27 Nisan 2021 Salı

Yaratma Cesareti- Rollo May


“Yaratıcı edim, başkaldırıdan doğar. Yaratıcılık sadece gençlik ve çocukluğumuzun masum kendiliğindenliği değildir; yetişkin bir insanın tutkusuyla birleştirilmelidir- kişinin ölümünden öte yaşama tutkusu. İnsanlık durumumuza en çok uyan sembol, Michelangelo’nun yaptığı, taş kapanlarında kıvranan, çırpınan esirlerin bitmemiş heykelleridir.”(s.57)


“Yaratıcılık, bilinci yoğunlaşmış insanın kendi dünyasıyla karşılaşmasıdır.(s.76)

“Picasso’nun altını çizdiği gibi, her yaratma edimi, ilk önce bir yıkma edimidir.”(s.80)

“Faydalılık güzel olma niteliğinin bir parçası olarak içkindir.”(s.141)

“O halde zihin dünyayı etkin bir biçimlendirme ve tekrar-biçimlendirme sürecidir.”(s.142)

20 Nisan 2021 Salı

Cleo 5'ten 7'ye, 1962


 "Ağırlık ve hafiflik arasında hafifliği seçiyorum. Dans ettiğimi hissediyorum-sinemanın dansı."  diyen Agnes Varda'nın filmlerini izlemeye, Cleo Beşten Yediye adlı filmiyle başladım. Bu filmle 1962 yılının Paris'teki zaman kapsülünün içinde bir çok ruh halini ve duyusal zenginliğini yaşamaya gittim, geldim. 

Cleo, batıl inançları ve korkuları olan bir şarkıcı. Kanser şüphesiyle gittiği doktordan biyopsi sonucunu bekler. Bu esnada sıra dışı yaşamında en ufak bir espride, şarkı sözünde sürekli ölümü anımsar çünkü gittiği bir falcıya göre o, kısa sürede ölecektir. Cleo, bu batıl inanışlarını, kehanetleri kırmayı öğrenecek midir? Spiritüel alemde, her şey değişebilir ve şifalanma ömür boyu sürer. Ya hayatı akışına bırakacak, akışta olacak ya da onu çok ciddiye almayı sürdürerek olumsuz kehanetlerin enerjisinde kalacak. Bir seçim yap, Cleo:)

Filmin sanatsal, siyah beyaz atmosferi ve söylenen şarkılar çok hoşuma gitti. Bu ara gözde yönetmenim Agnes Varda'nın öteki filmlerini de merak ediyorum:)




17 Nisan 2021 Cumartesi

Sezgi- Osho



Bilinçaltının merkezinde, içgüdü vardır. Bilincin merkezinde, akıl vardır. Üst bilincin merkezinde ise, sezgi yer alır. İçgüdü kişiyi bir şeyler yapmaya zorlar. Hatta bu eylemlerin bazıları senin iradenin dışında olur. Akıl, belirli bir şey yapmak ya da yapmamak için bir yol bulmana yardımcı olur. Sezginin işlevi ise, yol bulmaktır. O üst bilincin evreninin elleri diyor, meşhur mistikçilerden Osho. Bu kitap, onun konuşmalarından oluşuyor. Her insanın sezgi yeteneği vardır. Fakat klasik eğitim sistemleri, toplumsal baskılar, şartlanmalar kişinin bu yeteneğini köreltir.

Ezbere yaşantılarla, taklit tepkilerle unuttuğun sezgi yeteneğini açmanın yollarından bahsediyor. Sezginin kıvrımlarını açmak için, misal; çam ormanlarındaki antik müzikleri duymak için  meditasyon, yoga yap, zihnin senin kölendir, sen onun kölesi olma diyor. Bu minvalde ahlak öğretilerine, din kavramına, kadın-erkek ilişkilerine, toplumsal tepkilere, gelenek ve göreneklere sezgi temasının altında kıssadan hisselerle değiniyor. Bütünüyle ifade edecek olursam bu kitap, bireyin esnekleşmiş bir ruhsal farkındalığa yönelmesini anlatıyor.

