kıldığı konusunda çok çarpıcı sonuçlara ulaşmıştı. Vardığı sonuçlar çok büyük bir gelirden yoksun olan insanlar için sevindiriciydi. Hayatı zevkli kılan şeyler, kolay bulunmayan şeylerdi ama aslında hiç de pahalı değildiler: Dostluk, özgürlük, düşünmek.

İ.Ö.306 yılında Atina’ya dönen Epikuros alışılmadık bir ev düzeni tutturdu. Atina’nın merkezinden 4-5 km ötedeki Melite semtinde, pazar meydanıyla Pire limanı arasında bir yerde bir ev inşa etti ve burada arkadaşlarıyla birlikte yaşamaya başladı. Artık Epikuros, Metrodorus, onun kız kardeşi, matematikçi Poliyanus, Hermarkus, Leonteus ve karısı Temista ile Idomeneus adında bir tüccar aynı evi paylaşıyorlardı. Evde, herkesin kendi özel alanını oluşturmasına yetecek kadar yer vardı; bunun yanında yemekler ve sohbetler için düşünülmüş ortak kullanım alanları da mevcuttu.
Epikuros şöyle bir gözlem yapıyordu: “İnsanın bütün hayatını mutluluk içinde geçirmesine yardım etmek üzere bilgeliğin bize sundukları arasında en önemlisi dost edinme yetisidir.” Epikuros’un arkadaşlarına düşkünlüğü o denli fazlaydı ki filozof, insanın asla yalnız başına yemek yememesini öneriyordu: “Bir şey yiyip içmeden önce, ne yiyip içeceğinizi değil, kiminle yiyip içeceğinizi düşünün; çünkü yanında arkadaşı olmaksızın yemek yemek ancak bir aslana ya da kurda mahsustur.” Gerçek dostlar bizi toplumsal yaşamın sahte ölçütlerine göre değerlendirmezler; onların asıl ilgilendiği şey bizim kendi benliğimizdir. Bizim için duydukları sevgi, ideal ana-babaların çocuklarına duydukları sevgi gibidir, dış görünüşümüzden ya da toplumsal hiyerarşi içindeki konumumuzdan etkilenmez. Dolayısıyla, onların yanındayken eski püskü giysiler içinde dolaşmaktan ya da bu yıl çok az para kazandığımızı söylemekten çekinmeyiz.
Epikuros ve arkadaşları bir radikal değişiklik daha yaptılar. Hoşlanmadıkları insanlar için çalışmak ve onların kaprislerini çekmek gibi aşağılayıcı olabilecek durumlara düşmemek için kendilerini Atina’nın iş dünyasından uzak tuttular. Komün hayatı diye adlandırabileceğimiz bir hayat sürmeye başladılar. Çok basit bir yaşam tarzı benimseyerek özgür olmayı yeğlediler. Az parayla geçinmek zorunda kalacaklardı ama bir daha asla o iğrenç patronlardan emir almayacaklardı. Sonra evlerinin yakınında bir bahçe satın alıp burada sebzeler yetiştirmeye başladılar. Yedikleri yemekler lüks de bol da değildi ama lezzetli ve besleyiciydi.

Epikuros’un, dostu Menoeseus’a söylediği gibi, “Bilge insan yemeğin çoğunu değil, en lezzetlisini yemeye bakar.” Basit bir yaşantı sürdükleri için hiçbiri toplumsal konumlarıyla ilgili kuşkulara kapılmıyordu; çünkü Atina’nın değerlerinden uzak duruyor, dolayısıyla da kendilerini maddi bir temelde yargılamak zorunda kalmıyorlardı. Ne boş duvarlardan utanmaya ne de altınları sergilemeye gerek vardı. Kentin ekonomik ve politik merkezlerinden uzakta yaşayan bu bir grup insanın -mali anlamda- hiçbir şey kanıtlamasına gerek yoktu. Epikuros, kendisi gibi, onunla birlikte yaşayan arkadaşlarının da para, hastalık, ölüm ve doğaüstü güçler gibi konularda yaşadıkları huzursuzlukları bütün yönleriyle incelemeyi öğrenmelerini istiyordu. Filozofun iddiasına göre, eğer insan ölüm üzerine mantıklı düşünürse, ölümden sonra bizi kaygısız bir uykudan başka bir şeyin beklemediğini anlardı; “ölüm vakti geldiğinde, o anın gelmesini beklerken duyduğumuz hafif kaygı dışında bir şey” hissetmeyecektik. Önceden asla kestiremeyeceğimiz bir durum üzerine bu kadar kafa yorup kaygılanmak hiç de anlamlı değildi: “Yaşamıyor olmak hiç de korkunç bir şey değil; bunu tam anlamıyla kavramış bir insan için hayatta katlanılamayacak hiçbir şey yoktur.” Sakin kafayla düşünmek zihni rahatlatıyordu; böylelikle Epikuros’un arkadaşları, sebze bahçesinin dışında, bu şekilde düşünmeye olanak tanımayan o farklı karmakarışık dünyada kendilerine musallat olacak sıkıntılarla hiç karşılaşmamış oluyorlardı. Pahalı şeyler satın alarak aslında kaynağını bilmediğimiz sorunlarımıza geçici bir çözüm bulmaya çalışıyoruz. Gereksinimlerimiz psikolojik olduğu halde maddi şeylere, nesnelere yöneliyoruz. Kafamızı derleyip toparlamamız gerekirken evimiz derli toplu görünsün diye raflar satın alıyoruz. Dost sıcaklığının yerini tutsun diye kaşmir hırkalar giyiyoruz. Bir jip satın alıyoruz; ama Epikuros’a göre asıl aradığımız şey özgürlük. Bir aperatif ısmarlıyoruz; ama Epikuros’a göre asıl gereksinimimiz olan şey dostluk. Güzel bir banyomuz olabilir; ama Epikuros’a göre asıl istediğimiz bu banyoda, bizi sükunete kavuşturacak düşüncelere dalmaktır.
                                                                                                          Alain De Botton

