25 Şubat 2015 Çarşamba

Kara Kitap - Orhan Pamuk


"Sessizlerin, anlatmayı bilmeyenlerin, kendini dinletemeyenlerin, önemli gözükmeyenlerin, dilsizlerin, o iyi cevabı hep olaydan sonra evde düşünenlerin, insanların hikayelerini merak etmediği o kişilerin yüzleri diğerlerinden daha anlamlı, daha dolu değil mi? Sanki anlatamadıkları hikayelerin harfleriyle kaynaşıyor bu yüzler, sanki sessizliğin, ezikliğin, hatta yenilginin işaretleri var onlarda."
**
"Hiçbir zaman inandıramadım seni kahramansız bir dünyaya neden inandığıma. Hiçbir zaman inandıramadım seni o kahramanları uyduran zavallı yazarların neden kahraman olmadıklarına. Hiçbir zaman inandıramadım seni o dergilerdeki resimleri çıkanların bizden başka bir soydan olduğuna. Hiçbir zaman inandıramadım seni sıradan bir hayata razı olman gerektiğine. Hiçbir zaman inandıramadım seni, o sıradan hayatta benim de yerim olması gerektiğine."
**

Kara Kitap, iki uzun bölümden oluşuyor: Birinci kısım, on dokuz bölüm; ikinci kısım, on yedi bölüm. Romanın ana karakterlerinden Galip, çocukluk aşkı ve kayıp karısı Rüya'yı karlı bir kış günü İstanbul'da aramaya başlar. Küçüklüğünden bu yana yazılarını büyük bir hayranlıkla okuduğu yakın akrabası gazeteci Celal'in köşe yazıları bu arayışta ona işaretler yollayacaktır. Bir yanda Galip'in araştırmaları, bir yanda Celal'in köşe yazıları..

Eski cellatların hikayelerinden, Boğaz'ın sularının çekileceği felaket günlerine, kılık değiştiren paşalardan, tarihte gizemli kalmış cinayetlere, yüzlerimizde taşıdığımız çok halli anlam sırlarına ve İstanbul'un ücra köşelerinde kalmış gülünç kişilere uzanan bir araştırma..

Bu araştırma Galip'i hem kayıp karısı Rüya'ya, hem de hayatımızın mahreminde kalan, gün ışığına çıkamayan esrarın çözülmesine ulaştıracak mı?

Kara Kitap'ın temel kaynağı, Pamuk'un ailesi, çocukluğu, hayatı, yaşadıkları ve Türk, Dünya edebiyatının bazı temel kitapları. Örneğin, İranlı şair, Fahriddin-i Attar'ın Türkçe'ye de çevrilmiş Mantıku't-tayr adlı uzun şiiri. Bu şiirin konusu, kayıp padişahları Simurg'u arayan bir kuş sürüsünün yaptığı yolculuktur. Şeyh Galip de meşhur eseri Hüsn-ü Aşk mesnevisini de bu kitaptan etkilenerek yazmış. Buna benzer önemli bir çok eser, Galip'in yolculuğuna eşlik etmiş. Bu kitabı yazmaktaki amacının, günlük hayatın destanını yazmak olduğunu ifade eden Orhan Pamuk, daha sonra Kara Kitap'ın Sırları adlı küçük bir kitap yayımlamış. Bu kitapta, insanın kendi olma gayesini, gecenin, hayatın bilinmeyen yerlerinde saklı olan esrarını bulma çabasını, hem objektif bir tarih, hem de subjektif bir edebiyat merceğiyle yansıtmış ve dile hakim olduğunu bir kez daha kanıtlamış.

Kara Kitap, en çok Fransızlar tarafından sevilmiş ve 1994 yılında France Culture ödülünü almış. Nobel Jürisi başkanı da en çok bu romanından etkilendiklerini 2006 yılında ödülü duyurduktan hemen sonra açıklamış.

21 Şubat 2015 Cumartesi

Wild- 2014


Wild (Yaban) Jean-Marc Vallée’nin yönettiği, başrollerinde; Reese Witherspoon ve Laura Dern’in yer aldığı biyografi, dram filmi.

