30 Nisan 2015 Perşembe

İnci Gibi Dişler - Zadie Smith

"Bazen hayatın taşınamayacak kadar ağır bir sırt çantası olduğu, her şeyi kaybetmek pahasına da
olsa bütün bagajını yol kenarında bırakıp karanlığa doğru yürümenin, atılacak en doğru adım olduğu duygusuna kapılırsın."

"Bugünlerde, bana bu ülkeye ayak bastığın anda şeytanla anlaşma yapıyorsun gibi geliyor. Giriş kapısında pasaportunu uzatıyorsun, damgalanıyorsun, biraz para kazanmak istiyorsun, bir işe giriyorsun.. Ama niyetin geri dönmek! Kim burada kalmak ister ki! Soğuk, nemli, berbat bir yer. Kötü yiyecekler, iğrenç gazeteler, kim burada kalmak ister? Kimsenin seni hoş karşılamadığı, sadece tahammül ettiği bir yerde kalınır mı? Sadece tahammül ettiği.. Sonunda evcilleştirilmiş bir hayvanmışsın gibi. Kim kalmak ister?..Ama şeytanla bir anlaşma yaptın.. Seni ele geçiriyor ve birden dönecek halin kalmıyor, çocuklarını tanımakta güçlük çeliyorsun, artık yersiz yurtsuz birisin."

"Çünkü bir inançtan kurtulmak, tuz elde etmek için deniz suyunu kaynatmaya benzer: Bir şey elde edilirken, bir diğeri yitirilir."

"Bir erkek sarıldığı kadının yaşındadır."

"Herkesin bir derse ihtiyacı var, dedi. "Ya her şey kutsaldır ya da hiç bir şey. O başkalarına ait şeyleri yakmaya başladıysa, o zaman kendi de kutsal bir şeyini yitirmeli. Kimse başına geleceklerden kaçamaz"

"Herşeyi sonradan anlamak ne kolay... Kimse sonradan yanılmaz"

"... kader okunamaz, onu yaşamak zorundasın."

"Bowden’ın oturma odası yolun altında kalıyordu ve pencerelerinde parmaklıklar vardı, bu yüzden bütün görüntüler kısmiydi. Clara genelde ayaklar, tekerlekler, egzoz boruları ve sallanan şemsiyeler görürdü. Böyle anlık görüntüler çok şey anlatırdı: Canlı bir hayal gücü, yıpranmış bir dantelden, yamalı bir çoraptan, yere yakın sallanan ve daha iyi günler görmüş bir çantadan bir sürü duygulu öykü çıkarabilirdi."

                                                     *****

İnci gibi dişler, 1974 senesinde doğan üç çocuğun ve ailesinin, Kuzey Londra'daki yaşam yolculuklarının dinamik, akıcı, eğlenceli bir dille anlatıldığı uzun bir roman. Kitap yirmi bölümden oluşuyor.

Tipik İngiliz özellikleri taşıyan orta sınıftan Archie Jones ile Bangladeşli olduğu halde Hintli olarak anılan Samet İkbal'in İkinci Dünya Savaşı yıllarında başlayan arkadaşlıkları, evlilikleri, çocukları; Kuzey Londra'nın varoş bölgelerinden Bulgaristan'ın köylerine, Yehova Şahitleri'ne, farklı etnik kökenlerden islami cemaatlere,  bitkilerle terapiden gen mühendisliğine uzanan olaylar, bambaşka hikayeler.. Her bölüm, bu  iki ailenin yaşadığı yerlerin özellikleri, göçmen oldukları için hep dışlanan hüzünlü bir hikayenin parçalarını ve yaşadıkları coğrafya insanının tercih ettiği kültürle uzlaşma çabalarını içeriyor. Olaylar, Bangladeş, Bulgaristan, Jamaika ve Londra'da geçiyor. Genel olarak üzerinde durulan temalar: ebeveynler, sosyal, etik, dini sorgulamalar, İngilizler, çocuklar, aile eğitimi, yabancılar.

Smith, karanlıkta inci gibi dişleri ile belli olan siyahların yaşadığı toplumda genellikle dışlandığını vurguluyor. Kozmopolit bir yapıya sahip olan, çok kültürlülüğü benimsemiş gibi gözüken İngiliz toplum yapısının bilinmeyen yüzünü bir göçmen ailenin parçalanmış yönleri ile gözler önüne seriyor.

