30 Aralık 2016 Cuma
izledim
Kızımla cuma geceleri ya da hafta sonları genelde film izliyoruz. Disney Channel'de cuma akşamları aile sineması oluyor bazen ona da takılıyoruz.
Onunla beraber izlediğim filmler:
- Küçük Deniz Kızı Ponyo (2008)
- Alice Harikalar Diyarında (2010)
- Mulan(1998)
Bu animasyonların dışında izlediğim en son film, ABD-Fransa yapımı psikolojik gerilim ve gizem türündeki Mulhollond Çıkmazı. Filmi pek beğenmedim. Yıl bitmeden buraya not düşmek istedim. Bu aralar yoğun geçiyor sık yazamıyorum ve düzenli okuyamıyorum sizleri. Bir düzene gireceğim inşallah.
Hepinize iyi seneler❤
23 Aralık 2016 Cuma
Huzursuz Bacak - Mustafa Kutlu
"Mezar taşlarına bakıyor, bazılarını okuyorum.
...
...bir küçük taş ve üzerindeki bir satır yazı beni yerime mıhladı.
"Dünya bir gündür, o da bugündür - Çarşambalı Deli Remzi".
Ne tarih, ne başka bir şey.
"İstanbul böyledir. 'Yaşanmaz burada' der, çeker gidersin; üç gün geçmeden özlersin."
Anadolu kökenli bir esnaf ailesi ne kadar çalışırsa çalışsın, iki üç kuşak içinde ancak dış görünüşünü değiştirebilir.
Bir kentsel dönüşüm olmalı. ''Kentsel dönüşüm''; fiyakalı bir söz. Ama nasıl? Kentin dönüşümü sadece mekana makyaj yapmakla olmaz. İnsanı yetiştirmek lazım. O da çok yönlü bir iş.
Birbirimizin yüzüne baktık.
Sarılıp ağlaşmanın vakti geçmişti.
Ölüm dahi üzerinden zaman geçtikçe eskiyor.
İş bitti, gidelim artık.
Yeter ki insan kaybolmasın, insan bozulmasın. Eşyayı, etrafı yenilersin; düzeltirsin ama bozulan insanı düzeltmek zordur, kim bilir kaç nesil alır."
Huzursuz Bacak, okuduğum ilk Mustafa Kutlu kitabı.
Kitapta, zengin ve aynı zamanda bir tıp profesörü olan Hulusi Bey'in oğlu Ömer Faruk'un yurt dışından döndükten sonra memlekete dönüşte yaşadığı hayal kırıklıkları, ülke sorunları, yozlaşan toplumun izlerini derinden hissedişleri ele alınıyor.
Ömer Faruk yurt dışına akademik kariyer için gitmiştir ve bu sayede birçok yeri gezme imkanı, gözlemleme olanağı kazanmıştır.
Kitapta, dışa bağımlılık, kalkınma yurt dışı kültürü ile yurdumuzu mukayese etme, kaybolmaya yüz tutan değerlerimiz ve kimliğimizdeki değişiklikler gibi konular yer yer bir ders kitabı nidasıyla işlenmiş.
22 Aralık 2016 Perşembe
Bir Beyoğlu Düşü, Berlin'de Sanrı, Kanallar - Demir Özlü
"O günlerde yaşam bana karışık, anlamlandırılamaz, rastlantılarla dolu, her zaman kolayca elde edilemez uçucu bir şeymiş gibi görünüyordu. Yaşamın eteklerine tutunmaya çalışıyor, yukarıdaki ana-varlığını henüz elde edemediğimi sanıyordum. Yaşadığım gündelik şeyler- Beyoğlu'nun gri ve silik görüntüsü- değildi sanki yaşam. Daha doğrusu, yaşadığım gündelik hayatı, yaşamın ta kendisi olarak görmüyordum. Ötede, daha uzakta, varılacak bir yerdeydi o. Hayallerle yaratılmış güneşli bir ada sanki. Duyguların fışkırdığı, doyumların birbirini kovaladığı yalancı bir cennet."
"Şimdi düşününce, yaşamım, birbirinden ayrı parçalar halinde yaşanmış çok uzun bir süreç gibi geliyor bana. Hayatın kısa olduğunu söyleyenlerle aynı düşüncede değilim. Tersine çok uzundu, çok uzundu iç sürem. Uzun yılar yaşadım, istemek, bazan da tutkulara kapılmak, aradığının bulamamak, ardından da umulmadık rastlantıların verdiği mutluluklar… işte buydu bütün ‘hayat’ dedikleri. İsteklerinin olmaması ile onların yerini doldurmaya çalışan başka şeyler…"
Tezer Özlü'nün ağabeyi olan Demir Özlü, 1950 kuşağının önemli yazarlarından. 1985 yılında yayımlanan Bir Beyoğlu Düşü, 1987 yılında yayımlanan Berlin'de Sanrı, 1991 yılında yayımlanan Kanallar adlı anlatı kitapları daha sonra bir arada yayımlanmaya başlanmıştır. Demir Özlü Ferit Edgü gibi edebiyatımızda varoluşçu akım içerisinde yer almıştır.
Bu üç anlatının içinde Beyoğlu'nun, Amsterdam'ın, Viyana'nın kafelerine, buraların değişik salaş yerlerine ve insan manzaralarına rastlanır. Uzak kentlere olan sürgün edilmiş yaşamı, yazı dünyasını başkalaştırmış ve yazdığı anlatılarda gerçeküstü öğeleri kullanmıştır. Beyoğlu, Kleist'ın izinde Wannsee'de yaşanan şiddetli aşk, Kierkegaard'a yaslı yaşam-ölüm, aşk-cinsellik sorunlarının deşildiği Amsterdam...
20 Aralık 2016 Salı
Brooklyn, 2015
Yönetmen: John Crowley, Paul Tsan
Oyuncular: Saoirse Ronan, Domhnall Gleeson, Emory Cohen..
Tür: Dram, romantik
Ülke: İrlanda, İngiltere, Canada
Colm Taibin'in kitabından uyarlanan film, İrlandalı bir kadının Brooklyn'a yaptığı göçü anlatıyor.
Eilis Lacey İrlanda'nın fakir bir kasabasında yaşamakta ve sevmediği bir işte çalışmaktadır.
Kilise papazının bir tanıdığı ona Amerika'da yardımcı olacaktır ve Eilis annesini, ablasını bırakarak Amerika'ya gider.
1950'li yılların Newyork'unda Brooklyn'e gelen genç kız burada zor koşullarda kendi ayakları üzerinde durmaya çalışmaktadır.
Bir yanda ülke hasreti bir yanda kalbinde belirmeye başlayan aşkın şarkısı onu bir ikilemde bırakacaktır.
Aşk, memleket hasreti ve göçmenlik üzerine tatlı bir film.