Cheryl, hayatının merkezi olarak gördüğü annesini kaybedince kendi hayatının kontrolünü kaybeder. Bir evlilik yaşar, kötü bağımlılıkları olur ve boşanma süreci onu derinden sarsar. Bir gün çantasını alıp Amerika'nın uzun, tehlikeli Pasifik Crest Yolu'nu yürümeye karar verir. Geçmiş hayatının her karesi zihninde belirir ve özünü yeniden bu yolculukta bulmaya çalışır.


Bu filmden sonra yürüyüşleriniz daha anlamlı olacak..
Filmin sonundaki şarkıyı ise çok sevdim.. 



Mutlu bir hafta sonu dilerim..

16 Şubat 2015 Pazartesi

soğuk mevsim


"ve bu benim
yalnız bir kadın
soğuk bir mevsimin eşiğinde
yeryüzünün kirlenmiş varlığını anlamanın
başlangıcında…"

F. Ferruhzad

12 Şubat 2015 Perşembe

sınıf günlüğü :)

Emirhan kuzusu :)

- Öğretmenim ben çok güzel resim ediyorum.
- Öğretmenim ne olur Beden Eğitimi dersi için bahçeye çıkalım erkekler maç eder, kızlar sizinle mendil kapmaca oynar.
- Öğretmenim Halil miyav sesi ediyor.

Resim edilmez, yapılır. Maç edilmez, yapılır. Miyav edilmez, miyav sesi çıkarıyor, denilir. Bahar Öğretmen fiiller konusunu bir daha anlatmalı bla bla blaa :)

Kurtuluş Savaşı'nı anlatırken öğretmen, Emirhan söz hakkı alır:
- Öğretmenim Atatürk Samsung'a çıkarak Kurtuluş Savaşı'nı başlattı.

Samsung değil annemmm Samsun, Samsung bir marka ismi :D

Hayat Bilgisi dersinde öğretmen sorar:
- Evimizdeki eski giysileri, eski eşyaları ne yapıyorsunuz?
- Suriyelilere veriyoruz öğretmenim.

Cihan okulun ilk günü:
- Ben sufi oldum öğretmenim,
- Nasıl oldun Cihan ben de olabilir miyim?
- Tatilde Menzil'e gittik Şeyhin yanında dua ettim, Menzil ekmeğinden yedim. Ben sufiyim artık. Sizde böyle yaparsanız olabilirsiniz.

Yine Cihan:
- Öğretmenim biliyor musunuz kalbimiz mıknatıstır?
- Nasıl mıknatıs yavruşşummm kalbimizin mıknatıs gibi bazı maddeleri çekme özelliği yok. Kalbimiz bir kastır ve çok önemli bir organımızdır.
Ama şöyle düşünebiliriz: Yani kalbimizi mıknatıs gibi. Eğer kalbimizde iyiliği, doğruluğu, güzellikleri yaşatırsak, kalbimiz iyiliği ve güzelliği çeker kendine. Aksini düşünürsek, kalbimizde kötülük, düşmanlık, nefret gibi yanlışları yaşatırsak; kalbimiz kötülükleri daha çok çeker kendine. Biz hep iyiyi, güzeli besleyelim kalbimizde olur mu?
- Tamam öğretmenim.

Emirhan:
-Öğretmenim maviye iz sürene ne zaman fotoğrafımı koyacaksınız?
Her akşam okul çıkışında iyi akşamlar, iyi sabahlar ve iyi maviye iz sürmeler diyen sevgili Emirhan bugünkü post senin için 





11 Şubat 2015 Çarşamba

Rubailer - Ömer Hayyam


Bir sır daha var, çözdüklerimizden başka!
Bir ışık daha var, bu ışıklardan başka.
Hiç bir yaptığınla yetinme, geç öteye:
Bir şey daha var bütün yapıtlardan başka.
***
Ey doğru yolun yolcusu, çaresiz kalma;
Çıkma kendinden dışarı, serseri olma;
Kendi içine sefer et erenler gibi:
Sen görenlerdensin, dünya seyrine dalma.
***
Düşünce göklerinin baş konağı sevgidir sevgi;
Gençlik destanının baş yaprağı sevgidir sevgi;
Ey sevginin sırlarından habersiz yaşayanlar,
Bilin ki tüm varlığın baş kaynağı sevgidir sevgi.
***
Bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye?
Ne zaman yıkılıp gidecek bu güzelim kubbe?
Aklın yollarıyla ölçüp biçemezsin bunu sen
Mantıkların, kıyasların sökmez senin bu işte.
***
Gönül, bir düş madem dünya gerçeği,
Ne dertlenir, alçaltırsın kendini?
Hoş gör kaderini, gününü gün et:
Yazılan senin için bozulmaz ki.