24 Nisan 2015 Cuma

en son izlediklerim


1) Herkül Özgürlük Savaşçısı - Hercules, 2014
Yönetmen: Brett Ratner
Oyuncular: Dwayne Johnson , Irina Shayk , John Hurt , Ian McShane , Joseph Fiennes


2) Karavana- Misfire, 2014
Yönetmen: R. Ellis Frazier
Oyuncular: Gary Daniels, Michael Greco, Vannessa Vasquez


3) Sürgün- Outcast, 2014
Yönetmen: Nick Powell
Oyuncular: Nicolas Cage, Hayden Christensen, Yifei Liu, Andy On, Fernando Chien


4) Mucize, 2015
Yönetmen: Mahsun Kırmızıgül
Oyuncular: Erdem Yener, Mahsun Kırımızıgül, Mert Turak, Büşra Pekin, Talat Bulut


5) Marina Abromavic: Sanatçı Aramızda- Marina Abromavic: The Artist is Present, 2012
Yönetmen: Matthew Akers, Jeff Dubre
Oyuncular: Marina Abromavic, Ulay, Klaus Biesenbach



23 Nisan 2015 Perşembe

bugün Atatürk'ten bir armağan..


"Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
Allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
Oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
Dünyayı çocuklara verelim
Kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
Hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
Bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
Çocuklar dünyayı alacak elimizden
Ölümsüz ağaçlar dikecekler"

                                  Nazım Hikmet



Çiçekler gönderiyoruz kalbinizin baharına.. 
Kutlu olsun Bayramımız!...

18 Nisan 2015 Cumartesi

Swann'ların Tarafı - Marcel Proust


"Zihnini asla yaklaştırmadığı bir alan, düşüncelerini, önünden geçmesinler diye, gerekirse uzun, dolambaçlı bir mantık çizdirerek uzaklaştırdığı bir bölge vardı: mutlu günlerin anılarının bulunduğu bölge."

"Gençlikte, aşık olduğumuz kadının kalbine sahip olmayı hayal ederiz; daha ileri yaşlarda, bir kadının kalbine sahip olduğumuzu hissetmek, ona aşık olmamıza yetebilir."

"İki sevgiliden birinin aşırı derecedeki sevgisini göstermesi, diğerini, yeterince sevmekten temelli bağışık tutar."

"Bizi hep üzmüş olan bir insanın davranışlarının samimi olmamasını arzu etsek de, bu davranışların geleceğe tuttuğu ışık karşısında arzumuzun eli kolu bağlanır ve söz konusu insanın gelecekteki davranışlarının ne olacağını arzumuza değil, bu ışığa sormamız gerekir."

"Uzun bir geçmişten geriye hiçbir şey kalmadığında, insanlar öldükten, nesneler yok olduktan sonra, bir tek, onlardan daha kırılgan, ama daha uzun ömürlü, daha maddeden yoksun, daha sürekli, daha sadık olan koku ve tat, daha çok uzun bir süre, ruhlar gibi, diğer her şeyin yıkıntısı üzerinde hatırlamaya, beklemeye, ummaya, neredeyse elle tutulamayan damlacıklarının üstünde, bükülmeden, hatıranın devasa yapısını taşımaya devam ederler."

"Peki hayatı önemsemeyeceksek, neyi önemseyeceğiz? Hayat yüce Tanrının asla iki kere bağışlamadığı tek nimettir."

" Ne korkunç şey! diyordum kendi kendime. Bu otomobillerde eski arabaların zarafetini bulmak mümkün mü? Herhalde benim artık yaşım geçti ama kadınların kumaştan bile olmayan elbiselerin cenderesine girdikleri bir dünya, bana göre değil. Kızaran narin yaprakların altında bir araya gelen şeylerin hiç biri artık yoksa, eskiden onların çerçevelediği zarafetin yerini şimdi bayağılık ve çılgınlık almışsa bu ağaçları ziyaret etmenin ne anlamı var?"
***
Swannlar'ın tarafı, Marcel Proust'un yedi ciltten oluşan Kayıp Zamanın İzinde romanının ilk cildi. Kitap; Combray, Swann'ın Bir Aşkı, Memleket İsimleri: İsim, şeklinde başlıklandırılmış üç büyük bölümden oluşuyor.

İlk bölümde hayli uzun tasvirler, ayrıntılar eşliğinde anlatıcıyı tanıyoruz. Anlatıcının ailesi, çevresi, akrabaları yaşadığı yerin özellikleri hiç bir ayrıntı, en ufak duygu kırıntısı bile atlanmadan aktarılıyor. Akıcı, zincirleme halinde birbirine bağlı olaylar halkası olmasa da, 19. yüzyıl Paris'indeki aristokratik, burjuva sınıfının yaşamına yakından dahil oluyoruz.