17 Aralık 2016 Cumartesi
Anne Baba Biz Suçluyuz - Ali Şeriati
"Ben de zulüm ve adaletsizlikleri, aykırılıkları, dengesizlikleri kökten kaldırmanın çabasındayım. Özgür insanın oluşması yolundadır gayretim. Öyle bir dinin izindeyim ki, yoksulluğu ve sınıf çatışmasını kaldırır. Öyle bir dine inanıyorum ki insanlara bu dünyada kurtuluş ve özgürlük bağışlar. Öyle bir sorumluluğu yüklenmişim ki, bu sorumluluk, hemen herkese bu dünyada dirilik ve olgunluk kazandırır. Öyle bir akideye inanıyorum ki, adalet terazisini ölümden önce çağdaş toplumda ikame eder. Müslüman oluşum bundandır işte."
"Her yerde olan fakirlik açlık ya da açıklık değildir. Fakirlik para ve altına sahip olamama da değildir. Fakirlik, sahafta satılmamış bir kitabın üzerindeki tozdur. Fakirlik, kağıt imha makinasında, gazete parçalayan bir bıçaktır. Fakirlik, arabanın camından dışarıya atılmış muz kabuğudur. Fakirlik yemeksiz geçirilen bir gece değildir, fakirlik “düşünmeden” geçirilen bir gecedir."
Kitabın ilk bölümünde yazar, dini kavram ve ibadet konularında ikinci nesle mensup olan çocukların, birinci nesildeki anne ve babalara yönelttiği eleştiri ve suçlamaları ele alıyor.
İkinci bölümde ise, birinci ve ikinci nesle ait olanları birden eleştirmekte ve genç kuşağa, kavram ve ibadetlerin gerçek, akılcı anlamını sorgulamaya çalışıyor. Böylelikle kitabın geniş çaplı bir sorgulama olduğunu söyleyebiliriz.
İşlenen konular: mahalle büyüklüğünde bir dünya, biz suçluyuz, iki büyük yanılgı ve meşhur hata, rahmi dünya görüşü, yapma dini, namaz, oruç, hacca gelince, kerbela destanı, tevessül, şefaat, velayet, imamet, adalet, hac, Kura'an, ahiret, dua, kaza ve kader, züht, kanaat, sabır, tevekkül, intizar.
İşlenen konular: mahalle büyüklüğünde bir dünya, biz suçluyuz, iki büyük yanılgı ve meşhur hata, rahmi dünya görüşü, yapma dini, namaz, oruç, hacca gelince, kerbela destanı, tevessül, şefaat, velayet, imamet, adalet, hac, Kura'an, ahiret, dua, kaza ve kader, züht, kanaat, sabır, tevekkül, intizar.
B
7 Kasım 2016 Pazartesi
İhtiyarlara Yer Yok, 2007
Orijinal Adı: No Country For Old Men
Yönetmen: Joel Coen, Ethan Coen
Oyuncular: Tommy Lee Jones, Javier Bardem, Josh Brolin..
Tür: Gerilim, dram
Ülke: ABD
Moss, bir Vietnam gazisidir.
Bir gün geyik avındayken boş bir arazide uyuşturucu kaçakçılığının sonucunda katledilmiş insanlar ve bu olay yerinde bırakılmış bir çanta bulur.
Bu çanta başına bela olur zira peşinde usta bir kiralık katil vardır.
Moss ile kiralık katilin kan, vahşet ve gerilim dolu takip serüveni izleyicisinde oldukça merak uyandırıyor.
3 Kasım 2016 Perşembe
Ekşi Elmalar, 2016
Yönetmen: Yılmaz Erdoğan
Oyuncular: Yılmaz Erdoğan, Songül Öden, Farah Zeynep Abdullah..
Senaryo: Yılmaz Erdoğan
Yapımcı: Necati Akpınar BKM
"Ağaçlar da tıpkı insanlar gibi, terbiye edeceksin. Her insan işin başında ekşidir, kekredir. Eğitirsin öğretirsin bal gibi tatlı olur.
Ancak bugünü hayal edecek kadar aklı olanlar yarının sahibi olamazlar."
Hakkari doğumlu yönetmen Yılmaz Erdoğan filmlerinde Anadolu insanının dramını anlatıyor genellikle. O zamanlardaki geri kalmışlığı, cehaleti, doğudaki mahrumiyeti, erkek egemen bir toplumda yaşayan kadınların yaşantılarını çok iyi işliyor filmlerinde.
1977 yıllarında Hakkari ilinin bir kasabası... Sert kişiliğiyle bilinen Belediye Reisi Aziz Özay'ın yaşadığı şehirde meşhur iki özelliği vardır: biri çorak topraklarda büyüttüğü meyve bahçesi, ikincisi evlenme çağına gelmiş birbirinden güzel kızları. Merkeze inmeyen, otoriter babalarının sözünden çıkmayan bu kızların talipleri de çoktur. Aziz Bey'in, eşi Ayda Hanım ve kızları Muazzez, Türkan ve Safiye'nin hikayeleri 1970'li yılların sonunda Hakkari de başlar ve 1990'lı yılların sonunda Antalya'ya uzanır..
2 Kasım 2016 Çarşamba
şiirli
Şair Haydar Ergülen'in en sevdiği on şiir:
– Gelmiş Bulundum/Edip Cansever
– Gelmiş Bulundum/Edip Cansever
– Kar/Ahmet Muhip Dıranas
– Tokat'a Doğru/Cahit Külebi
– Jestlerin Ölümü/Seyhan Erözçelik
– Son Otobüs/Nazım Hikmet
– Cemal Süreya/Kars
– Oktay Rifat/Eski Mühürler
– Turgut Uyar/Kırlardan Geliyorlar
– Behçet Necatigil/Balbal
– Gülten Akın/Mavi Kuş
Cazkedisi sayı 5
Elimde bir bardak aldım, onu yeniden oydum
Derinlerde kaldım böyle bir zaman
Kim bulmuş ki yerini, kim ne anlamış sanki mutluluktan
Ey yağmur sonraları, loş bahçeler, akşam sefaları
Söyleşin benimle biraz bir kere gelmiş bulundum."
1 Kasım 2016 Salı
baştan
Soğuk içine işlemeye başlamıştır, değişik şekilli dökülen
yapraklar birbirine karışmıştır. Asit yağmurları yağmaya başlamıştır toprağına, üstüne, çatına. Kışlık elbiseler, kışlık ayakkabılar yerini almıştır.
Atılacaklar atılacak, eksik olanlar ihtiyaç kisvesi altında yeniden alınacak.
Bir oluş, bir tükeniş, evrenin kanunu yine sonbaharın içinde olacak.