Günümüzde rubai türünün orijini olarak kabul gören, İranlı şair, felsefeci, bilim adamı Ömer Hayyam'ın bu kitabı Sabahattin Eyüboğlu tarafından dilimize çevrilmiş. Hayyam'ın yaşam felsefesi Batı'da daha çok özümsenmiş, Doğu'da ise farklı nedenlerle içine kapanıp boğulmuş ya da yanlış yorumlanmış. Çeviren değerli Eyüboğlu, kitabın başında üç adet ön söz yazmış. Bunların her birinde Hayyam'a ait olup olmadığı tartışılan dörtlüklerin yer aldığını dile getirmiş. Onun tartışmalara mahal veren farklı bir üslubu olsa da, o, her düşündüğünü rahatça söylemiş ve iyi niyeti varlığından eksik etmeden, dünyada konaklayan insanoğlunun kısa yolculuğuna rubailer adını verdiği dörtlüklerle iz bırakmıştır. Bu dörtlükler, doğum, ölüm, şarap, kadın, hayat, dostluk, zenginlik, yoksulluk gibi konulara değinmektedir. Bazı dörtlükleri günümüzde şarkılara dönüştürülmüştür.

Valéry, şiiri çeviride kaybolan şey diye tanımlasa da Sabahattin Eyüboğlu, Hayyam rubailerini özünü yitirmeden aktarmaya çalışmış.

8 Şubat 2015 Pazar

Bütün Şiirleri I - Şükrü Erbaş


İyiliğin İpeğinden
Ne mi yapıyorum böyle
Cam bilyeleriyle mutlu
Oynayıp duran çocuklar gibi
Işıyarak sözcüklerle…
İnsan ömrü kadar eski
Bir o kadar eskimez
Bir tutkunun yanıtı bu.
Çirkin bir kadının gülüşü gibi
Çoskusu yüzüne batan
Dokunaklı bir yağmura
Gökyüzü çiziyorum ince ve derin
O her şeyi güzel kılan
İyiliğin ipeğinden
İpincecik bir dünya
Yumuşak, sevecen, geniş…


Bir Hazin Uzaklık
Çocukların uçurtmalarına benziyorsun
Biliyor musun…
Rüzgarları hiç dinmeyen bir mavilikte
Güneşli sular gibi gülümsüyor yüzün.
Ve ben çok aşağılarda
Katı ülkesinde toprağın
Tutulmuş heyecanına
Titreyerek izliyorum süzülüşünü…
Bir hazin hızla uzaklaşıyor her şey.

Şükrü Erbaş'ın Bütün Şiirler- I adı altında toplanan  bu kitabı, Küçük Acılar- Aykırı Yaşamak- Yolculuk- Kimliksiz Değişim adlı kitaplarındaki şiirlerinden derlenmiş.
Bulutlara çobanlık eden, yüreği duygu öğüten bir düş değirmenini çağrıştıran Erbaş'ın, bireysel aşktan ziyade toplumsal çarpıklıklara, tükenmişliklere hafif dokundurmalar yaptığı duru şiirler.. Kendi dünyasından, kalbindeki sonu gelmez sevgiden dünyaya uzanan barış türküleri..
Sığ sularda boğulurken duyarsız insanlara şiirler sunan ama asla bir çok insani değere inancını kaybetmeyen, duyarlılığını yitirmeyen bir şairden hisli anlıklar..

