28 Eylül 2015 Pazartesi

Tesirsiz Parçalar - Ali Lidar



"Bir insan başka bir insanı bütün boyutlarıyla asla tanıyamaz. Karşımızdaki insana verdiğimiz değer mukabilinde istediğimiz tarafı gösterir istemediklerimizi de saklarız. Evrensel bir sahtekarlık bu ama yapacak bir şey yok.

Hiçbir şey ya da hiç kimseyi doya doya, tadını çıkara çıkara sevemedim. Elimden alınır ya da kaybederim korkusu içimden gelenlerin bir adım önündeydi hep. Çok sonra anladım ki ben aslında sahip olduğumu zannettiğim tüm sevdiklerimi en baştan kaybettim.

Doğup büyüdüğü yere ait değil insan... Acı çektiği ya da çok mutlu olduğu yere de ait değil... İnsan, olmak isteyip de olamadığı yere ait...

Bir şey oluyor bazen, bütün dünya senin düşündüğünün tersini bile düşünse o kadar kuvvetli inanıyoruz ki o şeye, gerçekle bağımız kopuyor. Sonrası acı oluyor elbet. Olsun... Samimi bir acı, sahte bir mutluluktan daha kötü olabilir mi gerçekten?

İnsan geçmişi düşünür, geleceği hayal eder, şimdiyi de yaşar. Ben ise şimdiyi de hayal ediyorum..."


Ali Lidar, yazmaya blogda başlamış. Ardından yazdıklarını Tesirsiz Parçalar adlı kitabında toplamış. İkinci kitabı şiir türünde ancak okuduğum bu kitabın türü biraz düşündürücü. Ben yazdıklarına anlatı demeyi uygun gördüm. Kısa kısa hayatın özünden, gerçeğinden damıtılmış anlatılar..

Ali Lidar'ın ilk yazısının adı Tesirsiz Parçalar olduğu için kitaba bu adı vermeyi uygun görmüş. Kitap genel olarak; aşk, aile, iyilik, kötülük, insan, dostluk, zaman gibi temalardan oluşuyor. Biraz argolu, sert bir üsluba rastlanıyor bazı yerlerde. Çoğu yerde ise masum, insanlardan uzak hayatı anlamaya, yorumlamaya yaşadıklarından yola çıkarak bir takım gerçeklere uzanmaya çalışan bir insan portresini görüyoruz. İnsanı yormayan açık bir anlatım var. Kısa ve öz diye nitelendirebileceğim bu tarz, çoğu yerde çok katmanlı düşüncelere bırakabiliyor okuyanı. Toplum olarak kaybedişlerimizin perdesizce direkt aktarıldığı yazıları, acılarımızı körükleyen arabesk şarkıları daha çok seviyoruz sanırım. O yüzden bu şekilde üretilen eserleri daha yakın görüyoruz kendimize. Tesirsiz Parçalar'da hayatın içinden kopmuş böyle kitaplardan biri..

22 Eylül 2015 Salı

Kör Baykuş - Sadık Hidayet



"Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar.

Düşündüm: "Gökte herkesin bir yıldızı olduğu doğruysa, benimki çok uzakta, karanlık ve pek önemsiz bir şey olmalıdır. Belki de benim hiç yıldızım yok!"

Hayat, soğuk kayıtsız, herkesin maskelerini çeker alır zamanla; maskeleri de hani çoktur herkesin. Fakat bazıları hep aynı maskeyi kullanırlar, ister istemez kirlenir, yıpranır bu maske. Tutumlu kimselerdir bunlar. Bir kısmı evlatlarına saklarlar maskelerini; bir kısmı da vardır ki boyuna maske değiştirirler, ama yaşlandıklarında görürler ki bir sonuncu maske kalmış ellerinde, ve bu da pek çabuk eskir, o zaman maskenin gerisinden gerçek yüzleri çıkar ortaya.

Şimdiye kadar tasarladığım haliyle dünya, değerini yitiriyor, geçersizleşiyordu; gecenindi söz; dünyanın yerine gecenin karanlığı hüküm sürüyordu (bana öğretmemişlerdi geceye bakmayı, geceyi sevmeyi).