Saman Sarısı

(.....................)
Ayrılık masanın üstündeydi kahve bardağınla limonatamın arasında 
onu oraya sen koydun 
bir taş kuyunun dibindeki suydu 
bakıyorum eğilip 
bir koca kişi gülümsüyor bir buluta belli belirsiz 
sesleniyorum 
seni yitirmiş geri dönüyor sesimin yankıları 
ayrılık masanın üstündeydi cıgara paketinde 
gözlüklü garson getirdi onu ama sen ısmarladın 
kıvrılan bir dumandı gözlerinin içinde senin 
cıgaranın ucunda senin 
ve hoşça kal demeğe hazır olan avucunda 
ayrılık masanın üstünde dirseğini dayadığın yerdeydi 
aklından geçenlerdeydi ayrılık 
                 benden gizlediklerinde gizlemediklerinde 
ayrılık rahatlığındaydı senin 
                                         senin güvenindeydi bana 
büyük korkundaydı ayrılık 
birdenbire kapın açılır gibi sevdalanmak birilerine ansızın 
oysa beni seviyorsun ama bunun farkında değilsin 
ayrılık bunu farketmeyişindeydi senin 
ayrılık kurtulmuştu yerçekiminden ağırlığı yoktu tüy gibiydi diyemem 
          tüyün de ağırlığı var ayrılığın ağırlığı yoktu ama kendisi vardı 
vakit hızla ilerliyor gece yarıları yaklaşıyor bize 
yürüdük yıldızlara değen Ortaçağ duvarlarının karanlığında 
vakit hızla akıyordu geriye doğru 
ayak seslerimizin yankıları sarı sıska köpekler gibi geliyordu 
ardımızdan koşuyordu önümüze..
(........................)

                                                                                   Nazım Hikmet

3 Ekim 2013 Perşembe

Küçük Çocuk

Bir sabah küçük çocuk okuldayken öğretmeni seslenmiş:
Bugün çiçek resmi çizeceğiz. 
Küçük çocuk çok sevinmiş, resim yapmayı çok severmiş. Her türlü resmi yapabilirmiş: Aslanlar, kaplanlar, tavuklar, inekler, trenler, tekneler...Mum boyalarını çıkarmış ve başlamış çizmeye. 
Ama öğretmeni:
Bekleyin! Daha başlamayın” diye bağırmış. Ve herkes hazırlanana kadar beklemişler.
Şimdi, demiş öğretmeni, Çiçek resmi yapacağız. 
Küçük çocuk sevinmiş. Çiçek yapmayı çok severmiş. Güzel çiçekler yapmaya başlamış: Pembe, portakal rengi ve mavi, rengarenk çiçekler...


Ama öğretmeni:
Bekleyin! Ben size nasıl yapacağınızı göstereceğim, demiş. Tahtaya bir çiçek resmi çizmiş. Sapı yeşil, kendi kırmızıymış. 
İşte böyle. Tamam şimdi başlayabilirsiniz.
Küçük çocuk öğretmenin çizdiği çiçeğe bakmış. Sonra da kendi çiçeğine. Kendi çizdiği çiçeği daha fazla sevmiş ama bunu söylememiş. Kağıdın öteki yüzünü çevirmiş ve öğretmeninkine benzer bir çiçek çizmiş; yeşil saplı kırmızı renkli bir çiçek.
Başka bir gün küçük çocuk kapıyı kendi başına açabilmeyi başardığında, öğretmeni Bugün hamur çalışacağız demiş. 
Hamurla oynamayı çok severmiş. Hamurdan çeşitli şeyler yapabilirmiş: Yılanlar, kardanadamlar, filler, fareler, arabalar, kamyonetler...Ve hamurunu yoğurmaya başlamış.