şair olmak



"İnandığım başka bir şey de hayatın bütün anlarında şair olmanın gerekliliğidir. Şair olmak, insan olmaktır. Günlük davranışları şiirleriyle hiç bağdaşmayan bazı insanlar tanıyorum. Yani sadece şiir yazdıklarında şair oluyorlar, sonra bitiyorlar. İki yönlü olduklarından, fakir, kıskanç, mutsuz, dar fikirli, zalim, pisboğaz, aç gözlü insan olup çıkıyorlar. İşte, ben bu adamların sözlerini kabul edemiyorum. Ben hayata daha fazla önem veriyorum ve bu beyler yumruklarını sıkıp -yani şiirlerinde ve makalelerinde- bana bağırıp çağırdıklarında nefret ediyorum ve doğru söylediklerine inanmıyorum. Yoksa bütün kavgaları bir tabak pilav için mi? diyorum. Sanatla uğraşan birisinin ilkin kendini yaratması ve olgunlaştırması gerekli, sonra bütün algılarına, düşüncelerine ve duygularına bir genellik verebilmesi için kendisinden dışarı çıkıp, kendisine varlığın bir parçasıymış gibi bakabilmeli diye düşünüyorum."

- Furuğ Ferruhzad

6 Şubat 2015 Cuma

Kulak ver ki..


Kulak ver ki havasında bahçemizin, 
Gök maviliğinden, dal yeşilliğinden 
Bir türkü söylenmede kendiliğinden; 
Nasıl dinlersen öyle, şen veya hazin. 


Kulak ver, dolaşan ruhumuzu tel tel; 
Dallardaki tomurcukları ürperten 
Bir türkü söylenmede kendiliğinden; 
Dinledikçe ömrün artar, öyle güzel!


Cahit Sıtkı Tarancı

2 Şubat 2015 Pazartesi

Dinle Küçük Adam - Wilhelm Reich


"Sen, "küçük, sıradan bir insan"sın. Bu sözcüklerin çifte anlamını kavrıyorsun, değil mi: "küçük" ve "sıradan".
Kaçma. Kendine bakma yürekliliğini göster!
"Bana bunları söylemeye ne hakkın var?"

Kuşkulu ve kavrayışlı bakışlarında bu soruyu okuyorum. Münasebetsiz ağzından bu sözcüklerin döküldüğünü duyuyorum, Küçük Adam. Kendine bakmaktan korkuyorsun, Küçük Adam; sana vereceklerini vaat ettikleri yetkiden korktuğun gibi korkuyorsun. Bu yetkiyi nasıl kullanacağını bilemezsin. Başka bir biçimde yaşayabileceğini düşünmeye cesaret edemiyorsun: Koyun gibi güdülmek yerine özgür yaşamak, taktikler uygulamak yerine açık davranmak, bir hırsız gibi gecenin karanlığında sevmek yerine açık açık sevebilme düşüncelerine yer vermiyorsun kafanda. Kendini küçümsüyorsun, Küçük Adam. "Ben kim oluyorum da kendi görüşüm olacakmış, kendi yaşamımı kendim saptayacak ve dünyanın benim olduğunu açıklayacakmışım," diyorsun. Haklısın: Sen kim oluyorsun da kendi yaşamın üzerinde hak sahibi olmak isteyeceksin? Kim olduğunu şimdi söyleyeceğim sana:
Gerçekten büyük olan insandan seni ayıran tek bir nokta var: Büyük adam da bir zamanlar çok küçük bir adamdı; ama bir tek önemli yetenek geliştirdi: düşünce ve davranışlarında küçük olduğu noktaları görmeyi öğrendi. Kendisi için çok değerli olan bazı şeyleri yitirmeyi göze alarak kendi küçüklüğünün ve önemsizliğinin taşıdığı tehlikeyi giderek daha iyi sezmeyi öğrendi. Demek ki, büyük adam, ne zaman ve hangi alanda küçük adam olduğunu bilir. Küçük Adam, küçük olduğunu bilmez ve bunu bilmekten korkar. Kendi küçüklüğünü ve yetersizliğini, başkalarının gücü ve büyüklüğünün kendisinde uyandırdığı güç ve büyüklük görüntüleriyle örter. Büyük generalleriyle övünmektedir, ama kendisiyle övünmez. Kendisinde var olan düşünceye değil, kendi aklına gelmeyen düşünceye hayrandır. En az anladığı şeylere en çok inanır ve kolayca anladığı fikirlerin doğru olduğunu kabul etmez."