İnsanların hile hurda dolu dünyasından hayvanların içten, kayıtsız ve çocukça dünyalarına sığınmıştı adeta. Hayatı boyunca mahrum kaldığı şefkati, sade duyguları onların ilgisinde, ülfetinde arıyordu."

Sadık Hidayet İran Edebiyatı’nın sansürlü yazarlarından biri. Özellikle Kör Baykuş adlı romanı intihar eğilimi içermesinden ötürü uzun yıllar yayımlanmamış. Ancak klasik İran Edebiyatı çizgisinin dışında Kafka, Rilke gibi yazarların yazış dünyasına yatkınlığı açısından önemli bir eser olduğu bilinmekte.

Kitap, kendi hayal dünyasında birçok karaktere bürünen bir kahramanın içsel gerilimini gözler önüne seriyor. Bu gel-gitli psikolojik durumlar ve buna bağlı gelişen eylemler genellikle zaman ve mekan dışında kalıyor. Şimdiki zamanla geçmiş zaman; anı, rüya ve hayal birbiriyle kaynaşmış durumda. Korkular, özlemler, ümit, ümitsizlik tıpkı inan kaderinde olduğu gibi bu olayların içinde. Karanlıkta gölgesini bir baykuşa benzeten kahramanın yaşadıkları sessizce katlanılan bir acının ifadesidir. Üzerinde durulan bu sessiz haykırışın içinde yer yer Hidayet’in etkilendiği Hayyam felsefesinin izleri de dikkat çeker. Kitaptaki kahraman erkektir, suça yakındır; yaşadığı aşk rüyadır, kadın kahraman ise kötücül olayların hareket noktasının başlangıcı gibidir.

Güzelliği ve gerçeği arama çabasında olan yılgın bir adamın, kötülüğün zembereğinde kayboluşunun içli bir simgesidir Kör Baykuş…


18 Eylül 2015 Cuma

Yere Düşen Dualar - Sema Kaygusuz



"Bir sanat eseri, yeryüzündeki bir ihtimalden alır gücünü. Ve ihtimale değmek için illaki güzellik gerekir. Güzel bir cümle, zamanın bir yerinde gerçekleşmiş ya da özündeki kehaneti gerçekleştirecek olandır."

"Bazen kendi kendimize, çıplak gözle bakınca kolayca göremeyeceğimiz bir denge kurarız. Tamamen rastlantı gibi duran ancak tümüyle iradi gelişen bu denge bizi derin gerçeklerden uzağa savurur. Algılarımız kayganlaşır. Herkes aynı göreceli oluşa saplı kalır."

"Her nesnenin özünde insan var. Taştan, üzümden, denizden aldığım titreşimlerle kitaplardan aldıklarım arasında ne gibi bir benzerlik var diye sorulsaydı, hangi birine baksam sonunda hep kendimi, kendi huzursuzluğumu görüyorum diye yanıtlardım sanırım."

Yere Düşen Dualar, Sema Kaygusuz'un ilk romanı. Aynı zamanda yazarla tanıştığım ilk kitap. Üzüm ve Altın şeklinde adlandırılmış iki ana bölümden oluşmakta.

Üzüm adlı bölüm, bir söylentiyle başlayan bir adadaki hayatın ağır akışı, adalıları sığlaştıran sosyolojik durumları, onları suskunlaştıran adeta kendi içine hapseden derin sıkıntıları bir kadın kahramanın dünyasından dile getiriyor. Kütüphanede çalışan kadın kahraman Leylan, onun babası, sevgilisi, kayıplara karışan annesi ve yakın çevresindeki farklı alemler..

İkinci bölüm Altın ise, Leylan'ın yokannesi Ecmel'in Yaşur masalıyla bütünleştiği mitolojik motiflerin yer aldığı masalsı bir anlatımı içeriyor. İlk bölüm yaşanmış, ikinci bölüm yaşanmamış gibi gözüküyor ve birbirinden bağımsız ayrı bir anlatımı, ayrı bir konuyu barındırıyor. İlk bölümü okumak, yorumlamak ikinci bölümden daha kolay. Zira Üzüm, birinci tekil şahıs ağzından anlatılıyor ve daha gerçekçi. Oysa ikinci bölüm bu özelliklerden daha uzak.