Her zamanki sonbahardır görünürde herhangi bir mevsimden
daha fazlasıdır. Ama sanki huzursuz bir yanı vardır. Bütüne erişemeyen eksik
kalan bir tarafı. Gelecek kaygısı, savaş sathı. Yakınsındır en yakın, orada, kuşların kafile kafile kaçtığı bir göğün
altındasındır, hani o ilk tehlike arz eden bir yerde. Herkesin kaçmak istediği, kaçmak için yollar aradığı bir yerde. Hatlar kesik, yarının hesabı, resmi yok. İnsanın bu çorak yerde, bir zamanlar sahibi gibi hissettiği her şeyin kocaman bir hiç
olduğunu görmesi, sahiplik diye bir şeyin olmadığını görmesi aslında iyi. Buralarda tadamadığı farklı bir özgürlük duygusu gibi.
Dünyanın sakin kent diye seçtiği bir yerde leopar desenli
şalını boynuna daha sıkı dolarsın. Yürürsün yol boyu. Fırat’ın kenarında bir
nehrin altında kalan medeniyetin kalıntılarını sorgularsın. Daha önce
yaşayanları, daha önceki dünyaları, daha önce geçip gidenleri merak edersin. Sen karanlık bir çağda kaybolurken. Kimliğin
yok olurken. Bölünürken her şey, bölünmezken feryatların, dinmezken acıların ve
hala canlı rengini yitirmemişken.
Her zamanki sonbahardır görünürde herhangi bir mevsimden daha fazlasıdır. Ama sanki huzursuz bir yanı vardır. Bütüne erişemeyen eksik kalan bir tarafı. Gelecek kaygısı, savaş sathı. Yakınsındır en yakın, orada, kuşların kafile kafile kaçtığı bir göğün altındasındır, hani o ilk tehlike arz eden bir yerde. Herkesin kaçmak istediği, kaçmak için yollar aradığı bir yerde. Hatlar kesik, yarının hesabı, resmi yok. İnsanın bu çorak yerde, bir zamanlar sahibi gibi hissettiği her şeyin kocaman bir hiç olduğunu görmesi, sahiplik diye bir şeyin olmadığını görmesi aslında iyi. Buralarda tadamadığı farklı bir özgürlük duygusu gibi.
Dünyanın sakin kent diye seçtiği bir yerde leopar desenli şalını boynuna daha sıkı dolarsın. Yürürsün yol boyu. Fırat’ın kenarında bir nehrin altında kalan medeniyetin kalıntılarını sorgularsın. Daha önce yaşayanları, daha önceki dünyaları, daha önce geçip gidenleri merak edersin. Sen karanlık bir çağda kaybolurken. Kimliğin yok olurken. Bölünürken her şey, bölünmezken feryatların, dinmezken acıların ve hala canlı rengini yitirmemişken.
Etiketler:
benden geçen,
değerli günlük
30 Ekim 2016 Pazar
Dünyanın En Güzel Kokusu, 2015
Yönetmen: Mustafa Uğur Yağcıoğlu
Oyuncular: Tuba Ünsal, Rıza Kocaoğlu, Burak Altay..
Tür: Romantik
Hakan otuz yaş üstü, çapkın, bekar bir şarkı sözü yazarı. Derya da bir reklam ajansı sahibi, güzel ve iyi yaşamayı seven bir kadın. İki arkadaş çok iyi geçinirler ancak bir çift değildirler. Evliliğin zorluklarını göze alamayan Hakan bir gün sözleşmeli bir evlilikle bir çocuk yapmayı Derya'ya teklif eder. Derya başta bir tereddüt yaşar sonra teklifi kabul eder. Her şey bu sözleşmeli evlilikle beraber değişik bir hal almaya başlar.
Duygusal, romantik aşk filmi severlere..
27 Ekim 2016 Perşembe
dergi notları
Sayı 81, Temmuz Ayı Ayraç aylık kitap tahlili ve eleştiri dergisinde, "En Sağlam Direniş Kalbi Temiz
Tutmaktır" başlıklı kitap değerlendirmem,
Sayı 82, Ağustos Ayı Ayraç, "Ne Kadar Hastalıklı Yaşarsak O
Kadar İyi" başlıklı ve "Dostumun Gözlerini
Bir Kerecik Göremezsem" başlıklı iki kitap değerlendirmem,
Sayı 83, Eylül Ayı Ayraç, "Söz Suretten Önce de Vardı" başlıklı kitap değerlendirmem,
Sayı 84, Ekim Ayı Ayraç, "Kim Daha Yakın Gökkuşağına?" başlıklı
kitap yazılarım yer almıştır.
26 Ekim 2016 Çarşamba
teraryumum
Tatilde balıklarımız ölünce fanusumuz boş kaldı.
Bu boş fanusu su içinde yüzen mumluk ya da teraryum yapabilirim diye düşündüm.
Küçük çaplı bir araştırmam sonucunda evdeki malzemelerle teraryum yaptım.
Oturma odasında yeni tomurcuklar vererek büyüyor kaktüsüm.
Güzel bir gün dileğiyle..:)
21 Ekim 2016 Cuma
Başlangıcından Günümüze Türk Romanı- N. Ziya Bakırcıoğlu
Bir inceleme, özet ve
eleştiri kitabı.
Türk Edebiyatı’nın önemli romanları, tez(yazarın hayat,
cemiyet, insan, din, tabiat, ahlak vb. karşısındaki tutumu) tipler, zaman ve
mekan, çatışma(tipler arasındaki münasebetler) gerilim(romanın sürükleyiciliği,
heyecan temposu)dil ve üslup gibi yönlerden değerlendirilmiş.
Bugüne kadar yazılmış bu romanların önceki eleştirmenler
tarafından eleştirileri de göz önünde bulundurulmuş.
Son kısımda bir liste halinde romancılarımız ve romanları,
yıllara göre romanlarımız diye kısa iki bölüm hazırlanmış.
İnstagramda görseli paylaştığımda edebiyat okuyan bir arkadaşım ders kitabı olarak okutulduğunu da söylemişti. Hobilerimden biri ders kitapları okumak falan :)
18 Ekim 2016 Salı
en son izlemiştim
Boyhood/ Çocukluk, 2014
Yönetmen: Richard Linklater
Oyuncular: Ellar Coltrane, Patricia Arquette, Ethan Hawke...
Tür: Dram
Ülke: ABD
– Hep “anı yakala” derler ya? Bilemiyorum, ben tam tersini düşünüyorum. Bu anlar bizi yakalıyor.- Evet. Evet biliyorum, sabit bir şey. Bu anlar sanki, her zaman şimdiymiş gibi.
Kısa bir süre önce anne ve babalarının boşandığı Mason ve Olivia'nın hikayesi.
Çocuğun 6 yaşında başlayan yolculuğu 12 yıl boyunca sürüyor ve yönetmen bu süreçte aynı oyuncuların değişimini her yönden ele alıyor. Beğendimmmm :)
The Book Thief/ Kitap Hırsızı, 2013
Yönetmen: Brian Percival
Oyuncular: Geoffrey Rush, Emily Watson, Sophie Nelisse...
