28 Kasım 2021 Pazar

Shutter Island, 2010



Zindan Adası; tehlikeli, ağır akıl hastalarının tedavi edildiği bir hastaneye Teddy Daniels ve Chuck Aule adlı iki polis memurunun soruşturma amacıyla gitmesiyle başlar. 
Bu hastanede bir akıl hastası kaybolmuştur. 
Bu tuhaf kaybolma hikayesi, herkesten kopuk, tehlike çanlarının durmadan çaldığı bu adada bambaşka olaylara evrilir. 
Film başlangıç noktasından uzakta hayretler içinde bırakan bir yere vardı. 
Leo'nun oyunculuğuna diyecek yok. (Kaçık halinde mi bu kadar çekici olur? Allasen yapma böyle şeyler)
Travmalara Almanca'da yara da denirmiş. 
Yaralısın sen, saklanma. (Yaralıyım, yaralıyım. Ben bir bahtı karalıyım. Doksanlara giderek Ferda Anıl'la mendil çıkarıp ağlayacaktım)
Ağır travmalar insanı canavarlaştırır. Her yerde gerçek yüzünü iyi saklayan canavarlar. İşte bu filmin arka fonunda yükselen ses buydu. 

Savunma mekanizmalarının varacağı en uç noktayı, gözler önüne seren iyi bir filmdi:)

Sağlıcakla kalın...


25 Kasım 2021 Perşembe

Kendine Ait Bir Hayat- Marion Milner

 


Psikanalist Marion Milner, yirmi altı yaşındayken şahsi ve ilginç bir deneye girişir. Kendisini nelerin mutlu ettiğini günlüğüne kaydeder. Amacı, hayatında  tesadüfen karşısına çıkan mutluluk anlarını arttırmaktır. İç dünyasını keşfederken, Piaget'nin çocuk zihniyle ve algı tarzıyla ilgili görüşlerine varır. Otomatik benliğin, otomatik zihnin tepkilerini analiz eder. 

Zihin gözünün, geveze yankıların, ben merkezli yaygaracı dırıltıların  nedenini arar. Bu minvalde kör düşünce kavramının bencilce olduğunu saptar. Bu düşünme tarzından sonra gözlemlerinin iki tür dikkatte yoğunlaştığını ayrımsar:
1-Dar dikkat: Bu ilk algı şekli otomatik. Bu tür ilginin dar bir odağı var, anlık çıkarlara hizmet eder ve geri kalanları görmezden gelen dikkat.
2- Geniş dikkat: Geniş bir odakta atalardan yüklenen olumsuz kodlarla, aileden gelen genetik yatkınlıklarla verilen tepkilerden uzakta kalan dikkat. Ben'i ilgilendiren şahsi gaile ve kaygının ötesinde büyük bir tatmin hissi veren dikkat. Çünkü bu dikkatte birey, dar dikkatte görmezden geldiği durumların da farkında oluyor dolayısıyla kendini olumsuz, öğretilmiş tepkilerle sınırlandırmıyor. 

Bu noktadan hareketle kendine iki kural belirliyor:

1-İnsanın içini karartan herhangi bir kaygı ya da dargınlık yükü asla göründüğü şey değildir. Ne zaman üzerimde bir bulut gibi asılı dursa ve dağılmayı reddetse bilmeliyim ki, kör düşünce alanından geliyor ve beni asıl kaygılandıran şey benden gizleniyordur.

2- Hem kendinde hem başkalarında bu tür duygular üzerine akıl yürütmek boşunadır. Saplantılı korkular ya da kaygılar karşısında fikir yürütmenin neden işe yaramadığını anlamaya başlamıştım çünkü kaynakları aklın ve sağduyunun kapsama alanı dışındaydı. Zihnin ıssızlıklarında, bir şeyin hem kendisi hem de başka bir şey olabildiği yerlerde gelişiyorlardı ve onlarla başa çıkmanın tek yolu; makul olmaya dair bütün teşebbüsleri bırakıp düşüncelere hürriyet tanımaktı. 