Ama öğretmeni:
Bekleyin! Daha başlamayın diye bağırmış. Ve herkes hazırlanana kadar beklemişler. 
Şimdi demiş öğretmeni,tabak yapacağız.” 
Küçük çocuk çok sevinmiş, tabak yapmayı çok severmiş. Çeşitli boylarda ve şekillerde tabaklar yapmaya başlamış.

Ama öğretmeni: 
Bekleyin! Ben size nasıl yapılacağını göstereceğim” demiş. Ve herkese derin bir tabak nasıl yapılır göstermiş. 
İşte böyle. Tamam şimdi başlayabilirsiniz. demiş.


Küçük çocuk, bir öğretmeninin yaptığı tabağa bakmış bir de kendi yaptığına. Kendi yaptığı tabağı daha çok beğenmiş ama bunu kimseye söylememiş. Hamurunu tekrar top haline getirmiş ve öğretmeninkine benzeyen bir tabak yapmış. Bu derin bir tabakmış.

Çok geçmeden küçük çocuk beklemeyi öğrenmiş, izlemeyi de. Öğretmeninkine benzer şeyler yapmayı da. Çok geçmeden kendine özgü şeyler yaratamaz olmuş.
Daha sonra küçük çocuk ve ailesi başka bir şehirde, yeni bir eve taşınmışlar. Ve küçük çocuk başka bir okula gitmek zorunda kalmış. Bu okul diğer okuldan daha da büyükmüş. Okulun kapısından girmek için oldukça geniş basamaklardan çıkmak zorundaymış. Sınıfa girmek için bir de uzun bir koridordan geçmesi gerekiyormuş.

Daha ilk gün, öğretmeni Bugün resim çizeceğiz demiş. 
Küçük çocuk çok sevinmiş. Öğretmenin komut vermesini beklemiş ama öğretmen hiçbir şey söylememiş. Sadece sınıfın içinde, öğrencilerin arasında gezinmiş.

Küçük çocuğun yanına gelince,Resim çizmek istemiyor musun? diye sormuş. 

İstiyorum, demiş küçük çocuk. Ne çizeceğiz?

Öğretmeni, Buna sen karar vereceksin demiş.

Nasıl çizeceğim? diye sormuş küçük çocuk.

Nasıl istersen öyle demiş öğretmeni.

Hangi renkle boyayacağız? diye sormuş çocuk.

Hangi renkle istersen onunla demiş öğretmeni.

Eğer herkes aynı resmi çizerse, aynı renkle boyarsa, kimin yaptığını nasıl anlayabilirim? demiş öğretmeni.

Bilmiyorum, demiş küçük çocuk. Ve pembe, portakal rengi ve mavi çiçekler yapmaya başlamış.
Ön kapıdan sınıfa bir kapısı olmasa bile, yeni okulunu çok sevmiş.
                                                                                                                                                Helen E. Buckley

1 Ekim 2013 Salı

Yabana Doğru'dan



Zevk, yolu izi olmayan ormanlarda;
Coşku,ıssız kıyılarda;
Kimsenin rahatsız etmediği kalabalıklar,
Derin denizlerde ve müzik var kükreyişinde:
severim sevmesine insanı ama daha çok severim doğayı… - Lord Byron

1. BÖLÜM:
KENDİ DOĞUMUM
"Plansız yaşamanın bizi daima heyecanlandırdığını inkar edemeyiz.Zihnimizde bunu
tarihten,baskılardan,kanundan ve usandırıcı yükümlülüklerden
kaçışla bağdaştırırız.Mutlak özgürlük.Ve yol daima batıya götürmüştür.
Bazıları sevgiyi hak etmediklerini sanırlar.Yavaşça ıssız yerlere kaçar,geçmişle aralarındaki boşluğu doldurmaya çalışırlar.
Denizin nimetleri sert darbelerdir,kimi zaman da kendini güçlü hissetme fırsatı.Denizi pek tanımam,ama yine de böyle olduğunu bilirim.Ve yine bilirim ki,hayatta güçlü olmak değil de,kendini güçlü hissetmek önemlidir.Kendini bir kere olsun ölçebilmek,kendini bir kere olsun en eski insanlık durumunda bulabilmek,kör ve sağır taşla tek başına yüzleşebilmek,ellerin ve kafandan başka hiçbir şeyden yardım görmeden.
Güneşin altında ucuza yaşamak.Daha iyisi yok.

