Yazarın okuduğum ikinci kitabı. İlk kitabında üç kadın öyküsünü bir arada vermişti. Fransa'da çok satan bu romanında da farklı zamanlarda yaşayan iki kadın öyküsü var. Birinci kadın; günümüz Paris'inde kariyeri uğruna bir çok bağlılığından vazgeçmiş, günün sonunda kendi içsel dinamizmini yitirmiş bir avukat Solene. Psikiyatristi, yeniden ayağa kalkması için gönüllülük faaliyetlerinde yer almasını istiyor, o da saraya arzuhalci olarak katılıyor...
İkinci kadın; 1925'li yılların Paris'inde yaşamış, mücadeleci, hayatının anlamını bulan, haliyle her nasıla tahammül etmeyi bilen başka bir kadın, Blanche. İki kadının hikayesi sokaklarda yaşayan, yurdundan, evinden ayrılmak zorunda kalan bir çok kadının sığınma evi olan, Paris'in merkezinde yükselen Kadın Sarayı'nda birleşiyor. Bu kesişme durumu, başka hayatların zorluklarını da gözler önüne seriyor. Paylaşılmayan her duygu kayıptır. O yüzden paylaşmak, sadaka vermek, yardım etmek, dayanışma içinde olmak bizi başka göklerde koruyacak yüce erdemlerdir...
***
"Sevilmek için kendisinden olması beklenilen kişi olmuştu. Başkalarının arzularına cevap vermek için kendi arzularını inkar etmişti." (S.73)
"Bir eylemin ardından bir başka eylem gelmeliydi, tıpkı bisiklet pedalı gibi. Acı bitiyor mu? Hayır. Bu yüzden biz de durmadan devam etmeliyiz." (S. 106)
"Çocukluğunuzda eksikliğini çektiğiniz şey, sonsuza dek eksik kalır: babasının masasından karnı doymayan bir kişi ömür boyu aç kalır." (S.119)
"Bir gün ormanda korkunç bir yangın çıkmış ve bütün hayvanlar çaresizlik içinde felakete bakıyormuş. Bir tek, küçük bir sinek kuşu, gagasıyla taşıdığı suyu alevlerin üzerine dökerek yangını söndürmeye çalışıyormuş. 'Zavallı kaçık' demiş armadillo, 'Yangını böyle söndüremezsin ki' 'Biliyorum' demiş sinek kuşu. 'Ama en azından payıma düşeni yapmış olurum.' (S.121)
"Bir acıya şahit olduğumda kendime şu iki soruyu sorarım: bu acının kaynağı nedir ve bu acıya çare olmak için ne yapabilirim?"(s.131)