Özetle; zihnimizi tesiri altına alan, kendi dileklerimizden bağımsız bir dünya olduğunu bilen, çoğunlukla kendimizde farkında olduğumuz sağduyulu bir düşüncede misin?
Yoksa çoğumuzun farkında olmadığı, çocukluğumuzdan miras kalma, gayet akıldışı, hem kendine hem dünyaya dair çarpık fikirler taşıyan düşüncede misin?
En önemlisi bunların farkında mısın? 

Yazarın kendi hayatından bir deneyle yola çıkarak gözlemlerini içten bir üslupla anlatması hoşuma gitti. İyi ki okudum dediğim özel kitaplardan:)

***

"Bence çağımız insanının en büyük ruhsal bunalım nedeni, gerçekten sevdiği ve sevmediği şeyleri keşfedememesi , seri üretim bir idealden ödünç almadığı, gerçekten kendisine ait olan değerleri keşfedememesidir ..."



21 Kasım 2021 Pazar

Eve Giderken- Mihail Zoşçenko


 Sovyet döneminde mizah edebiyatının önemli isimlerinden biri olan Rus yazar Mihail Zoşçenko'nun Eve Giderken adlı öykü kitabını okudum. Bu kitapta yalın bir anlatımla genellikle dönemin sorunları, gündelik hayatta farklı problemler yaşayan insan portreleri kısa olay öyküleri şeklinde aktarılmış. Okurunu yormayan yer yer gülümseten bir kitaptı.

Bu arada yıllardır listemde olan "Niteliksiz Adam" kitabının ikinci cildini kütüphanede buldum. Yazarın tarzını keşfetmek adına kitabı yarıladım. İlk cildi es geçilmeden okunmaması gereken bir eser olduğuna kani olunca kitabı yarım bıraktım. Aynı şekilde Demir Özlü'nün beş yüz küsur sayfalık "Sürgün Küçük Bulutlar" adı altında Yapı Kredi Yayınları'ndan yayımlanan toplu öyküler kitabını da yarım bıraktım. Daha önce yazarın iki kitabını okumuştum oradaki öykülerden çok da bağımsız değildi okuduklarım o yüzden pişman değilim. Zaten çok kalın kitapları özellikle öykü türündeyse okuyabildiğim kadarını okuduktan sonra iade ediyorum.

Yeni kitaplarla yola devam... İyi, farkındalıklı okumalarımız olsunnn :)




18 Kasım 2021 Perşembe

İklimler- Andre Maurois

 


“Canımın içi böyle şeyler romanlarda olur.” meşhur Türk filmi repliğindeki roman işte bu:)

İklimler, ekseni aşk ve sevgi olan büyülü bir anlatıma sahip psikolojik tahlillerin ağır bastığı bir roman. Kitap iki ana bölümden oluşuyor: İlk bölüm Odile, Philipe’in dünyasından aktarılıyor. Bu bölümde Philipe’in Odile’e olan aşkını okuyoruz. İkinci bölüm Isabelle, Philipe’in ikinci eşi Isabelle’in dünyasından aktarılmış. Philipe Odile’de gençliği ve güzelliği; Isabelle’de ise vicdan ve sadakati bulur. Sevmek ve sevilmek üzerine  iyi bir edebiyat, ıskalanmamalı👍🏻

***

“İnsan gerçekten seviyorsa, sevdiği varlıkların yaptıklarına fazla önem vermemeli. Onlara gereksinimimiz vardır; yalnız onlar bizi vazgeçemeyeceğimiz bir ‘havada’ yaşatabilirler(dostunuz Helene ‘bir iklim’ der, çok doğrudur) Öyleyse, onları tutabildikten, alıkoyabildikten sonra gerisinin ne önemi var? Bu yaşam öylesine güç ki…”(s.200)
.
“Her şeyden önce içinde bulunduğu anda yaşadığını söylemiştim. Gereksinim duydu mu geçmişi ve geleceği yaratıyor, sonra da yarattığını unutuyordu.”(s.45)
.
“İnsan kişiliğini biçimlendirebilir, onu yeniden kurabilir.”(s.51)