Tür: Dram
Ülke: Almanya
''Kendini cezalandırma,'' dediğini duyuyordu kadının ama ceza ve acı olacak, yanında mutluluk da gelecekti. Yazmak buydu.Dokuz yaşındaki Liesel, İkinci Dünya Savaşı sırasında bir ailenin manevi kızı olur. Burada ailesiyle kalan sığınmacı Max sayesinde okumayı öğrenir ve kitaplarla arasında farklı bir bağ kurar. Kelimelerin dünyası, dışarıdaki kötülüklere karşı bir güç olabilecek midir? Kitaplı her şey benim için değerli, bu film de süperrr:)
Kızımla beraber izlediğim Kayıp Balık Dori ve Stand By Me Doraeoman izlediğim çok sevimli animasyon filmleriydi. Kızımla her şey güzelll <3
17 Ekim 2016 Pazartesi
Yaşlı Adam ve Deniz - Ernest Hemingway
"Her gün yeni bir başlangıçtır. Elbette insanın şansa da ihtiyacı var. Ama önce gerekeni yapmalı ki, şans kapıyı çaldığında insan hazır bulunsun!"
"Günün her doğuşu yepyeni ayrı bir gün getirir."
"Yapmadığın şeyleri düşünmenin sırası değil şimdi. Olacağı, becerebileceğini düşün."
“Biriyle konuşmanın, kendi kendine konuşmaktan, denizle konuşmaktan çok daha güzel olduğunu fark etti.”
Yıllar önce Çanlar Kimin İçin Çalıyor? kitabını okuduğum Ernest Hemingway'in Pulitzer ödüllü bu kitabı gerçekten huzur veren, yormayan bir kitap.
Ben diliyle anlatılan kitapta yaşlı Kübalı bir balıkçının okyanusun ortasında dev balıklarla giriştiği mücadele anlatılıyor.
Betimlemelerin zengin olduğu kitabın filmi de varmış.
Merhametli, iyi niyetli bu balıkçının hayata, insanlara ve doğaya uzanan düşünceleri insanı derinden etkileyen türden.
1 Eylül 2016 Perşembe
Suyun Ayak Sesi - Sohrap Sepehri
"Ben dünyanın başlangıcına yakınım.
Çiçeklerin nabzını tutuyorum.
Suyun ıslak kaderine,
Ağacın yeşil olma adetine aşinayım.
Ruhum nesnelerin tazeliklerine akar,
Benim ruhum, gençtir.
Ruhum bazen heyecandan kekeler,
Benim ruhum, işsizdir:
Yağmur damlalarını, duvardaki tuğlaları sayar,
Ruhum bazen yol ağzında duran bir taş gibi gerçektir.
Benim ruhum, gençtir.
Ruhum bazen heyecandan kekeler,
Benim ruhum, işsizdir:
Yağmur damlalarını, duvardaki tuğlaları sayar,
Ruhum bazen yol ağzında duran bir taş gibi gerçektir.
Ben birbirine düşman iki çam görmedim,
Gölgesini yere satan bir söğüt de görmedim
Karaağaç kovuğunu bağışlar kargaya.
Nerde bir yaprak varsa, içim açılır.
Afyon çiçeği yıkadı beni varoluşun selinde.
Gölgesini yere satan bir söğüt de görmedim
Karaağaç kovuğunu bağışlar kargaya.
Nerde bir yaprak varsa, içim açılır.
Afyon çiçeği yıkadı beni varoluşun selinde.
Bir böcek kanadı gibi, seherin ağırlığını biliyorum.
Bir saksı gibi ,yeşermenin musıkîsini dinliyorum.
Bir sepet dolusu meyva gibi,
Olgunlaşmak için sabırsızlanıyorum.
Uyuşukluk sınırında bir meyhane gibiyim.
Deniz kenarında bir bina gibi,
Ebedi dalgalardan endişeliyim.
Bir saksı gibi ,yeşermenin musıkîsini dinliyorum.
Bir sepet dolusu meyva gibi,
Olgunlaşmak için sabırsızlanıyorum.
Uyuşukluk sınırında bir meyhane gibiyim.
Deniz kenarında bir bina gibi,
Ebedi dalgalardan endişeliyim.
İstediğin kadar güneş, istediğin kadar bağlılık,
İstediğin kadar çoğalma."
İstediğin kadar çoğalma."
İran’ın modern şairlerinden ve ressamlarından biri olan
Sohrap Sepehri, ön lisans eğitiminin ardından Milli Eğitim Müdürlüğü’nde işe
alınır.
Kısa bir süre sonra bu işten istifa ederek, resim bölümünü okur.
Bölümünü birincilikle bitirir.
Avrupa, Mısır, Pakistan ve Japonya’yı gezer.
Bölümünü birincilikle bitirir.
Avrupa, Mısır, Pakistan ve Japonya’yı gezer.
Sohrap Sepehri’nin resimlerinde Japon resminin izleri,
şiirlerinde Budizmin etkileri görülür.
1965 yılında yayımlanan Suyun Ayak Sesi
adlı kitabı: Suyun Ayak Sesi, Sadece Renk, Gülistan’da, Aydınlık, Ben, Çiçek,
Su, Hey adlı uzun şiirlerinden oluşur.
Şiirlerinde doğa, insan ve evren sevgisi
kendine özgü üslubuyla yer alır.
O şiirlerindeki sözcükleriyle adeta resim
yapar.
29 Ağustos 2016 Pazartesi
Mezhaba No:5 - Kurt Vonnegut Jr.
"Evrende, üzerinde yaşam bulunan otuz bir gezegeni bizzat ziyaret
ettim ve yüz küsür diğerine dair raporları okudum. Hür irade lafına bir tek
dünyada rastladım."
Tanrı bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etme rahatlığını, mümkün
olanları değiştirme cesaretini ve bunları her zaman birbirinden ayırma
bilgeliğini bağışlasın.
-Hasta ne durumda?
-Dünyaya ölü.
-Gerçekte ölü değil ama.
-Değil.
-Hiçbir şey hissetmeyip canlı kabul edilmek ne hoş."
-Dünyaya ölü.
-Gerçekte ölü değil ama.
-Değil.
-Hiçbir şey hissetmeyip canlı kabul edilmek ne hoş."
Tatil boyunca pdf formatında bilgisayara, tablete indirdiğim kitapları bitirmek gibi bir amacım vardı. Bu kitaplardan biri de edebiyatın değişik platformlarında sıklıkla rast geldiğim Mezbaha No:5 adlı kitap ve tabiki yazarı.
Kitabımız on ana bölümden oluşuyor. Öteki adı: “Çocuk Haçlı Seferi”.
