31 Ekim 2014 Cuma

bir orman


Hanginiz aklınıza getirdiniz
Benim bir gün insanlığımı 
Bitkilere hayvanlara kadar 
Bir gün tutup genişleteceğimi 
Bütün bu dünyaya saracağımı sonra da 

Şu esen rüzgâra bıraktım işte 
Yaşayan duyan her şeyimi 
Onların hesabına yaşayacaklar bundan sonra 
Ellerime saçlarıma kadar 
Her şeyim dünyada 

İlk defa bu kadar iyi farkediyorum 
Bu yüreği param parça uçan kuş 
Bu çamur gibi gökyüzü 
Bu deniz, bu garip karınca 
Cihanda ümit ölmez deyip yaşamışlar 

Her şey bir başına yaşamış bundan önce 
Toprakta bir başına yürümüş kökler 
Gecenin içinde bir başına uzamış ovalar 
Yalnızlıklarını duyurmayacağım bundan böyle 
Bir daha hiçbirine 

Yeni yeni anlıyorum 
Her şey şu gecelerin içinde oluyor 
Aydınlığa her şey hazır çıkıyor 
Su geceleyin yürüyor dikkat ettim 
Geceleyin biz uyurken ağaçlara 

Hiç unutmam bir gün geç vakit 
Tam benim geçtiğim zamana rastlamıştı 
Büyüme saati bir ormanın 
Şöyle iyice dinlesem sanırım artık 
Bütün ormanları büyürken duyarım 

Beni beklemişler kardeşçiğim 
Beni bu ağaçlar, nehirler, gökyüzü 
Geleyim anlatayım diye bir gün kendilerini 
Bir kere girdikten sonra şiirlerime 
Bilmişler bir daha ölmeyeceklerini


Günaydın Yeryüzü / İlhan Berk

26 Ekim 2014 Pazar

Falan Filan, Hayvan - Oben Budak


Nişantaşı sınırlarında yaşayan Bige'nin en büyük aşkı Adrien'i Cihangirli bir yoga hocasına kaptırdıktan sonra yaşadığı buhranı başka ilişkilerle unutmaya çalışması eğlenceli ve argo dolu bir üslupla aktarılmış. Bige'nin aşk arayışı ile kitapta metropol insanın, ilişkilerde karşılaştığı sorunlar ince ince işlenmiş. Kitapta en büyük aşkların bile gün gelince falan filan halini aldığı ifade ediliyor.


Kimseye bağlanmayan, hayatı tatminkar bir yaşayış tarzıyla anlamlandıran, kadını sadece bir zevk aracı olarak gören insan suretinde bir hayvan o. Adı Cemal.. Başarılı, zengin, yakışıklı vb. bütün sıfatları kendisinde toplayan, hayatta ne istese elde etmiş bir yalancı kahramanın ilişkileri.
Erkeklerin günümüz kadınını algılayışı, duygu yoksunu bir megalomanın kadınlarla imtihanı ve hayatı sorgulayışı. Aşk, zayıf insanların işidir diyen Cemal'in, kaçtığı her duygunun kendisinde hayat bulduğu Bige'ye olan zaafı..

Aşkı soyulmamış bir meyveye benzetirsek, bu kitaplarla beraber yanlış ilişkilerin meyveyi bitirdiğini söyleyebiliriz. İlk kitapta ilişkiler, arayışlar bir kadın perspektifinden, ikinci kitapta hayatta hiç bir zorlukla karşılaşmamış bir erkek perspektifinden yansıtılmış. İnsanların bedensel ihtiyaçları ile duyguların karıştırıldığı günümüzde, aşkın masumiyetten uzaklaştığı, kirletildiği ve anlamının çarpıtıldığı bir döneme eriştiğimizi söyleyebiliriz. İnsan hep bir arayıştadır. Hep daha fazlasını, daha iyisini, daha farklısını ararken ilk masumiyetinden uzaklaşmakta, doyumsuzluklarına hep yenisini eklemektedir. Karşılaştığı insanlarda aslında hep aynı duyguları ararken kendini yıprattığının, tükettiğinin farkında değildir. İnsan isteklerinin sonu yoktur. Bu sonu gelmez isteklerin dar kıskacında yok olduğunun farkında değildir ve yine, ve hep mutsuzdur. Çünkü beklentisi hep yüksektir, o yüzden tatminsizdir. 