İkinci bölümde, aşk, aşkın kapsadığı saplantılı haller, ihanet ve onun ağır yansımaları ruhsal bir çözümleme gibi sunulmuş. Elit tabakada yaşamını sürdüren ve karşı konulmaz bir aşk acısının içinde kendini kaybeden Swann'ın yaşadığı dramatik, hüzünlü durumlar yine zengin bir betimleme, teşbih ve teşhis sanatlarıyla ifade ediliyor.

Üçüncü bölümde, Balbec, Venedik, Floransa gibi hayali kurulan yerlerin yakın bir perspektiften ele alınışını okuyoruz. İnsan tabiatındaki başka yerler görme arzusunun yansımalarını, masum bir aşkın serzenişlerini ve hayatın bileşkesini oluşturan tüm yaşanmışlıkların, duyuşların derinden gelen seslerini duyuyoruz.

Okuduğumuz kitaplarda yazar bazen zamanı yavaşlatabilir, önemli bir sahnede zamanı uzatabilir ya da tam tersini yapabilir. Proust, bu eserinde zamanı çok iyi yönetiyor ve onu ince bir lisanla, has edebiyatın son mertebesine ulaştırıyor..

15 Nisan 2015 Çarşamba

Joseph Haydn


otların arasında papatyalar rüzgârın
oynaştığı senfonilerdir, kulak dibimde
testilerin sesi yaylı dörtlülerin
sesi gibi, tırmalıyorum patikayı
şato uzakta kalıyor, nasıl çekebileceğimi
biliyorum doruğa müziği,
otların hışırtısını duyuyorum
eşit her çalgıya, ama işte davullar
ve telli çalgılar gürlüyor, madeni
sesler çocukluğumun Viyana’sını
anımsatıyor, çocukken katıldığım
koro ufak güneşlerden oluşuyor,
ay tek başına çocukluk gibi,
kar tertemiz yağıyor saraylara da
yoksul mahallelere de

ağaçlar deniz görmüyor, elmalı
ağaçlar, elmanın sesini katabilir miyim
müziğe, olur da bir gün ölürsem
deniz gören bir yere gömün
beni taze otların arasına,
gölgeli zeytinlerin uykusu olayım


Ahmet Ada

14 Nisan 2015 Salı

rüzgarın adı


"Zihnimizin sahip olduğu en büyük beceri belki de acıyla başa çıkmak. Klasik yaklaşım bize herkesin ihtiyacı doğrultusunda geçtiği dört kapı olduğunu gösterir.

Birinci kapı uykudur. Uyku bize dünyadan ve onu dolduran tüm acılardan kaçabileceğimiz bir sığınak sağlar. Bir insan ağır yaralandığı zaman genellikle kendinden geçer. Aynı şekilde travmatik haberler alan birinin bayıldığı olur. Zihin ilk kapıdan işte böyle geçerek kendini acıdan korur.

İkinci kapı unutmaktır. Bazı yaralar kısa zamanda kapanamayacak, hatta belki de asla iyileşemeyecek kadar derindir. Ayrıca bazı anılar o kadar azap vericidir ki, onlara alışmak mümkün değildir. “Zaman tüm yaraları iyileştirir” sözü yanlıştır. Zaman çoğu yarayı iyileştirir. Geri kalanlar bu kapının ardında saklıdır.

Üçüncü kapı deliliktir. Bazen insanın aklı öyle bir darbe alır ki kendini delilikte saklar. Bu ilk bakışta faydalı gözükmese bile öyledir. Gerçekliğin acıdan başka bir şey getirmediği zamanlar vardır ve bu acılardan sakınmak için zihnin gerçekliği geride bırakması gerekebilir.

Dördüncü kapı ölümdür. Son sığınak. Öldükten sonra bizi hiçbir şey incitemez. Ya da en azından bize öyle söylenir."

Rüzgârın Adı, sayfa 145
Patrick Rothfuss

Derin Mavi - Deep Tone

"Çiçekleri seviyorum
Şiirleri değil
Ama bir şiirin yaprakları düşünce
Kahveme
Toplamam gerekiyor bir kağıdın üstünde
Kurusunlar diye
Kurutmasınlar diye yüreklerimizi acılar
Dönmesinler yüzünü diye sevgiler"
                                               Göz bebeklerimdeki Şiir İzleri, s. 45

Derin Mavi, iki bölümden oluşuyor. İki farklı yazın türü bir arada. Birinci bölümde, kırk bir adet şiir; ikinci bölümde ise, kırk bir adet öykü var. Kapak kitabın ismine uygun olmuş. Özgürlüğe, tüm iyi kötü yaşanmışlıklara, var oluşlara selam eden martı şiirlerin simgesi gibi..

