“Her şeyin yumuşak ve şen göründüğü, şarkıların güzel,
yemeklerin tatlı, havaların hafifçecik olduğu ne güzel günlerdi onlar. Dünyada
her güzel şey, renkli balonlar gibi neşeyle oradan oraya salınırken hayatın
dikenlerinden birine değip yok olmak zorunda mı? Birini sevmek, onunla mutlu
olmak neden bu kadar imkansız? Kendini dünyanın geri kalanından ayrı bir yere
koyup birbirini seven iki insanın bir arada durabilmesi, neden bu iki insan
dışındaki her şeye bağlı? Hayat ne güzel aşık olunca halbuki, her şey nasıl
ışıl ışıl, nasıl rengarenk. İnsan, değil sevmenin, dünyanın sonu gelmeyecek
sanıyor sevince. Aşk olup vuslat olmayınca ne zor, ne fena ama. Bir başına,
damla damla eriyen bir kardan adam gibi eksilirken onun artık başka tepelere
yağacağını bilmek ne büyük işkence..” s. 181
-bir-
“Bir ikindi kahvaltısı yapacaklardı. Güneş gelmedi..”
-İki-
“Bir ikindi kahvaltısı yapacaklardı. Güneş gelmedi..”
-üç-
“Bir ikindi kahvaltısı yapacaklardı. Güneş gelmedi. Çünkü
Güneş, öğlene doğru telefonla aldığı telefonla apar topar çıkmış, daha afyonu
patlamadan soluğu AŞTİ’de almıştı..”
-son-
“Bir ikindi kahvaltısı yapacaklardı. Güneş gelmeyince zoraki
sürdürdükleri neşenin pili çabucak bitti..”
Dünya Bu Kadar, bu şekilde başlayan ikindi kahvaltılarında
bir araya gelen Güneş, Selim, Turgut adlı arkadaşların yaşamlarından başka
hayatlara uzanan yolculukları bünyesinde taşıyan dört bölümden oluşuyor. Coğrafi tanımlamada, kutuplardan
basık, ekvatordan şişkin elips şeklindeki dünyayı insan zihninde anlamlandıran
o modelin üzerine yapıştırdığımız farklı renkte, farklı kahramanlı hikayeler
değil midir? Bu birbirinden bağımsız gibi gözüken ama özünde birbiriyle
ilintili olaylar zinciri bizim insan rolümüzün şekillenmesinin doğrudan nedeni
değil midir?
Kitapta tek bir zamanda gerçekleşen olay örgüsünün sirayet
ettiği belli kahramanlar değil de, birbiriyle bağlantılı ancak ayrıntıların
içindeyken unutabildiğiniz ilk kişilerin nerede kaldığını sorabilecek derecede
ayrıntılara yer veriliyor. Sanırım artık farklı tür kitapları okudukça klasik
olay örgüsü, yer, zaman tahlillerinin kolaylıkla yapılabileceği roman
beklentimin yok olduğunu ve bu anlamdaki arayışın gereksizliğini zamanla
kabullenmekteyim. Çağdaş Türkçe Edebiyat dizisi adı altında çıkarılan bu kitap
da roman olarak kökenini başka kollardan alan bir çok hikayeyi konuk ediyor
sınırlarında ve fazla birçok yaşanmışlığa dokunuyor. Yozlaşmış ilişkiler kıskacında tükenen aşkları, dünyaya hakim
olan mal, para hırsını, bu uğurda zorlanan değişik kapıları, ay karanlığında
beliren define avcılarını, insanın sebatkar olmadan uzaklaşan yönlerini,
hatıraları, dünya küçük aslında dedirten rastlantıları ve hasreti yaşanılır
dünyanın aralıklarından sızarak anlatıyor.
Düşünsel derinliği öne çıkaran, gerilimsiz bir ses tonuyla
aktarılan hikayelerin çoğu tanıdık ve yaşamın içinden. Dünya ne kadar mı? Onu
farklı şekillerde görebildiğin, zihninle tüm güdülerinden uzaklaşarak tarafsız
bir şekilde yorumlayabildiğin ve algılayabildiğin kadar. Ah Muhsin Ünlü diyor
ya: ‘Burası dünya ya hu, burası bu kadar işte!’ Belki de onu çok sahiplenmeden,
onun geçici hırslarına mağlup olmak yerine, onu iyimser nizamımızda şekillendirme gücüne sahip olmak yeterlidir..