İlk kısımlarda kitabın yazılış
öyküsü aktarılıyor okuyana.
Konu; yazarın kendisinin de tutsak
düştüğü 1945 yılında Amerika ve İngiltere’nin, Dresten’i bombalanıp yağmaladığı
savaş dönemi...
Kahramanımız gözlükçü Bill Pilgrim’in savaşta yaşadıkları, zengin
bir kızla evliliği ve Tralfamador adlı gezegende yolculukları zamandan bağımsız
bir şekilde, nükteli bir üslupla anlatılıyor.
Zamanı farklı şekillerde kullanmak gibi bir yeteneği olan Bill’in seyahatlerinde onun doğumuna, gençliğine, ölümüne şahit olmak mümkün.
Kitabın 1972 ABD yapımında film uyarlaması da mevcut.
Savaşın anlamsızlığını anlatan akıcı bir bilim kurgu…
23 Ağustos 2016 Salı
Yazar Olmak - Dorothea Brande
"En iyi kitaplar en sağlam inançlardan çıkar."
Yazarlık, insanın doğuştan sahip olduğu bir yetenek midir
yoksa bir insan isterse sonradan yazar olabilir mi?
Hikaye ve roman yazmak isteyenlerin temel problemlerini ele
alan bu kitap teknik konularla değil de daha temel konuları ele alıyor.
Dorothea Brande, yaratıcılığın bir sırrı olduğunu ve bunun öğretilebilir
olduğunu düşünüyor. Bu düşüncenin hakim olduğu kitap, yazıya meraklı okuruna en
baştan güvenerek bir güç vermeyi amaçlıyor.
Yazarın içindeki enerji, bilinçaltındaki çeşitli güçler
tarafından tutsak edilmektedir. Bu enerjiyi açığa çıkarmak gerekir. Kişi, özgür
düşünebilme, kendine saygı, kendine güven gibi sorunlarını aşmaya çalışırsa
yazmaya daha yatkın bir psikoloji edinebilir.
Kitabımız yazarların sorunlarıyla başlıyor; çift kişilikli
olmaları, bilinçaltının dizginlenmesi, planlı yazmak, yazılanları eleştirel
gözle okumak, bir yazar gibi okuyabilmek, yeniden görmeyi öğrenmek, özgünlüğün
kaynağı, yazarın dinlenmesi, hikaye denemesi gibi konuları ayrıntılı bir
şekilde kısa örneklemelerle ele alıyor.
= Sabahları yazı egzersizleri yapmalı ve bu bir
düzene girmeli,
= Gözlem yapmalı,
= Çift kişilikli olmalı yani bundan kasıt bir
yazar mizacıyla yaklaşabilmeli,
= Hayal kurmaya eğilimli olmalı,
= Biliçaltının ortaya çıkabildiği durumları içsel
ve dışsal dünyada fark edebilmeli,
= Yazar mizacıyla eleştirel bir gözle okuma
yapmalı gerekirse defalarca aynı yazıyı üst üste okumalı,
= Yazı konusunda yahut yazmadan önce bir fikir
oluşturmalı.
19 Ağustos 2016 Cuma
Bekleyiş Unutuş - Maurice Blanchot
“Bekleyiş her geleni
geleceğinde bırakan sakin geride bırakıştır.”
“-Beni unutacak mısınız?
-Evet, sizi unutacağım.
-Beni unuttuğunuzdan nasıl bu
kadar emin olacaksınız?
-Başka bir kadını hatırladığımda
emin olacağım.
-Fakat hatırladığınız yine ben
olacağım; daha fazlasına ihtiyacım var.
-Kendimi artık hatırlamadığımda
daha fazlasına sahip olacaksınız.”
“-Unutmak aynı zamanda iyi bir şey.
-Evet, bu unutuş kelimeleriyle,
varlığımı hep daha çok ortadan kaldırmak istiyorsunuz.
-Çünkü unutuş her kelimede hâlâ
sizin mevcudiyetinizdir.”
“Bekleyiş her zaman, anın
olmadığı acilliktir.”
“Ne kadar unutursan unut,
unutuşun sınırlarını bulamayacaksın.”
“Gizemli, örtüsünü kaldırmadan
kendisini gözler önüne serendir.”
******
Eserlerinde Foucault, Sartre, Nietzsche, Kafka ve Rilke gibi
isimlerle edebi bir söylem içerisinde
olan Maurice Blanchot’u tanıdığım ilk kitabı.
Dilin sınırlarını zorlayan yazar
çoğu yerde kelime oyunları yapıyor dipnotlarla dildeki bu oyunları açıklamaya
çalışıyor çevirmen Ender Keskin.
Anlatımda öznenin varlığının giderek derinleştiği okuması
zor kitaplardan.
Bir otel odasında yalnız kalan bir adam ve kadının bekleyiş, unutuş
temalı içsel duyumları diyaloglar halinde veriliyor.
Dış ses kurguyu yapmış
gibi araya da girebiliyor.
İki karşı cinsin ilişkiye başladıkları zamandan
geldikleri zamana değin öznelliklerinden kurtulup bir bütünlüğe erişebilme
olasılığı sorgulanıyor.
“Konuşmayı unuttuğumuzda sizi daha iyi göreceğim”
“Seni duymamı istiyorsan konuşmayı bırak”
Sessizliği beklemek, duymak için beklemek, ölümü beklemek,
yarını beklemek, unutuşu beklemek ve hep beklemek...
18 Ağustos 2016 Perşembe
filmler
La Famme Da Cote/Penceredeki Kadın-1981
Yönetmen: François Truffault
Oyuncular: Gerard Depardieu, Fanny Ardant, Henri Garcin..
Tür: Dram, romantik
Ülke: Fransa
Bernard karısı ve küçük oğluyla mutlu bir hayat sürmektedir. Bir gün evlerinin yan tarafına Mathilde ve Philippe çifti taşınır. Mathilde ve Bernard yıllar önce sevgilidir ve aralarındaki aşk yeniden alevlenir.
Domicile Congual/Ev Hali-1970
Yönetmen: François Truffaut
Oyuncular: Jean Pierre Leaud, Claude Jade..
Tür: Dram, romantik
Ülke: Fransa
Antoine Doinel serisinin evlilik, çocuk yapma ve ilk aldatmalar bölümünü oluşturan bir Truffaut filmi. Serinin ilk filmi Baisers Voles, Çalınan Buseler.
14 Ağustos 2016 Pazar
Son Nefes - Michael Prescott
Michael Prescott, New Jersey’de büyümüş Los Angelas’ta
senaristlik yapmış bir yazar. Sekiz adet polisiye gerilim kitabına imza atmış.