Psikanalist, psikiyatrist, doğa bilimci aynı zamanda bir mühendis olan Wilhem Reich'in, Dinle Küçük Adam'ı büyük adamların büyük adam olmadan önce hepsinin küçük adam olduğunu; düşünmeyi bilmeyen küçük adamların da kendilerinde bir sosyal konum kazanmak adına düzenin parçası olmayı kabul ederek büyük adamların sınırlarında dünyayı algılamalarını irdeleyerek başlıyor. 
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra insanın yanında olduğunu söyleyen büyük adamların izlediği içi boş siyasetide yeriyor. Bu anlamda kitabın siyasi yönü var. Ama genel olarak gittikçe dejenere olan günümüz toplumu insanının ilişkileri algılayışı örneğin aşkı erkeklerin, kadınların algılayışı çok çarpıcı bir dille eleştiriliyor. 
Kitlesel bir makineye dönüşmüş insanın, yalnızlığını, korkaklığını, değersizliğini, esaretini yer yer ironi ile, yer yer öfke sağanağı ile en sonunda ise durulan bir nehrin dinginliğiyle aktarıyor. Yazar mesleği gereği insan tabiatını çok iyi biliyor. Sanırım hastalarından yola çıkarak insanlarda tezahür eden rahatsızlıkların temelini çok iyi ayrımsıyor. Bu minvalde insanın kendini ifade ettiği alanlarda ebeveynliğini, çocukluğunu, sosyal statü elde ettikten sonra benliğine yüklenen rolleri bunların onun üzerindeki baskılarını sorguluyor. Öyle bir dil kullanıyor ki, tüyleriniz ürperiyor, sarsılıyorsunuz, kitabı bırakıp soluk alıyor ve yeniden çarpıcı gerçeklerle, gerçeğimle, gerçeğimizle yüzleşmeliyim diyorsunuz.
Kitap, en sonunda şu noktaya temas ediyor: İnsan içindeki yaşam gücünü kendi içinde bulmalıdır. Hakikatlere tüm benliğiyle tutunmak için bütün sınırlarını kendisi zorlamalıdır.

1 Şubat 2015 Pazar

Hikayem Paramparça - Emrah Serbes


‘"Elinden bir şey gelmemenin acısını iniş takımları olmayan melekler bilir. Bir arabanın farlarına kilitlenip kalmış sincaplar bilir. Suyun dibine ağır ağır çöken taşlar bilir. Matkapla göğsünün ortasına açılmış bir pencere düşün. Perdeyi aralayıp kendi yarandan bakıyorsun dünyaya. Eskisi gibi acımıyor ve de asıl bu acıtıyor." –s.20-

"Senin varlığın, bana yapılmış enteresan bir şaka sanki. Aslında ben hala bu şakaya nasıl karşılık vermem gerektiğini arıyorum."  –s.58-

Kitap, altmış sekiz madde ile başlıklandırılmış, Kafka'nın aforizmalarını anımsatan kısa, özlü metinlerle başlıyor. Her maddede paylaşılan kah uzun, kah kısa hikayelerin çoğu Emrah Serbes'in benim de severek takip ettiğim "Afili Filintalar" blogunda "Afili Parçalar" adı altında yazdıklarından seçilmiş parçalar..

Bu kitap için seçilen parçalar gözden geçirilmiş ve yeniden düzenlenmiş. 53- 54- 55- 56- 57 ve 58. maddeler Birikim Dergisi'nin haziran 2009 sayısından alınmış. Kitabın sonunda yer alan biraz uzun bir hikaye diye nitelendirebileceğim Galip İşhanı hikayesi ise ilk kez bu kitapta yayımlanmış. Sayfa aralarındaki siyah beyaz fotoğraflar ise, Ümit Bektaş tarafından çekilmiş.

Emrah Serbes'in yaşadıklarından, gözlemlerinden ve okuduklarından parça parça anlar, anılar ve paramparça hikayeler.. Artık alışageldiğim sert, argolu, yer yer duygusallığın dibine vurduran Serbes üslubuyla..