Şiirler vardır, okuduğunuzda yatağını aşmak isteyen coşkun nehirler gibi yüreğinize akan her mısra, hüzünler kuşanmış tarifsiz acılarınıza deva olur. Şiirler vardır, tükeniş yollarında, özlemi kuşandığınızda, ürkek, kimsesiz bir coğrafyanın kirletilmiş, unutulan iyiye dair inanışlarını bir barış türküsüyle yeniden canlandırır. Yüreğiniz öylece o dizelerdeki arınma anlarından sonra baharda mantosunu değiştiren doğa gibi yeniden uyanış duraklarına taşınır. İşte ilk bölümdeki şiirlerin beni bıraktığı yer öyleydi. Kalbin en kuytu köşelerinden gönderilen mısralar, ipek bir tül gibi umudu, sonsuzluğa aşık bir martının gagasındaki yaşama sevincini, mutlak sevgiyi, insanlığı yeniden yazmak ve söylemek gibi..


Şiirler bölümünde, şiirle dertleşen, efkarlanan ama ondan vazgeçemeyen bir şiir adamının şiire meydan okuyan, muzip nidalarını da okuyoruz. Şiirlerdeki tema zenginliği, imaj ve ifade yapısındaki hava, ikinci yenilerin havasını çağrıştırdı bana. Sisli Zaman, Son Metro, Düş Kuruyor Gözlerim, Gece, Sesleniş, Tuşların Dansı, Bir Zarf Dolusu Umut tekrar tekrar okuduğum şiirler arasında.

İkinci bölümdeki öyküler ise, kısa, öz ve keyifli. Modern yaşamdaki insanın, gerçek hayattaki acılarından kaçmak pahasına kendini hapsettiği sanal dünyadaki çaresizliğine bir ayna tutuyor. Bunun yanı sıra, yozlaşan ilişkiler, eskiye özlem, metropol kentlerindeki yaşam, çarpıtılan insan doğası, beklentiler, ümitler ve tüketilen dünya başlıca konular arasında. Bazı öyküler, mitolojik desenlerle bütünleştirilmiş. Hepsi ise, samimi ve kıvrak bir dille aktarılmış. Hayal Vergisi, Bir Boyalı Kuş, Papatya, O Parkta O Anda ve Issız Cafe beğendiğim öykülerden oldu.

11 Nisan 2015 Cumartesi

Hayaletler - Paul Auster


"Doğamızdaki bir zaaf yüzünden, bir durumu var sayıyoruz, kendimizi onun içine yerleştiriyoruz ve bu yüzden de kendimizi aynı anda iki durum içinde buluyoruz, içinden çıkılması iki kat zor oluyor. Bu Mavi'nin aklına yatıyor ve biraz korkmaya başlasa da, belki de bu konuda bir şeyler yapmak için çok geç olmadığını düşünüyor."
                                         
Auster'ın Cam Kent, Hayaletler, Kilitli Oda diye adlandırdığı Newyork Üçlemesi'nin ikinci kitabı. Kitapta kahramanların adı renklerden oluşmakta. Beyaz, özel dedektif olan Mavi'den Siyah'ı yakından izlemesini ve kendisine Siyah ile ilgili ayrıntılı raporlar sunmasını ister. Siyah'ın karşısında bir daire tutan Mavi, uzun bir zaman sürecek takip görevine başlar.

Görevini sürdürürken Beyaz'ın farklı yaklaşımını, Siyah'ın inzivaya çekilmiş sade hayatını, kendi hayatını sorgular. Takip edenin, takip edilenin karmaşık bir hale dönüştüğü bu süreçte hayatla alakalı gerçek parçalar birleşir. Natüralist Amerikalı büyük yazar Henry David Thoreau ve şair Walt Whitman ile ilgili güzel deyişlere, kıssadan hikayelere de yer verilir.

Bu üçlemenin hepsi bir kitapta toplanmış bir şekilde de yayımlanmıştır.


10 Nisan 2015 Cuma

yazmak üzerine


- Kısa cümleler yaz. Her zaman kısa bir cümleyle başla. Dinamik bir dilin olsun. Pozitif ol, negatif olma.

- Kullandığın dil yaşadığın zamana ait olmalı, yoksa işe yaramaz.

- Sıfatların aşırı kullanımdan kaçın; özellikle de “harika, büyük, muhteşem, inanılmaz” gibi sıra dışı durumları söyleyenlerinden.