Son Nefes adlı romanı, yazarın okuduğum ilk romanı. Genel
olarak felsefe ve düşünce merkezli kitapları sevsem de, arada yüksek gerilimli kitaplar okumaktan da keyif aldığım doğru. Bu tarz kitaplar bir film
izlercesine yazılmış ve izleyiciyi ekrana bağlamak için heyecan dozu arttırılmış
dizileri de andırıyor. Edebi anlamda sınırlı sayıda altı çizilesi yerleri de
keşfettim. Teknik iyi, anlatım düz ve yorucu cinsten değil. Bu türün kitaplarında belli bir şablon
oluşturuluyor ve o şablonun dışına çıkılmıyor.
Bu tarzda nam salmış çok fazla yazar var, Stephen King gibi.
Günümüz modern dünyasında bu furyanın yazarları her zaman liste başı oluyor.
Aksiyon, gerilim çok seviliyor sanırım.
Gelelim kitaba, Caitlin Osborn kabusu onu almaya geldiğinde
evde tek başınadır. Gerilim türü kitapları genelde hep böyle başlar; kasvetli, puslu
kimsesiz bir kasabada devam eder. Nedense böyle yerlerde herkes tatile ya da
yaylaya çıkmışçasına çok az kişiye rastlanır(!) Her neyse :)
Caitlin, korku dolu bir gece geçirir ve ailesini gördükleri
konusunda ikna edemez. Bilirsiniz çocuklara yetişkinler pek güvenmez bu konularda. Yıllar
sonra bilinçaltını ve dışını ele geçiren korkusunu yenmek için başarılı bir
polis olur. On altı yıl sonra evde onu ziyaret eden kabusu ile yeniden karşılaşır. Olaylar
karmaşık ve üstelik düşmanı yalnız kum saati katili değildir.
Arkadaşları arasında Ölüm Meleği olarak anılan Caitlin bu kez kabusunun, sayısı bilinmeyen kurbanlarından biri mi olacaktır? Heyecan ve korkunun tavan yaptığı bu polisiye, bu türün tutkunları için ideal bir kitap…
Arkadaşları arasında Ölüm Meleği olarak anılan Caitlin bu kez kabusunun, sayısı bilinmeyen kurbanlarından biri mi olacaktır? Heyecan ve korkunun tavan yaptığı bu polisiye, bu türün tutkunları için ideal bir kitap…
1 Ağustos 2016 Pazartesi
son izlenceler
Le Dernier Metro/Son Metro-1980
Yönetmen: François Truffaut
Oyuncular: Catherine Deneuve, Gerard Depardieu, Jean Poiret...
Tür: Dram, romantik, savaş filmi
Ülke: Fransa
Marion II.Dünya Savaşı yıllarında Yahudi Lucas ile evli, başarılı bir oyuncudur. Savaş dönemi sanatla dolu hayatları bambaşka bir hal alır. Lucas için yaşam zorlaşır. Ülkeyi terk etmek isterken karısı değişik bir çözüm yolu bulur. Bu şekilde ikili, farklı bir hikayeye uzanır.
The Wild Child/Vahşi Çocuk-1969
Yönetmen: François Truffaut
Oyuncular: Jean-Pierre Cargol, François Truffaut, Jean Daste..
Tür: Dram
Ülke: Fransa
Truffaut'nun sağır ve dilsizler için kurulan bir enstitüde çalışan Doktor Itard'ı canlandırdığı filmde, ormanda bulunan ve konuşamayan Victor adlı çocuğun medeniyete dönüştürülme çabası anlatılıyor. Enstitü çocuğu uzaklaştırmayı ve çocuğun hiç bir eğitimi alamayacağını düşünürken, Doktor Itard onu evine almaya karar verir. Ümit kesilen çocuk herkesi şaşırtabilecek midir?
31 Temmuz 2016 Pazar
Bilmemek - Milan Kundera
"Ama insanlar birbirlerini sık sık görünce tanıdıklarını sanıyorlar.
Zamanını yeni bir duvar saatine göre düzenlemeye koyuldu.
Adına sıla hasreti denen tamamen yeni bir duygu hissediyor.
Tutkunun, tanım olarak aşırılık olduğunu bildiğinden tutkusuna hayrandı.
Belleğinin kendisinden nefret ettiğini, onu sadece kötülediğini çok iyi biliyordu; bu yüzden ona inanmamaya ve kendi hayatına karşı daha hoşgörülü olmaya zorlamıştı kendini. Boşuna çaba: Geriye bakmaktan hiç hazzetmiyordu ve bunu mümkün olduğu kadar az yapıyordu.
Ardımızda bıraktığımız zaman daha geniştir, bizi geri dönmeye çağıran ses daha karşı konulmazdır. Bu deyişte keskin bir hava var, ama yanlış. İnsan yaşlanır, sonu yaklaşır, her an gitgide kıymetlenir ve anılarla kaybedecek zaman yoktur."
Prag Baharı… 5 Ocak 1968 tarihinde başlayan ve
Çekoslovakya’nın politik olarak liberalleşmeye çalıştığı bir dönemdir. Haziran
sonlarına doğru Sovyet ve Varşova Paktı’na bağlı müttefik devlet askerlerinin
Çekoslovakya’ya girme hareketleri; ağustos ayında yapılan müzakerelerden bir
sonuç alınamayınca Çekoslovakya’nın 20-21 Ağustos tarihinde işgal edilmesi ile
sona erdi.
Bu işgalin sonucu yaklaşık üç yüz bin civarında insan Batı
ülkelerine doğru göç etmek zorunda kaldı. Bu göçmenlerden biri de Bilmemek adlı
romanımızın kahramanı Irena’dır. Prag’dan göç ederek Paris’e yerleşen Irena,
kocasının ölümüyle yapayalnız kalır. Kendisini, içinde bulunduğu durumu
anlayacak kimse yoktur yanında. İşgal sonrası ara ara memleketine ziyaretleri olur
ama her ziyaretinde bir şeyler eksilir sanki kalbinde. Memleketinde yaşarken
duyumsadıkları, sürekli büyüyen özlem yerini karmaşık duygulara bırakır. Memleketine ziyareti sırasında hava alanında kendi ile
göçmenlik kaderini paylaşan Josef ile tanışır. Josef onun geçmişinden bir kesit
gibidir. Sürgünlüğün ortak kaderini paylaşır onunla.
Yabancılaşma, memleket hasreti, yalnızlık, bellek, geçmiş,
unutuş ve yurtsuzluk üzerine yazılmış bir roman, Bilmemek….
28 Temmuz 2016 Perşembe
yurt dışı gezimiz II
Brüksel'den sonra Almanya Münih hava alanına vardık. Buradan konaklayacağımız yerin bulunduğu Ulm şehrine geldik. Kapalı bir hava vardı. Ulm'de yerleşme işlemlerinin ardından hızımızı kesmeden geziye devam ettik. Burada Ulm Büyük Kilise'yi gezdik. Dünya'nın en yüksek kilisesi ünvanına sahip ve 768 basamaktan oluşuyor. Şehrin her yanından gözüküyor. Sabahtan öğlene kadar Ulm şehrinde öğrenci merkezli yaklaşım adına eğitimimiz, sonrasında da kültür gezilerimiz oluyordu.