Genel olarak irdelenen konular; arayış, sonsuzluk arayışı, tekliğe kavuşma arzusu, yaşamanın adanmışlıktan öteye gidememesi, nesilden nesile aktarılan acı gerçeklerin duyumları, toplum yaşamıyla insan arasındaki çatışma ilk bölümde sosyal olaylardan uzaklaşmadan veriliyor. İkinci bölümde ise, bir masal havasının sınırlarında çok anlamlı, geniş çağrışımlı bir üslupla aktarılıyor.

12 Eylül 2015 Cumartesi

Körleşme - Elias Canetti


"Adına yaşam kavgası denen kavgayı karnımızı doyurmak ve sevebilmek uğruna olduğu kadar, içimizdeki kitleyi öldürmek uğruna da veririz. Kimi koşullar altında bu kitle, bireyi bencillikten tümüyle uzak, dahası kendi yararına aykırı davranışlara dek götürebilir. "İnsanlık", bir kavram olarak bulunmadan ve sulandırılmadan çok önce, kitle olarak vardı. Bu kitle vahşi, coşkun, kocaman ve sımsıcak bir hayvan gibi hepimizin içinde derinlerde bir anafor gibi kaynar. Kitle, yaşına karşın, dünyanın en genç hayvanı, en öz yaratığı, ereği ve geleceğidir. Onun üzerine hiçbir bilgimiz yok; hala bir birey olduğumuz varsayımıyla yaşamaktayız. Kimi zaman kitle, gök gürültüsünden örülü bir fırtına içinde her damlanın yaşadığı ve aynı şeyi istediği coşkun bir okyanus gibi saldırı üzerimize. Bu saldırının hemen ardından parçalanıp gitme alışkanlığını henüz koruduğu için, fırtına geçince yine biz olarak, zavallı ve bırakılmış şeytancıklar olarak kalırız. Bir zamanlar bu denli çok, bu denli büyük, bu denli bütün olduğumuzu anılarımıza sığdıramayız bir türlü.. Bir gün gelecek, kitle artık parçalanamaz olacak; belki de önce bir ülkede başlayacak, sonra orayı çıkış noktası yapıp çevresinde ne varsa yutarak ilerleyecek; ta ki artık Ben, Sen, O kavramı değil, ama yalnızca kitle var olacağından, kitlenin varlığına ilişkin tüm kuşkular ortadan kalkana dek."


Körleşme, üç ana bölümden oluşuyor. Bu bölümler, "Kafasız Bir Dünya", "Dünyasız Bir Kafa", "Kafadaki Dünya" şeklinde adlandırılmış. Roman tamamlanışından ancak dört yıl sonra, 1935 sonlarında Viyana'da yayımlanabilmiş. Thomas Mann ve Hermann Broch gibi yazarların dikkatini hemen çekmesine karşın, Nazi egemenliğinin Avrupa'da  hızla genişlemesi ve II. Dünya Savaşı yılları yüzünden ancak savaşı izleyen yıllarda gereğince tanınıp değerlendiriliyor.

Kitabın kahramanı Profesör Kien, kitaplarla çevrelenmiş bir hayatta, bilimin ışığında yaşamını sürdürmeye çalışan sinolog yani Çin bilim uzmanıdır. Kien eski diller konusunda engin bir bilgiye sahip olmasına rağmen gündelik hayatın gereklerini yerine getirme ve insanlarla yaşama konusunda noksanlıkları olan, bu anlamda zorluklar yaşayan biridir. Kien'in sekiz yıllık hizmetçisi Therese ile yaşadığı ilişki kadınlarla ilgili dünyaya da uzak olduğunu gözler önüne seriyor.

