"Ben seni, duvarın öte yanından, kurtarılacak dünyadan gelen umutsun diye; inançlarımın, kimliğimin, doğrularımın, dev aynalarında tasdikisin diye sevdim. Güvenli, mağrur, muzaffer kimliğimin derinliklerinde gizlenen korku dolu, ürkek çocuk kuşkularına Batı’ dan gelen etkili bir ilaç, sarsılmaz bir kanıtsın diye ve belki de kadınlığını bile öne çıkarmaya gerek duymayan, iddiasız, özgür, huzur dolu güvenin için sevdim.
Sevdim mi?
Hiçbir aşk sözcüğü söylenmedi aramızda. Hiç soru sorulmadı. Hiç kavga etmedik, hiç söz vermedik, hiç bağlanmadık birbirimize. Buluşurken, konuşurken özgürdük. Yasamız yoktu,tarihimiz, sınırımız da. Farklı yönlerden esen rüzgarlar gibi , belirsiz bir zamanda , belirsiz bir yerde buluşurduk. Dünya küçüktü ve bugünüyle olmasa da yarınıyla bizimdi.
Dünyalarımızı ayıran duvarda payım, emeğim vardı. Duvar, inancımın anıtı, istesem de istemesem de kimliğimin rozetiydi. Seni duvara karşı duyduğum karışık duygulara benzer titreşimlerle, korkuyla, kuşkuyla ama umutla sevdim. Duvarı anlamsız ve çirkin bulduğunu sezdiğim zaman, senden kuşkuya kapıldım, duvardan değil."
Elveda Alyoşa, Duraklar, Vedalar, Anımsamalar, Branderburg Kapısı'nda Ölüm başlıkları ile dört bölüme ayrılmış öykülerden oluşuyor. Bu öykülerin ana teması ise, Oya Baydar'ın seksen döneminden sonra yurt dışındaki sürgün günlerindeki gözlemleri ve izlenimlerinden izler taşıyor.
Baydar bu kitabın belli bölümlerinde, Doğu Almanya'da başlayan ve Berlin Duvarı'nın yıkılışı ile yaşadığı toplum içindeki gelişmeleri taraflı bir bakış açısıyla değerlendiriyor.
Duraklar bölümünde kendi yurdundan kopmuş yabancı bir ülkede yaşayan bir insanın izlenimlerini, duygularını, yurduna özlemlerini;
Vedalar'da, geçmişte kalmış hatıraları, ütopik özleyişleri, kaybedilmiş paylaşımların sıcaklığını;
Anımsamalar'da zamanın sarkacında yok olan sevilen kalplerin burukluğunu, geçirilen anların sayıklamalarını;
Branderburg Kapısı'nda Ölüm bölümünde, Berlin Duvarı ile yıkılan sosyalizmin yok oluşunu bir kadının perspektifinden şiirsel ve edebi bir dille çok iyi aktarıyor.
"Orada öyle mutfak kapısına dayanıp durmuşsun. Omzunda tüylü güzel kuyruğu, ürkek zeki bakışlarıyla Gorki Parkı’ ndaki sincap. Çayırın üstüne bağdaş kurmuş, Devrim Tarihi kitabımızı önüne açmışsın. Daha her şey yerli yerinde. Ne duvarlar ne inançlar yıkılmış; ne yıldızlar ne heykeller ne umutlar parçalanmış. Yüzüne zaman zaman o bezgin anlatım gelse de –şu sıcak günlerde otuzundan, kırkından sonra böyle ders çalışmak!- ilk yaprak kıpırtısında , sincabın daldan dala ilk sıçrayışında ya da yaptığım bir şakada aydınlanıveriyorsun. Yaşama sevincimiz her türlü yorgunluğu yeniyor."