Gittiğimiz sırada çocuklar için lunapark festivali vardı. Gülce de bu festivalde eğlendi, çok yağmur yağmasaydı burası daha eğlenceli olabilirdi.
Ulm Botanik Bahçe'de değişik türlerde bitkilere rastlamak mümkündü. Kaldığımız hafta sonu gezi planımızda Fransa vardı. Fakat orada gerçekleşen saldırı nedeniyle giriş çıkışlar sorunlu olduğu için bu geziyi iptal etmek zorunda kaldık. Prag'da geziyi sürdürmeye karar verdik. Prag tarihi dokusu bozulmamış gerçekten görülmesi gereken bir şehir.
Astromik saat'teki figürler her saat başı hareketleniyor ve her figürün bir anlamı var. Örneğin, iskelet figürü ölümü, elinde para kesesini tutan figür cimriliği simgeliyor. Çarls Köprüsü'de şehrin en eski köprülerinden ve en çok ziyaret edilen yerlerden biri. Kafka'nın şehrinde onun müzesi de vardı tabii. Ama yaşadığı evi göremedim.
Prag sonrası yeniden Ulm'e döndük. Bodensee Gölü'ne gittik. Orta Avrupa'nın en büyük ikinci gölü olan bu gölden tekne ile karşıdaki Mainau Adası'na geçtik. Bu adaya cennet adası da diyorlarmış. Milyonlarca çiçek ve ağacın içinde gezince insan fazla oksijenden sarhoş gibi oluyor. Bu adadaki limandan İsveç'e geçilebiliyor fakat zamanımız olmadığı için oraya gidemedik. Adanın içinde Kelebek Evi'ni gezdik. Tekneyle karşıya geçip yeniden Ulm'e yol aldık. Başka bir gün de Almanya'nın Stuttgart şehrini gezdik burada Mercedes Benz Müzesi'ni gezdik.
Ve ülkemize uzun yollardan sonra döndük. Gezdiğimiz yerlerde hissedilen ferahlığın, rahatlığın ülkemizde hissedildiği huzur dolu günler dileğiyle....:)
27 Temmuz 2016 Çarşamba
yurt dışı gezimiz I
Merhabalar :)
On beş günlük yurt dışı gezimizin ilk durağı Hollanda. Hava alanından rehberimiz eşliğinde Rotterdam'a geçtik. Çünkü konaklayacağımız yer oradaydı. Rotterdam merkezde gezdik oradaki kalem bina, kübik evler ilgi çekiciydi. Rotterdam, Amsterdam'a göre daha sakin ve kendi halinde bir yer.
Rotterdam sonrası Amsterdam'a geçtik, şehrin ortasından geçen kanal kenarındaki yüzen evler ve dans eden evler vardı. Kanal turu yaptık şehrin merkezi çok güzeldi. Buraya bisikletli şehir adını verdim her yere ulaşım bisikletle sağlanıyor. Çocuklu anneler bile çocuklarını bisikletin arkasındaki ya da önündeki sepete yerleştirip ulaşımlarını sağlıyorlar. Bisikletler için park yerleri, trafik ışıkları ve yolları her tarafta var. Şehirde yol, ulaşım adına hiç bir sıkıntı yok. Her taraf yemyeşil hava ise bu mevsimde bile oldukça serin. Lahey Adalet Divanı da gördüğümüz yerlerden biriydi.
Amsterdam'dan sonra Brüksel'e geçtik. Grand Meydanı oldukça büyük ve her tarafta gösteri yapan insanlar vardı. Bir tarafta müziğini çalan, bir tarafta çocuklara baloncuk yapan şehrin yerlileri çok sempatikti. Her köşe başında waffle dükkanları vardı. Bir de külahta patates kızartması satan yerler fazlaydı. Meydandan biraz ileride işeyen çocuk heykeli vardı. Orayı da gördükten sonra waffle yedik sokaklar pudra şekeri kokuyordu ve ılık bir hava hakimdi.
Şehrin meydanını gezdikten sonra Atomium adı verilen 1958 yılında Expo 58 fuarı için yapılan anıt binayı gezdik. Etrafında çok büyük bir bahçe ve içinde değişik yapay göletler vardı. Ormanın içinde canlı müzik yapılan yerler de dikkatimizi çekti.
Yarın devamını yazarım inşallah görüşmek üzere...:)
24 Temmuz 2016 Pazar
Hain Yüreğim - Wulf Dorn
Doro’nun annesi ve babası evlilik yıl dönümlerini kutlamak
için bir akşam yemeğine çıkacaklardır. Annesi ve babasının bu özel gününde
Dorothea, küçük kardeşi Kai’yı yalnız bırakmamak zorundadır. O gecede
kendisinin ilgi duyduğu bir arkadaşının partisine davetlidir. Anne ve babasının
isteğini gerçekleştirmek için evde kalır içten içe de partiye gidemediği için
üzgündür.
O gece kardeşi durmaz, sürekli ağlar ve gecenin sabahında
kardeşi ölür. Dorothea, bu olağan dışı durum karşısında üzülür ve büyük bir
travma geçirir. Uzun bir süre, akıl hastanesinde tedavi görür. Anne ve babası da
bu süreçte ayrılır. Doro, uzun bir tedavi döneminin ardından annesi ile birlikte
yaşamaya başlar. Anne kız, farklı bir yerde, farklı bir evde anılardan uzakta
yaşayacaklarını düşünerek yeni bir hayata merhaba derler. Ancak geçmiş
peşlerinde yeni sandıkları hayatın içine sürekli gölge düşürmektedir. Kai’nın
gölgesi ve o gece…
Gizemli gecede gerçekten ne yaşanmıştır? Sinestezik bir hastalığa
sahip olan Doro’nun sonraki hayatı rutin bir seyirde akacak mıdır? Yoksa
sıra dışı hikayelerin parçalarını birleştirme çabasıyla mı akacaktır?
Alman edebiyatından akıcı bir psikolojik gerilim…
21 Temmuz 2016 Perşembe
yelken
usul usul ilerliyor yelkenin
pamuk gibi bir buluttan gülümseyen güneş
yakıyor tenini
kırılmış bir kalbin şarkılarından kaçıyor
martılar
göz yaşların karışıyor maviye
ufkun en uzağında kalıyor özlediklerin
bir yok oluşa sürükleniyor geçmiş
dünyanın her yerinde
tek ve gerçek olan yalnızlığın
biliyor yelkenin
Etiketler:
benden geçen,
şiir denemelerim
6 Temmuz 2016 Çarşamba
dinle
Bana kulak ver ki, sana ses verebileyim.