- Gerçekten yeteneği olan ve söylemek istediği şeyler hakkında samimiyetle hissettiklerini yazan hiç kimse bu kurallara uyarak kötü bir şey yazamaz.

- Yazabilmek için, ben ilk yazmaya başladığım otel odasındaki o eski yalnızlığımı getiririm hatırıma. Sen de herkese bir otelde kaldığını söyle ama gerçekte başka bir otelde kal. Nerede kaldığını keşfederlerse kırlara, doğaya taşın. Orayı da bulurlarsa gidecek başka bir yerin olsun hep. Bütün gün çalış, o kadar çalış ki, artık yapmayı göze alabileceğin tek şey günlük gazeteleri okumak olsun. Sonra bir şeyler ye, tenis oyna ya da hiçbir şey yapma, yahut yalnızca bağırsaklarını çalıştırmana yarayacak kadar yorulacağın bir işle uğraş ve ertesi gün yeniden yazmaya başla.

- Yazarlar tek başlarına çalışmak zorundadırlar. Yalnızca sonunda eserlerini bitirince kendilerini göstermeleri gerekir, yalnızca o zaman ama, daha fazla değil. Yoksa New Yorklu yazarlara dönerler. Bir şişenin içinde yaşayan solucanlar gibi, birbirleriyle ve şişeyle olan ilişkilerinden beslenmeye çalışırlar. O şişenin bazen artistik bir biçimi olur, bazen ekonomik, bazen dini bir biçime bürünür. Bir kere şişenin içine düştüler mi, artık hep orada kalırlar. Kendilerini şişenin dışında yalnız hissederler. Kendilerini yalnız hissetmeyi istemezler. İnandıkları şeylerde yalnız olmak onları korkutur…

- Bazen yazmak bana zor geldiğinde, ihtiyaç duyduğum cesareti bulmak için kendi kitaplarımı okurum ve o zaman onları yazmanın da bana hep zor, hatta bazen imkansız geldiğini hatırlarım.

- Bir yazar, eğer gerçekten işe yarar bir yazarsa, betimlemez. İcat eder ya da kendisi kurar; kişisel veya kişisel olmayan bilgilerinden yola çıkarak yapar bunu.

Ernest Hemingway

5 Nisan 2015 Pazar

Kendine Açacağın Bir Pencere - Hilal Karan


" Bugün  soğuğa çıkma günü. Bugün yanaklarının soğuktan yanma günü. Bugün elini bir taşın altına koyma günü. Bugün üşütmeden günü. Yalnızlığını da al, varsa insanlarını da al, korkularını da al, içinin sarı çiçeğini de al, çık yollara..."

Annelik yolculuğuma başladığım yıllarda evdeyken çok blog okurdum. Anne Cafe'de bu süreçte keşfettiğim, her zaman kendimi iyi hissederek sayfasından ayrıldığım çok sevdiğim blogçulardan biriydi. Hala da severek okuyorum. Bugünlerde ise, bu yolculuğu Kendine Açacağın Bir Pencere adlı kitaptan okumak son derece anlamlı kıldı zamanlarımı...

Kitap, kendine açacağın bir pencere, kökler ve kanatlar, içimizdeki rüzgarlar adlarını taşıyan üç bölümden oluşuyor. Yazdıkça kendi açmazlarını, çıkmazlarını fark eden, yaşadıkça, paylaştıkça yalnız olmadığını hisseden, hissettiren bir kalemin izlerinden kendi yaşamımıza akseden yaşanmışlıklar bütünü. Insanın hayat yolculuğunda dünyayı omuzlarından indirmesini salık veren, büyük Yaratıcının sonsuz rahmetine ve sevgisine mazhar olduktan sonra her şeyin üstesinden gelinebileceğini kâh bir anne duyumuyla kâh bir öğretmen farkındalığıyla okuyoruz. Kendimize açacağımız bir pencere, mutlaka vardır. Yeter ki, pencereyi açabilecek parçaları toplayabilelim yaşantımızdan. O pencerenin önünde rengarenk çiçekler yetiştirmek için, her gün gülümseyen güneşten, yaratılan her şeyden yükselen esin şarkılarına kulak verelim. Gül sunan her elde biraz gül kokusu kalırmış. Köklerimizi ve kanatlarımızı onararak kırıklıklıklarımızı geride bırakabiliriz.

Kendi iyiliğimize döndürebileceğimiz her şeyi Anne Cafe'de ikindi vakti buğusu tüten bir çay eşliğinde yudumlayabiliriz...