***

İçgüdü ve sezgi, birlikte mükemmel bir uyuma sahiptir. Biri fiziksel seviyede, diğeri ruhsal seviyede işlev görür. İnsanlığın büyük sorunu orada kalmaktır. Yani zihinde, akılda. İşte o zaman üzüntü yaşarsın. Evhamlanırsın, acı çekersin, hayatı anlamsız görür ve bütün sıkıntı ve gerginliklerine bir çözüm bulamazsın.”(s.10)

“Varlık, tıpkı ağacın gövdesi gibidir. Tektir, bütündür. Zihin ise, ağacın ikiye ayrıldığı ilk çatallanmadır, orada ikileşir diyalektik ortaya çıkar. Tez ve antitez. Kadın ve erkek. Yin ve yang. Gündüz ve gece. Tanrı ve şeytan. Yoga ve Zen. Bütün bu dünyevi ikilikler aslında zihinde oluşmuş ikiliklerdir. Bu ikiliğin altında ise, varlığın tekliği bulunur. Eğer bu ikiliğin altına ulaşabilirsen o tekliği bulursun. Buna Tanrı de, Nirvana de, ne istersen de. Ama eğer yukarı gitmeye, ikiliğin üstüne çıkmaya çalışırsan milyonlarca dala ayrılırsın.” (s.111)

“Sezgi, seni en uç mutluluğa ve ölümsüz hayata yönlendirecek mistik bir güldür. Ancak insanlar tamamen ölmüş olan geçmişin elindedir. İnsan bilimindeki gelişmeleri bile göze almadan, eski yazıtlar onlara ne söylüyorsa kayıtsız şartsız yapmaktadırlar. Sözünü ettiğim üç olgu, insan biliminin tabaklarını oluşturur. İçgüdü huzurlu bir şekilde akmalıdır. Hiçbir nedenle, aklınla müdahale edip onu rahatsız etme. Akıl sezgiye açılacak bir kapı olarak kullanılmalıdır; sezginin hayatına ele geçirmesine izin vermek zorundadır. O zaman hayatın yoğun bir ışımanın, aydınlanmanın hayatı olur. Hiç bitmeyen bir festivale dönüşür.” (S.13)

11 Nisan 2021 Pazar

Sen Hiç Ateş Böceği Gördün mü?, 2021



Çocukken ateş böceği gördüğümü hatırlıyorum. Günümüzde yapay ışık kaynaklarının, doğal ışık kaynaklarını yok ettiği bir ortamda ateş böceklerine rastlamak doğrusu pek güç. 1999 yılında sahnelenmeye başlayan, Yılmaz Erdoğan'ın kaleme aldığı "Sen Hiç Ateş Böceği Gördün mü?" tiyatro oyununun sinema versiyonunu dün izledim. Bu filmde ateş böceklerine tutkun, sürekli espri yapan, en ciddi ortamlardan bile orijinal şakalar üretebilen, hayatı tiye alan Gülseren karakterinin yaşamı anlatılıyor. 
 
Üstün zekalı Gülseren'in farklı kişiliği yüzünden yaşadığı tuhaf olaylar komikti. Zekiliğini toplumun klasik şartlanmalarında ya da kabul gören rolleri üzerinde kullanmayı seçmiyor. O yüzden de, çevresi tarafından "deli" yaftası yiyor. Çünkü toplum ya da sistem diyelim, farklı olanı dışlamaya, etiketlemeye programlanmış. Hal böyle olunca, Gülseren de çatışma yaşıyor ve bu yaftalanmaktan nasibini alıyor. Eski bir konakta yaşayan ailesinin de kederli bir hikayesi var. Komedi ve dram bir arada yani. Farklı dönemlerin izleri yansıtılmış ama en çok seksenli yıllardaki siyasi çatışmanın toplumdaki etkileri üzerinde durulmuş. Oyuncu kadrosu iyi, en beğendiğim karakter Ushan Çakır'ın canlandırdığı Hazım oldu :)

8 Nisan 2021 Perşembe

Big Sur- Jack Kerouac



İşte yine buradayım ve yol sürüyor diyor Kerouac! Yolda olmak hayatla başkaca bir raksetme şekli...

Beat kuşağının önemli isimlerinden Kerouac, kuş tüyü dolu uyku tulumunda uyuyarak, kafayı bularak, anıları yad ederek, yapraklarla, ağaçlarla, kuşlarla, kayalarla konuşarak olgunluk çağının romanını anlatıyor Big Sur’de.