25 Ekim 2014 Cumartesi

uzaklardan mektup var


Akıntıya karşı kürek çekmeyi salık veren seslerim var benim,
küçük bir mektup zarfına sıkıştırılmış sevgilerim,
mesafeleri aşarak yüreğime düşen pembelerim,
yüzümde tebessüm çiçekleri açtıran dostlarım var benim..

İyi ki varsın Ahum..

24 Ekim 2014 Cuma

hayalci



"Düş kurmakla geçti ömrüm. Hayatımın anlamı buydu,evet, yalnızca buydu. İç hayatımın dışındaki hiçbir şeye dönüp bakmadım.Hayatımdaki en büyük üzüntüler, gönlüme bakan pencereyi açıp oradaki bitip tükenmez kaynaşmayı seyrederek kendimi unutmamla eriyip gitti.

Baştan beri sadece hayalci olmayı istedim.Yaşamaktan bahsedenleri yarım kulak dinledim. Olduğum yerde olmayana, asla olamadığım şeye ait oldum hep. Ne kadar değersiz olursa olsun, ben olmamak kaydıyla her şeyi şiirsel buldum. Düşünü bile kuramayacaklarımı arzuladım sadece. Hayat akıp gittiğini hissettirmeksizin bana şöyle bir değip geçsin istedim. Aşktan tek dileğim, uzak bir düş olarak kalmasıydı. Tamamen gerçek dışı olan gönlümdeki manzaralarda bile hep uzaklar cazip geldi, gittikçe silinerek neredeyse ufka uzanan su kemerlerinde, manzaranın geri kalanında olmayan bir düş dinginliği vardı; işte bu dinginliğin hatırına sevdim onları.

Kendime bir düş dünyası kurma saplantısı hiç terketmedi beni, öldüğüm güne kadar da sürecek. Çekmecelerimin dibine rengarenk makaralar ya da - içlerinde bazen çekmeceye sığmayacak kadar büyük bir atın yada filin de olduğu - satranç taşları dizmiyorum artık, ama özlüyorum… bugün düş evrenime, kışın şöminenin başında ısınırcasına, iç dünyamda yaşayan capcanlı yaratıkları diziyorum keyfimce. İçimin derinliklerinde yığınla dostum var benim, her biri kendine has, gerçek, sınırları gayet iyi çizilmiş ve hep yarım kalmış bir varlığa sahip. "


Fernando Pessoa.

hepimiz aynı..


"Yukarıdayım ben, aşağıdayım da aynı zamanda, bakışlarım üzerimde, yere uzanmışım, gözlerim yumulu, kulağım emip duran bataklığa yapışık, aynı düşüncedeyiz, hepimiz aynı düşüncedeyiz, eskiden de öyleydi, hep öyleydi, seviyoruz birbirimizi, acıyoruz birbirimize, ama bir de şu var, hiçbir şey gelmiyor elimizden birbirimiz için.

Evet, gece olacak, sis dağılacak, tüm dalgınlığıma karşın tanıyorum sisimi, rüzgâr sakinleşecek ve gece göğü bana yolumda bir kez daha kılavuzluk eden Büyük ve Küçük Ayı Takımyıldızı da içinde olmak üzere tüm ışıklarıyla açılacak dağın üzerinde, hadi bekleyelim geceyi. Her şey karışıyor birbirine, zamanlar, zaman kipleri karışıyor birbirine, başlangıçta burada bulunuyordum yalnızca, şu anda hâlâ buradayım, birazdan artık bulunmayacağım burada, yamacın ya da korunun sınırındaki eğreltiotlarının arasında ter döküyor olacağım, karaçamlar, anlamaya çalışmıyorum, bir daha asla anlamaya çalışmayacâğım, böyle diyor insan, şimdilik buradayım, hep buradaydım, hep burada olacağım, artık korkmuyorum büyük sözcüklerden, büyük değil onlar.