Canetti, teorik bilgi yönünden donanımlı ancak uygulama yönünden acizlikleri olan Kien kahramanı üzerinden yabancılaşmayı, bir düşünürün yaşama karışırken daralan dünyasını ayrıntılı bir şekilde ele alıyor. Gerçeklerden uzak, yoğun bilgi faydalı mıdır? sorusunu bırakıyor akıllara. Therese adlı kadın kahraman üzerinden, Hint felsefesi kuramlarıyla, mitolojik hikayelerle kadın dünyasını biraz abartarak yeriyor. Aynı zamanda, insanları önemsiz ve aşağılık gören Kien'in, dünyasına hükmeden öteki insanların kuklası haline geldiği ve göremediği, öteleyemediği hazin bir sona uzanışı farklı açılarla, ironik olaylarla anlatılıyor.

Kitle psikolojisinin insanlığı, masumiyeti çiğnediği bir çağda Kien; uygarlığın, düşünce gücünün timsali olan kitaplarını ve fil dişi kulesinde salt kafasında yaşadığı dünyayı hakim olan yozluktan, kıyımdan kurtarabilecek midir?


10 Eylül 2015 Perşembe

Bin Hüzünlü Haz - Hasan Ali Toptaş


"Bir bakıma, iyilik dediğimiz şey kötülüğe yaklaşma konusunda şiddetle burun kıvırırken, kötülük daha cesur davranıp (belki de korkup) ona yaklaşmayı göze alabiliyor..."

"Anlaşılan, insanoğlunun, kendi yarattığı şeyi bile elinde tutamayacak kadar zayıf ve çaresiz bir yaratık olduğunu bilmiyormuşum daha. Hatta ben, kendi dışımda kalan birçok şeyi bilmediğim gibi, ne yazık ki insanın aradığını hiçbir zaman, hiçbir yerde bulamayacağını da bilmiyormuşum. Bulamazmış oysa... Ona benzer birtakım şeylerle karşılaşabilirmiş belki, çoğu kez bunlardan bazılarını aradığı şeyin ta kendisi sanabilir, hatta onlara bir an için sımsıkı, hiç kopmamacasına sarılabilir ve işte böylece, insanın algılama zayıflığından doğan tatlı bir yalanın içinde bir süre de olsa oyuncağına kavuşmuş bir çocuk gibi avunabilmiş ama, nedense aranan asıl şey hep insanın içinde kalırmış..."

"Benim aradığım Alaaddin, suçtan arınmışlığından tedirgin olacak kadar suçsuz birisi."

“Böylece, aslında hiçbir zaman hiçbir yere gidilmiyor da, yalnızca gidilmiş gibi olunuyor. Ancak kelimelerle gidiliyor ya da, kalınacaksa kelimelerle kalınıyor, kelimelerle yaşanıyor, kelimelerle gülünüyor, kelimelerle ağlanıyor ve sonunda yine kelimelerle geri dönülüyor..”

Bin Hüzünlü Haz, Hasan Ali Toptaş'ın okuduğum ilk romanı. Kitap dokuz ayrı bölümden oluşuyor. Romanda anlatıcı, Alaaddin'i her yerde geçtiği yerlerde, buralardaki insan manzaralarında, farklı hikayelerde arar. Yazar, rüya içinde rüya yaşar gibi birbirinden bağımsız durumların içine davet eder okuyanı. Dilin sınırları zorlanarak, klasik roman beklentilerinin dışında kalan bir anlatımla bambaşka dünyaların kapısı aralanır. Kanıksanmış gerçeklerin dışında, soyutlamalarla örülü duvarların ardındaki sorular, gerçekle hayalin kesişemediği yaşanmışlıklar ve akıp giden hayatın dokusuna iz bırakan duyumlar..

Alaaddin kimdir? Baskıdan, suçlanışlardan kendini bertaraf edip asli kimliğini bulmuş mudur? Belki de sürekli devinen hayatın içinde kaybolmuş ya da masal masal içinde derken kahramanını yitirmiş bir devingen masalın yazarıdır Alaaddin..

Haraptarlı Nafi'nin: " Hayat nedir diye sorarsan, bilmiyorum evlat; sormazsan biliyorum.." cümlesiyle başlayan kitap belki de insanın hayat karşısındaki ketum yanının bir dökümüdür..