2. BÖLÜM:
ERGENLİK
Asla bilemezsin,neye inanacağını ve nasıl büyüteceğini onu.
Güçlenecek,kötü anıları yakacak kara delikler açarak,güçlenecek hataları altına çevirerek.
Hey! Böyle geçer işte zaman tutulmayacak kadar hızlı,etrafını kuşatır tabelalar aniden aşağı ve yukarı.
Güçlenecek,mıknatıs gibi bulacağım yönümü.Güçlenecek,taşı gediğine koyacağım.
Ta oralara gideceğim,dibine kadar gideceğim.Kendi başıma.Ne saat,ne harita,ne balta.Hiçbir şey olmadan.Hiçbir şey.
Yaşayacaksın işte,oradasın,o anda, o yerde ve zamanda.
Belki dönünce seyahatlerim hakkında kitap yazarım.Neden olmasın.Bu hasta toplumdan kurtulmak hakkında.
Toplum!
Çünkü neyi anlamıyorum biliyor musun?İnsanların,her bir kahrolası insanın birbirine neden bu kadar kötü davrandığını anlamıyorum.
İnsan hayatının akılla idare edilebileceğini kabul edersek yaşama olasılığı ortadan kalkar.
BİR SÜRE DAHA BU HAYATI YAŞAMAYA KARAR VERDİM.ÖZGÜRLÜK VE SADE GÜZELLİK KAÇIRILMAYACAK KADAR GÜZEL…



3. BÖLÜM:
ADAM OLMAK
İnsana karşı hiç de sevecen olmayan bir gücün varlığı açıkça hissediliyordu.Taşlara ve yabani hayvanlara daha yakın,insanlar tarafından benimsenebilecek kafirlere özgü batık ayinlerin mekanıydı.


4. BÖLÜM:
AİLE
Burayı çok seviyorum.Buradaki özgürlük öyle güzel ki.
Sakın unutma:Hayatta bir şeyi istiyorsan,uzan ve yakala.
Çantanı al ve git,olur mu?Kucaklaşmaya dayanabileceğimi sanmıyorum.
Kırda sessiz, gözlerden uzak bir hayat,iyilik yapmanın kolay olduğu ve iyilik
yapılmasına alışık olmayan insanlara,insanlar,faydalı olma olanağı.Bir faydası olacağı umulan bir iş.Sonrası dinlenme,doğa,kitaplar,müzik,komşuyu sevmek.İşte benim mutluluk anlayışım.Ve sonra,hepsinin üstüne de eşim olarak sen,ve çocuklar, belki.İnsan daha ne ister?
Bir sabah gelir,hissederim.Saklanacak bir şey kalmadığını,bu gerçeküstü manzarada. Ama yüreğim asla asla uzaklaşmayacak buradan.Her nefesimde,her üzülüşümde,bu bilgelik kazılı olacak tenimde.Buradan ayrılıyorum,her zamankinden fazla inanarak.Bir sebebi olacak geleceğim,bir sebeple geri döneceğim.Yarıküre de yürüdükçe,yükselip kaybolmak isterim.Yaralıydım,iyileştim.Artık yere ineceğim,yere inmeye hazırım


Son Bölüm:
BİLGELİK KAZANMAK
Dünyada yapacağın en son şeyin viskiye sarılmak olduğunu düşünebilirsin.Ama o sırada elimden bir şey gelmiyordu.Çok içtim!Ama kısa bir süre sonra alkolle yas tutmanın karımla oğluma bir faydası olmadığını fark ettim.
Tekrar yola çıkın! Gerçekten!Daha çok yaşayacaksın Ron!
Hayat tarzını kökten değiştirmelisin.
İnsan ruhu yeni deneyimlerle beslenir.
Gittiğin zaman seni özleyeceğim.
Ben de seni özleyeceğim.Ama hayatın bütün keyfi insan ilişkilerinde yatıyor sanıyorsan,yanılıyorsun.
Tanrı etrafımıza yerleştirmiş.Her şeyin içinde var.Deneyimlediğimiz her şeyin içinde.İnsanlar sadece başka türlü bakmayı öğrenmeli.
MUTLULUK SADECE PAYLAŞINCA GERÇEK.
Her şeyi doğru adıyla anmak,doğru adıyla.
Gülümseyip kucağınıza koşsam,o zaman siz de şimdi gördüğümü görür müydünüz?
“I have had a happy life and thank the Lord. Goodbye and may God bless you all!”