Gelişimi anımsamıyorum, asla gidemeyeceğim buradan, bana eşlik eden küçük topluluğum, gözlerim yumulu ve yanağıma değen kara toprağın nemini ve katılığını duyumsuyorum, şapkam düştü, uzağa düşmedi ya da rüzgâr sürükledi onu uzağa, boynuma bağlamıştım onu. Bazen deniz, bazen dağlardı, çoğu kez de ormandı, kentti, ovaydı da, evet ovalarda da düşüp kalktım, dört bir yanda açlığın, yaşlılığın eline, ölüme bıraktım kendimi, cinayete kurban gittim, boğuldum, sonra hiç nedensiz can sıkıntısından öldüm, son soluğumu verirken sanki yeni bir yaşam yeşerdi içimde, canlandım, sonra odalarda doğal ölümlerle yüz yüze geldim, yatağıma uzanıp, ev içi tanrılarının gazabına uğradım, hep aynı öykülerin, aynı sözlerin, aynı soruların, aynı bilgisizliğin sınırlarındaydım, beddua dökülmedi dudaklarımdan, o kadar da aptal değildim, ya da çıktı da anımsamıyorum bunu."

Samuel Beckett, Hiç İçin Metinler ve Uzun Öyküler, Ayrıntı Yay. 1999

14 Ekim 2014 Salı

Simli kalemler


Simli kalemlerin ile resimli kitaplar yapardın bana. Al anne bu çok özel bir hediye sadece senin için derdin. Yıldız, gülen yüz bir de kalp yapardım ben de. O simli kalemlerin resim yapmaktan başka bir çok yeteneği varmış, yeni anladım. Senli o zamanı ışıldatmak gibi..

Konuşan bebeğine masallar anlatırdın. Bense puslu, buğulu havaya inat bugün hava güzel derdim. O şiirdeki gibi, hani uzatsam elimi kahve fincanı dudaklarımdadır.. Kuşlar kaçmıyor benden şarkı benden yana, çocukların masum bakışları benden yana.. 


Bugün de ılık nefesini, coşkunluğunu yaymak günüme.. Çok şükür.. İyi ki gülümseyen yüzün binlerce gören, mavi gözler bırakıyor bana güzel kız…

12 Ekim 2014 Pazar

Olduğu Kadar Güzeldik


"Sevilirken, kendimize, sevdirmeye çalıştığımız zamanlardaki kadar bakmıyoruz çünkü hiç. Biri gelip bizi tezgahtan alana kadar, bir manavın önlüğüne süre süre patlattığı elmalar gibi cilalayıp duruyoruz kendimizi. İlk ısırıktan sonra, ısırılan yerlerimizden kararmaya başlıyoruz ama."

Mahir Ünsal Eriş'in 2013 yılında İletişim Yayınları tarafından basılan ve 60. Sait Faik Abasıyanık Hikaye Armağanı'nı kazandığı öykü kitabıdır. Kitap, Sen o zaman parasız yatılıydın, benim adım Feridun, işe çıkılacak gün, kanatlarımız olsa be Metin, malibu, dayımın Avrupa'ya kaçırılışı, zehir miktarda, stoper olarak adlandırdığı sekiz öyküden oluşmaktadır.

Öykülerin çoğu Eriş'in büyüdüğü Bandırma'dan, Erdek'ten, gözlemlediği aile ilişkilerinden, kaybolan dayılardan, bilmezden gelinenlerden, uykusunda ağlayan adamlardan, pişmanlıklardan, ödenen bedellerden izler taşıyor.

Olduğu Kadar Güzeldik, sokaktan gelen seslerin, bangır bangır Yıldız Tilbe dinleyen evlerin içine taşıyor sizi. Bir gevezeleşip, bir susanları, "iyi olalım be ne olur" diyenleri, helallik isteyenleri anlatıyor.



Hani,” dedi. Denizde, suyun üstünde bırakırsın ya kendini. Düz yatmak için değil ama, yüzüstü, kollar bacaklar serbest. Denizanası gibi. Uzaydaymışsın gibi sanki. O hissi çok özlüyorum ben. Kendi ağırlığımdan kurtulma hissini. Denize gidelim..