7 Eylül 2015 Pazartesi

film güncellemesi


1) Fried Green Tomatoes at the Whistle Stop Cafe - Kızarmış Yeşil Domatesler, 1991
Yönetmen: Jon Avnet
Oyuncular: Jassica Tandy, Mary Stuart Masterson, Kathy Bates..
Tür: Dramatik komedi
Ülke: ABD
        Bir yaşlılar evinde iki kadının oluşturduğu dostluğun ve yaşlı kadının başından geçen dolu, etkileyici bir hikayenin anlatıldığı çok güzel bir film..


2) Donnie Darko - Karanlık Yolculuk, 2001
Yönetmen: Richard Kelly
Oyuncular: Jake Gyllenhaal, Maggie Gyllenhaal, Drew Barrymore..
Tür: Dram, gerilim
Ülke: ABD
        Donnie Darko, Frank adını verdiği hayali arkadaşı tavşanla bir sırra doğru sürüklenir. Dünyanın sonunun yaklaşacağı konusunda sinyaller veren bu sırrı Donnie Darko kaldırabilecek midir? Akıcı bir film..


3) I Origins - Kök, 2014
Yönetmen: Mike Cahill
Oyuncular: Michael Pitt, Brit Marling, Astrid Bérges - Frisbey
Tür: Dram, bilim- kurgu
Ülke: ABD
        Bir moleküler biyoloji uzmanı ve arkadaşının araştırmaları, yaşadıkları farklı yolculuklar.. Yaptıkları deneyler sonucunda  insanlığı şaşırtacak kanıtlara ulaşabilecek mi bu uzmanlarımız? Bilim kurgu sevenler için hoş bir film..


4) Le Scaphandre et le Papillon - Kelebek ve Dalgıç, 2007
Yönetmen: Julian Schnabel
Oyuncular: Mathieu Amalric, Emmanuelle Seigner, Marie - Josée Croze..
Tür: Dram, biyografik
Ülke: Fransa, ABD
        Ünlü Fransız magazin dergisi Elle'de editörlük yapan Jean- Dominique Bauby'nin gerçek hayatını anlattığı kitabından uyarlanmış bir film. Üç haftalık komadan uyanan ancak felçli olan, sadece sol gözü görme işlevini yerine getiren ve beyni çalışan bu insanın hayat hikayesinde göz yaşlarınızı tutamıyorsunuz. Bu halde sol gözüyle iletişim kurarak kitabını çıkaran Bauby'nin yaşamından çok etkilendim..

5) La Famille Bélier - Hayatımın Şarkısı, 2014
Yönetmen: Eric Lartigau
Oyuncular: Louane Emera, Karin Viard, François Damiens..
Tür: Komedi
Ülke: Fransa, Belçika
        Çiftçilik yaparak hayatlarını sürdüren Beliér ailesinin Paula dışındaki tüm fertleri işitme engellidir. Paula'nın müzik öğretmeni onun ses yeteneğini keşfeder ve bir yarışmaya katılması konusunda ısrar eder. Ailesi ve hayalleri arasında seçim yapmak zorunda kalan Paula'nın öyküsü çok güzel..

6 Eylül 2015 Pazar

Seçilmiş Şiirler - Anna Ahmatova


'' Yarın sabah bu akşam 
sevinçle aydınlanır, durulur.
Güzel, çok güzel bu yaşam,
Bilge ol yüreğim, n'olur..

Yüreğim alabildiğine yorgunsun.
Duyuyorum ağır ve sessiz vurulduğunu....
Ben okudum, biliyor musun,
Ruhların ölümsüz olduğunu''

Rus edebiyatının en büyük kadın şairlerinden biri sayılır Anna Ahmatova. Ancak 1925-1940 yılları arasında şiirleri kötümser duygular içerdiği gerekçesiyle yayımlanmamıştır. Bu konudaki baskılar ve engellemeler 1946 yıllarına kadar sürmüştür. Onun şiire başladığı dönem yenilikçi bir akım olan akmeizimle bağlantılıdır. Akmeizm akımı, sözün kesin anlamını, açıklığı ve uyumu önemsiyordu. Simgeci şiirin kapalılığına karşıt bir akım olarak doğmuştu.