Karşındakinin gerçeği sana açıkladıklarında değil,
açıklayamadıklarındadır.
Bu yüzden onu anlamak istiyorsan, söylediklerine değil, söylemediklerine kulak ver.
Bir gerçek her zaman bilinmek, ama ara sıra söylenmek içindir.
İçimizdeki gerçek olan sessiz, edinilmiş olan ise gevezedir.
Sözcüklerin dalgası hep üstümüzde olsa da,
derinliklerimiz daima dinginliğini korur.
Yaşam kalbini okuyacak bir şarkıcı bulamazsa, aklını konusacak bir filozof yaratır.
Zihnimiz bir süngerdir,
yüreğimizse bir nehir.
Çoğumuzun akmak yerine, sünger gibi emmeyi seçmesi ne garip!
Eğer kış, 'Baharı yüreğimde saklıyorum'deseydi, ona kim inanırdı?
Her tohum bir özlemdir.
Öğretilerin çoğu pencere camı gibidir.
Arkasındaki gerçeği görürsün, ama cam seni gerçekten ayırır.
Neşeli yüreklerle birlikte neşeli şarkılar söyleyen kederli bir kalp ne kadar yücedir.
Yürüyenlerle birlikte yürümeyi yeğlerim, durup yürüyenlerin geçişini seyretmek değil.
Hayır, boşuna yaşamadık biz!
Evim der ki, 'Beni bırakma, çünkü burada senin geçmişin yaşıyor.'Yolum der ki, ' Gel ve beni izle, çünkü ben senin geleceğinim.'Ve ben hem eve, hem de yola derim ki, 'Benim ne geçmişim, ne de geleceğim var.
Eğer kalırsam, kalışımda bir ayrılış vardır; gidersem,
ayrılışımda bir kalış.
Yalnızca sevgi ve ölüm her şeyi değiştirebilir.
'Daha dün, yaşam küresi içinde uyumsuzca titreşen bir kırıntı olduğumu düşünürdüm.
Şimdi biliyorum ki, ben kürenin ta kendisiyim, ve uyumlu kırıntılar halinde tüm yaşam içimde devinmekte.
Güzelliğin şarkısını söylersen eğer, çölün ortasında tek başına olsan bile bir dinleyicin olacaktır.
En büyük şarkıcı,
sessizliğimizin şarkısını söyleyendir.
Sözler zamansızdır.
Onları zamansızlıklarını bilerek söylemeli ya da yazmalısın.
Halil CİBRAN / Kum ve Köpük
Karşındakinin gerçeği sana açıkladıklarında değil,
açıklayamadıklarındadır.
Bu yüzden onu anlamak istiyorsan, söylediklerine değil, söylemediklerine kulak ver.
Bir gerçek her zaman bilinmek, ama ara sıra söylenmek içindir.
İçimizdeki gerçek olan sessiz, edinilmiş olan ise gevezedir.
Sözcüklerin dalgası hep üstümüzde olsa da,
derinliklerimiz daima dinginliğini korur.
Yaşam kalbini okuyacak bir şarkıcı bulamazsa, aklını konusacak bir filozof yaratır.
Zihnimiz bir süngerdir,
yüreğimizse bir nehir.
Çoğumuzun akmak yerine, sünger gibi emmeyi seçmesi ne garip!
Eğer kış, 'Baharı yüreğimde saklıyorum'deseydi, ona kim inanırdı?
Her tohum bir özlemdir.
Öğretilerin çoğu pencere camı gibidir.
Arkasındaki gerçeği görürsün, ama cam seni gerçekten ayırır.
Neşeli yüreklerle birlikte neşeli şarkılar söyleyen kederli bir kalp ne kadar yücedir.
Yürüyenlerle birlikte yürümeyi yeğlerim, durup yürüyenlerin geçişini seyretmek değil.
Hayır, boşuna yaşamadık biz!
Evim der ki, 'Beni bırakma, çünkü burada senin geçmişin yaşıyor.'Yolum der ki, ' Gel ve beni izle, çünkü ben senin geleceğinim.'Ve ben hem eve, hem de yola derim ki, 'Benim ne geçmişim, ne de geleceğim var.
Eğer kalırsam, kalışımda bir ayrılış vardır; gidersem,
ayrılışımda bir kalış.
Yalnızca sevgi ve ölüm her şeyi değiştirebilir.
'Daha dün, yaşam küresi içinde uyumsuzca titreşen bir kırıntı olduğumu düşünürdüm.
Şimdi biliyorum ki, ben kürenin ta kendisiyim, ve uyumlu kırıntılar halinde tüm yaşam içimde devinmekte.
Güzelliğin şarkısını söylersen eğer, çölün ortasında tek başına olsan bile bir dinleyicin olacaktır.
En büyük şarkıcı,
sessizliğimizin şarkısını söyleyendir.
Sözler zamansızdır.
Onları zamansızlıklarını bilerek söylemeli ya da yazmalısın.
Halil CİBRAN / Kum ve Köpük
27 Haziran 2016 Pazartesi
100 Büyük Roman - Abraham H.Lass
Abraham H. Lass’in kaleme aldığı dört ciltlik yüz büyük
roman, Batı Edebiyatı’ndaki eserlerin tanıtılmasını, eleştirilmesini ve
yazarların biyografik bilgilerini içeriyor. Kısaca bu kitaba özet, teknik,
kritik, karakter analizleri, yazar biyografileri adını verebiliriz.
Bu tür kitaplar, doğru kitap seçimini kolaylaştırır. Roman
tekniğine dair farklı yaklaşımlar oluşturmamızı, farklı düşünme şekilleri
geliştirmemize yardımcı olur. Niye roman okuruz? Bir roman öncelikle bize hem
macera hem de derin görüşler takdim eder. Romanın başarısının ilk şartı,
karakterlerin hakiki olmasıdır. Bunun yanında plan, hikaye ve tez önemlidir
romanda. "Kral öldü ve sonra kraliçe de öldü." hikayedir. "Kral öldü ardından kraliçe de kederinden öldü." bu da plandır.
Hikaye = “Ve ardından ne oldu?” sorusunun cevabıdır.
Planı = Niye öyle olduğunu anlatır.
Tez = Bu belirli hikayeyi, yazarın niye anlatmak istediğini
anlatır.
Bu üç unsurun dışında aynı konu farklı yazarlarca işlenmiş
olabilir. Burada ise, farklılığı yaratan üsluptur.
Bu tarz inceleme kitaplarını üst üste okumak sıkıcı olabiliyor onun yerine günde bir ya da iki adet hikaye, özet ve yazar hayatı incelenebilir. Ben bu şekilde okuyarak ikinci cilde geçebildim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)