11 Ekim 2014 Cumartesi

seyirlik



Le Hérisson- The Hedgehog- Yaşamaya Değer

"Kendimi öldürecek olmam, bunu çürüyen bir sebze gibi yapacağım anlamına gelmiyor. Öldüğünüzde önemli olan ölümün kendisi değil; önemli olan o anda ne yaptığınız. Taniguchi’nin mangasında kahramanlar, Everest’e tırmanırken ölmüştü. Benim Everest’im de işte bu, bir film yapmak. Hayatın neden saçma olduğunu anlatan bir film. Başkalarının ve bizim hayatlarımızın… Eğer hiçbir şeyin anlamı yoksa bununla başa çıkmanın bir yolu olmalı.."

Önemli olan ölümün kendisi değil, önemli olan öldüğünüz zamanda ne yaptığınız. Renee, öldüğün anda sen ne yapıyordun? Sevmeye hazırlanıyordun değil mi?…"

Kendini fanusun içinde bir balık gibi hisseden ve yaşadıklarına o camdan bakan, zeki kız Paloma'nın yolculuğunu anlatan bir film...



Dinlemelik, Alela Diane..

3 Ekim 2014 Cuma

Küçük Prens, çöle düşen yıldız


"Yaşlanmakla hata ettim. O kadar. Çocukken öyle mutluydum ki.. Yaşlanırken bu garip ülkeyi buldum. Hayır; korktuğum yok. Hüzünlü bir ülke bu, hepsi bu kadar... Yetişkinleri korumazlar hiç. Adam oldunuz mu, bırakıverirler sizi..."

Mehmet Coral'ın kaleme aldığı bu otobiyografik/anı kitabı Küçük Prens'in yazarı Antoine de Saint-Exupery'nin hayatını anlatmaktadır. Yazarın çocukluğu, ailesi, eğitimi, sosyal yaşamındaki ilişkileri ve öğrenciyken bir öğretmeni tarafından fark edilen yazma yeteneği, uçma tutkusu yakın çevresine yazdığı mektuplarla, kitaplarına yansıyan bölümlerle bütünleştirilmiş.

Güney Postası, Gece Uçuşu, İnsanların Dünyası, Savaş Pilotu, Küçük Prens ve bitmemiş haliyle ölümünden sonra yayınlanan Kale ve diğer bütün çalışmaları otobiyografik izler taşıyan yapıtlar. Sanki yazar yaşadıklarını bir anı defterine kaydediyor, sonra da sanal karakterler üzerinden kurgulayarak roman formuna sokuyor kitaplarını. Birçok yapıtı sinema dünyasında da canlandırılmıştır.

Yaşadığı dönemde her zaman kendisini üzüntüye sevk eden tek şeyin, yetişkin rolünde insanlar tarafından algılanmak olduğunu dile getiriyor. Kitap onun içsel dünyasına ayna tutarken, o zamanki tarihsel süreci de gözler önüne seriyor.

Antoine, özel olarak yaşadığı birkaç ilişkiden sonra Küçük Prens'teki gülünü buluyor. Bu gülün adı, Consuelo.. Ancak yaşadıkları ekonomik sıkıntılar, onun her şeyden önce gelen uçma tutkusu ve ilişkilerinin açtığı derin boşluk onların gel gitli bir evlilik yaşamasına yol açar. Uçma tutkusu, gökyüzü ile bütünleşme arzusu onun hayatının en doyumsuz boyutuydu. Bir çok kaza geçirmesine ve bedeninde bu kazaların izlerini taşımasına rağmen, bütün yasakları aşıp yeniden göklerin efsunlu dünyasına bırakıyor kendini. Ancak son uçuşunda uçağı denize düşüyor ve ölümünden yıllarca sonra uçağının kalıntılarına rastlanıyor. Bu kalıntılar Paris'in Havaalanı Müzesi'nde sergilenmektedir.