Ahmatova şiirlerinde duygulu, içten, hassas konuları işlemiştir. Aynı zamanda halk şarkılarını özellikle Puşkin'in lirik şiiri gibi klasik Rus şiirinin izlerinde yürümüştür. II. Dünya Savaşı yıllarında şiirlerinde, savaş ve barış konularına ağırlık verir. Bu kitabı da farklı kitaplarından seçilmiş şiirlerden oluşuyor.

"İnsanların yakınlığında gizemli bir çizgi var,
Bu çizgiyi aşamaz tutku ve ölesiye sevmek.
Korkunç bir ıssızlıkta varsın birleşsin ağızlar
Ve çatlasın, parça parça dağılsın yürek.
Dostluk da güçsüzdür burada, yılları da
Yüksek mutluluk ateşinin,
Ruh özgürdür ve yabancıdır burada
Ağırkanlı bitkinliğinde şehvetin.
Çılgındır koşanlar buna erişmek için,
Erişenlerse bir özlemle uğramıştır bozguna.
İşte şimdi anladın sen, niçin
Çarpmıyor artık yüreğim avuçlarında."

5 Eylül 2015 Cumartesi

Beyaz Frezya - Mustafa Daşcan


"Sen her şeyi sevdin, benim dışımda. Çok değil, rüzgârdan kopup gelen toz taneleri kadar sevebilseydin keşke beni. Silinip yok olacağımı bilerek kalbinin tozu olmaya razıydım. Birazcık umut kırıntısı bıraksaydın, yaşayabilir hatta mutlu olabilirdim kuytu köşelerde. Canımı acıtır, kolumu kanadımı kırardın ama yine de sesim soluğum çıkmazdı. Çünkü benim sevdam, acının da kapsama alanındaydı. Senden geldikten sonra, önemi yoktu gelenlerin ve kabulümdü içindekiler. Sen seviyorsun diye seviyordum ben de her şeyi. Seni seveni bin sever, sevmeyenden nefret ederdim. Tabiatın güneşten gelen ışınları gibi, senin varlığınla canlanırdı köklerim. Daha sıkı sarılırdım yaşama ve direnirdim yanında kalmaya. Olmadığın zamanlar solar, bükerdim boynumu ama küçücük bir dokunuşunla yeniden canlanırdım."

Kendi halinde yaşadığımız o sessiz kentin gecelerini ışıklandıran bir radyo programı vardı. Adı: Tatlı Mikrofon. Bu programda hayata dair şiirler, öyküler okunurdu, içli şarkılar çalınırdı. Bu güzel programın sunucusu olan arkadaşımız, bir gün dinleyicilerinin isteği üzerine program için yazdıklarını, paylaştıklarını bir kitapta toplamaya karar verdi. Böyle güzel bir düşüncenin güzel bir ürünü olarak doğdu Beyaz Frezya..

Frezya kışın sert koşullarına aldırış etmeksizin büyüyen çok güzel bir çiçektir. Bir kış çiçeği olan Beyaz Frezya'nın yaşam mücadelesi insana ilham veren bir öyküyü barındırır içinde. Bu yüzden belki daha özel, daha anlamlıdır bu çiçek. Hayatın zorlu duraklarından geçmeye çalıştığımız her gün, mutluluğa uzanmak için verdiğimiz her çaba insan içindir. Yazgı ile tercihlerin arasında beliren hayatımızın akışında karşılaştığımız her olay, her durum, her olgu yine insan için. Zamanın amansızca geçtiği ve bizi her türlü olumsuzlukla sınadığı bu yaşam; her şeye rağmen iyiliğinden, doğruluğundan, masum sevgisinden ödün vermeyen güçlü insanların öykülerini unutmayacaktır. Bu düşüncenin orijini olan bu kitap biraz şiirsel bir öykü tadında, biraz kişisel tecrübelerin aktarıldığı deneme tadında, biraz da kişisel gelişim tadında yolculuklara çağırıyor bizi. Aşkın anafor halinden, bekletmenin bir insanı değiştirebilecek esamesine, gerçek sevginin tabiatından, sabretmenin büyük erdemine, evlilikten, yozlaşmış ilişkilere, Sevdalinka'nın hüzünlü demlerinden, stressiz yaşama, güzel konuşmanın faydalarından, yazının büyülü gücüne uzanan zengin bir içeriğin duraklarına bırakıyor insanı. Kitaptaki kıssadan hisselerle, araştırmalarla ve kısa öykülerle bu konuların zenginleştirildiği hayata ve insana dair her olgunun parçaları beyaz bir bütünselliğe ulaşıyor. Yazının acıları sağaltan yönünü irdeleyen kitabın sonunda okuyucunun da yazıyla buluşmasını dileyen boş sayfalara da yer veriliyor.