Hani evde oturup battaniyene sarınarak, elindeki bir kitapla istediğin yerlerde dolaşmak istersin ya, bu kitap tam da öyle bir yolculuğu anlatıyor. Rahat bir anlatım tarzı, tabiatın kuytusunda beliren Zen kaçıkları, düzene adapte olamayan benlikler ve türlü muziplikler... Görmek istediğim yerler coğrafi atlasına Big Sur’ü de eklemiş bulunmaktayım. Allah’ım sen biliyorsun mevzuyu🙏🏻💙🥰
***

“İnsan denizlere açılınca özündeki ışığı görüyor, balıkçılık öyle bir şey, avcı oluyorsun, kuşlar balıkları buluyor senin için, hava sana yol gösteriyor, ahmakça yanılgılar büyük bitkinliklerde eriyip gidiyor ve her şey yerli yerine oturuyor.”s.188
.
“Bizler yaşamın içinden tıpkı 10. Yüzyıl insanları gibi sessizce geçeceğiz(geçip gideceğiz, geçip gideceğiz) yalnız biz biraz daha fazla gürültü çıkaracak ve bir milyon yıl bile dayanmayacak birkaç köprü ile baraj kuracak, bombalar üreteceğiz-dünya zaten neyse odur salt, devinir ve geçip gider, aslına bakarsanız uzun vadede iyi olan da budur, yakınmaya lüzum yok- Vadideki kayalıkların bile daha eski ataları vardı, milyar milyar yıl önce, hiçbir yakınma iniltisi bırakmamış geride- Ne bir arı ne deniz kestanelerinin ataları veya istiridye yaralı pençe- hepsi de dünya böyle demiş. Her bir şey apaynı, sis der ki “Bizler sisiz, ömrümüz kısadır, erir ve uçarız” yapraklar der ki “bizler yapraklarız, geliriz ve gideriz, büyürüz ve dökülürüz.”s.43

3 Nisan 2021 Cumartesi

Profesör Y ile Konuşmalar- Louis Ferdinand Celine


Gümbede güm gümmm! Pek muhterem sayın okurlar, kendine bir dünya yaratmayı seven yazı emektarları; bugün 1894-1961 yılları arasında yaşamış olan Celine’in sesiyle sanatın değişmeyen dinamiklerine kulak kabartıyoruz. Klasik bir dünyadan aşırılmış, herhangi bir sahne yansıması değil bu, hayır! Celine edebiyat ve sanat dünyasının, çetrefilli perde arkasına davet ediyor okurunu.

Edebiyatın patronu Gaston Gallimard’ın hayali editörlerinden Profesör Y ile yaptığı açıklık dozajı yüksek bir röportaj sunuyor. Bu alemde lirizmle başlayan, insanları bayan aşk şarkıcılarına, kitapları çok satan yazarlara sert bir üslupla sesleniyor. Cila olmadan hiç kimsenin sanat camiasında tutunamayacağından dem vuruyor. Cilan yoksa boşa kürek sallıyorsun dostum, diyor. Celine ürpertiyor, ona kulak verenlerin yüzüne, gerçekleri çarpa çarpa vuruyor. Şu anki zamanı görseydi neler derdi diye düşünmedim değil. Ah!
***
“Netice şu ki, lirik roman beş kuruş kazandırmaz adama, kanıt karşınızda! Lirizm yazarın katilidir, sinirlerine girer, damarlarına karışır, cümle alemi düşman eder yazara... Laf olsun diye konuşmuyorum Profesör Y! Bunlar ciddi mevzular, çok zahmetli iştir “coşkun dokulu” bir roman yazmak... Yakalamak istiyorsan, kağıda dökmek istiyorsan coşkuyu, konuşma dilinden geçeceksin, başka yolu yok! Konuşma dilinin hatırasıdır kağıda dökülen, sonsuz bir sabır ister! Defalarca yazacaksın, düzeltip baştan yazacaksın!”(s.23)

Tetkik Dergi, Nisan sayısı

 


Nisan ayı öyküm "Ölmeyen Çiçek" Tetkik Dergi'nin Nisan sayısında yer aldı..

https://tetkikdergi.com/

"Günler öncesinde kaybolduğunu sandığım kalemim yeniden uyandırıyor beni, ellerimden tutuyor sözcükler, burnumun ucunda duran kaybolmuşluk hissini yok etmek istiyor, kör olmamak için kalemin küt ucunu dokunduruyorum beyaz sayfanın üzerine…"