Küçük Prens, Yaradan'ın bağrından ayrılıp tekamülünü gerçekleştirmek için yollandığı dünyada, insanoğlunun ilk masumiyetinden kopmamak için giriştiği soylu direnişin destanıdır. İnsanların masumiyet çağlarının simgesidir.

"Ey uçsuz bucaksız gerçeklik!
Sonsuzluktur benim de çizgim seninleyken,
Ölümlü ama rüyalarındaki tanrıları kahredebilen biri,
Değil mi ki ben de,
Sana vardığımda ve kanatlandığında ışık demetlerim,
Ve sarındıktan sonra çocukluğuma,
Tanrılar mekanının ta kendisiyim!"

Vergilius'un Ölümü-Hermann Broch

2 Ekim 2014 Perşembe

çocuklarım


Bir kez bile unutmadınız, çıkışta iyi akşamlar derken; sizsiz doğan sabahıma iyi sabahlar öğretmenim demeyi.. Bu sabah sesinizi duydum iyi bir sabah olsun çocuklarım dedim, iyi bir sabah...

Gülüşümle başlardınız kendiniz olmaya, kuralları silip, sizin gibi çocuk olduğumda anlatırdınız maceralarınızı.. Bilmezdiniz günümün en güzel zamanlarını oluşturduğunuzu... 

Bir umudum sizde anlıyor musunuz...

' kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Her biri vazgeçilmez cihan parçası,
Kaç bin yıllık hasretimin goncası....'
A. Arif

1 Ekim 2014 Çarşamba

Genç Werther'in Acıları


"Niçin siz insanlar," diye bağırdım. "Bir konudan söz etmek için hemen: bu budalacadır, şu akıllıcadır, bu iyi, şu kötüdür demek zorundasınız! Bu ne anlama geliyor? Yargıladığınız eylemin içsel koşullarını araştırdınız mı? Eylemi meydana getiren onu bir zorunluluk haline getiren nedenleri kesin olarak belirleyebiliyor musunuz? Eğer böyle yapmış olsaydınız yargılarınızı öne sürerken bu kadar aceleci olmazdınız."

Dünya klasiklerinin çoğunu lise yıllarımda okudum. Fakat büyük Alman yazar Goethe'nin Genç Werther'in Acıları adlı eserini yeni okuma fırsatı buldum. 

Kitap, Werther'in yakın dostu Wilhem'e yazdığı mektuplarla başlıyor. Mektuplarında yaşadıklarını, yaşadığı coğrafi ortamın koşullarını, tanıdığı insanları ve hayata dair çıkarımlarını tüm içtenliğiyle aktarıyor Werther. Buradaki çıkarımları gerçekten çok önemli ve düşündürücü. 

Werther, Wilhelm kasabasında tanıdığı Albert ile evli olan Lotte'ye aşık oluyor. Onların aile dostları olarak gözüküyor ama can yakıcı aşkını da içinde taşıyor. Lotte onun aşkını öğrenir fakat eşine duyduğu sevgiden, saygıdan ötürü Werther ile dostluk sınırı içinde kalmak için gayret eder. Daha sonra Werther'in tesiri altında kaldığı, yürekten hissettiği yoğun duyguları onu her şeyden soyutlar. Karşılıksız ve yasak aşkı onu hayattan sürgün eder. Toplumun baskısının yanı sıra onun derin bir duygusal yapıya sahip olması, duygularının hayatında baskın gelmesi bambaşka bir Werther yaratır.


Ah siz akıllı insanlar! Tutku! Sarhoşluk! Delilik! Empati kurmadan orada öyle rahat rahat oturun, alkoliği eleştirin, aklını kaçırmıştan nefret edin, bir rahip gibi yanından geçip gidin ve sizi onlardan biri yapmadığı için Ferisi gibi Tanrı’ya şükredin. Ben birçok kez sarhoş oldum, tutkularım delilikten hiç uzak değildi, her ikisinden de pişman değilim; zira olanaksız görünen önemli şeyler yapan ve eskiden beri alkolik ve deli diye damgalanan tüm sıra dışı insanları kendi ölçülerimle anlamayı öğrendim.