Hepimizden bir parçayı bulabileceğimiz, şiir tadında, sade bir anlatımla okuyucularını selamlıyor Beyaz Frezya..

3 Eylül 2015 Perşembe

Momo – Michael Ende


"İnsanlar kendilerini korkutan şeylere çok daha çabuk inanıyorlar. Bu da bir bilmece."

"Artık öğrendiği bir şey vardı: Başkalarıyla paylaşılmayan zenginlikler insanı mahvediyordu."

"Bir hayal yoksulu olmayı asla istemem. Hayır Momo, bu cehennemden farksız."

"Günlük yaşam içinde çok büyük bir sır vardır. Herkesin bunda bir payı bulunur ve herkes onu bilir ama pek az kimse bu konuya kafa yorar. Çoğu kimse onu olduğu gibi benimser ve ona asla şaşırmaz. Bu büyük sır zamandır. Onu ölçmek için saatler ve takvimler yapılmıştır ama bunlar hiçbir şey ifade etmez. Herkes çok iyi bilir ki bazen bir saatlik süre insana ömür kadar uzun gelirken bazen de göz açıp kapayıncaya kadar geçip gider. Zamanın bu garip kısalığı uzunluğu o saat içinde yaşanan olaylara bağlıdır. Çünkü zaman yaşamın kendisidir ve yaşamın yeri yürektir.."

     Momo, annesiz babasız bir kız çocuğudur. Bu ismide kendi kendine takmıştır. Eski bir anfi tiyatroda, insanları dinleyerek onların sevgisini, dostluğunu kazanmıştır. Çöpçü Beppo, çocuklara sürekli farklı hikayeler anlatan turist rehberi Gigi, lokantacı Nino ve mahallenin çocukları Momo’nun yakın arkadaşlarıdır. Bu masum dostluk ortamında her şey kendi doğal seyrinde akarken bir gün zaman tasarruf şirketinden geldiğini iddia eden duman adamlar ortaya çıkar. Duman adamların ayrıntılı zaman ölçümleri, ölü zaman nitelendirmeleri herkesi yakından etkiler. İşini büyük keyifle yapan berber Fusi bile zaman hesabı yapmaktan eskisi işini keyifle yapamaz hale gelir. Çocuklar da anfi tiyatroda eskisi gibi zaman geçirmemeye başlarlar. Herkes mutsuz, gergin bir şekilde anlamsızca zaman kaybetmemek için hızlı yaşamaya başlar. Bu radikal değişimin dışında kalan iyi yürekli Momo, duman adamlarla girdiği mücadeleyi tek başına alt edebilecek midir?

    Hiçbir Yerde Evi’nde ikamet eden yaşlı Hora Usta, yarım saat sonra olacakları bile bilge kaplumbağa Kassiopeia, yıldızların sesi, saat çiçekleri ve Momo insanları bu hızlı tüketme, hızlı yaşama, her şeye sahip olma ama hiçbir şekilde tam bir mutluluğa erişememe duygusundan kurtarabilecek mi?

    Zaman bu akar, gider.. Beklemez seni, daima sen ona yetişmelisindir. Günümüz insanının kendi oluşturduğu araçların esiri haline geldiği bir dönemdeyiz.. Hızlı tüketimler ve bitmez  doyumlar..
Çocukların masum dünyasından büyüklerin bu esaret dönemindeki gerçeklere, kanaati unutmuş dünyasına uzanan bu yolculuğun resimlerini hep anımsayacaksınız..