16 Kasım 2021 Salı

Lacci, 2020



İtalyan film yönetmeni Daniele Luchetti'nin izlediğim ilk filmi.
Napoli'de yaşayan, Aldo ve Vanda.
Çocukları, Sandro ve Anna.
Problemli bir evlilik.
Aldatılan bir kadın, aşkın ayak seslerini takip eden bir adam ve iki çocuk.
Domenico Starnone'un romanından uyarlanan Bağlar/Bağcıklar filmi; sorunlu bir evliliği, annenin, babanın ve çocukların penceresinden yansıtıyor. 
Bir zaman sonra birbirlerine eziyet etme bağımlılığına dönüşen bir ilişkinin farklı bir noktada konumlanışı...

Bu yönetmenin diğer filmlerini de merak ettim:)


11 Kasım 2021 Perşembe

Öykü Gazetesi, Kasım 2021

 
   Gerçekleri yazmayan Öykü Gazetesi'nin kasım sayısında bir öyküm yer aldı...


Hatırla...

Sevgiyle ve ışıkla kalın 💙



7 Kasım 2021 Pazar

Baştan Sona Yalnızlık- Özcan Karabulut

 


Yazmak, bir hatırlamadır, diyor bir yerde. Zamanın geçişimsel bütünlüğünden yani geçmişten, şimdiden ve kırık hayallere abanan gelecekten ödünç aldığımız yaşam oyunlarına bir serzeniş. Üçüncü tekil ağızdan anlatılan, başka kahramanlara giydirilen öyküler. Çatallanmış farklı yolların bir ana caddede birbirine bağlanması gibi, hem ayrı olabilen hem bütünleşen hayatlar. Soğuk otel odalarındaki yalnızlıklar, çabuk tüketilen kısa süreli ilişkiler, dönüşmeye müsait arayışlar ve bu tematik düzlemde beliren siyasi olaylar, çatışmalar. Gelinen ve buluşulan o noktada yüzler birbirine karışıyor. Hüzünlü ruhlar, yalnızlıklar, kaybolanlar ve yağmalanan düşler... 

***

"Kitapçılar bir tür kurtarılmış bölgelerdir benim için. Katlanılmaz bir ilkelliğin sürdüğü kaldırımlardan  kaçıp sığındığım, soluk alabildiğim tek mekan..."

"Birazdan uç uca sıralanan bu tümceler de bitecek, ben de bu şekilde yenileniyorum, bu da benim hayata tutunma tarzım. Sonrası; sonra yeniden barlar, sanatçılar arasında kahkahalar, hüzünler, sokaklar, pubların dumanlı havasında heyecanlı konuşmalar, dedikodular, bodrum katlarında tek kişilik sevişmeler, kalabalık bir kentin kaldırımlarında yine o uzun yürüyüşler ve kendine dönüşler. Baştan sona yalnızlık."

6 Kasım 2021 Cumartesi

Maviye İz Süren'e Dair XVII


 Sevgili Kitaplara_meftun_muallime teşekkür ederim...

"Taşıdığın kalp, evrenin dönüşüme uğramış bir taşı gibidir; milyarlarca yıl öncesinin dönüşümünü temsil ediyor. Kıymetlidir. Bu kadar büyük bir anlamı olan, yaşamı simgeleyen kalbini insanların acılarıyla ördüğün o kafesten çıkarmadığın sürece özgür olamazsın ve kendin için yaşayamazsın."


Annişim arkadaşıyla kitabıma sunum hazırlamış, teşekkür ederim gül kokulum...


Sevgili öğrencilerimden Muhammed Emin kitabımın kapağını çizmiş... Çocuklarla her cuma günü yaratıcı yazarlık dersi yapıyorum, onların yazıya olan meraklarını heyecanlarını görmek beni mutlu ediyor. Çok güzel yazmaya başladılar... Youtube'da okuduğum öyküme tatlı yorumlar yazan canım çocuklarım sizi çok seviyorum, teşekkür ederim💙




.


4 Kasım 2021 Perşembe

bir konser güncesi

 

30.10.2021 Cumartesi

O sabah hafta sonu tatiliydi, okul telaşımız yoktu. Annem: "Oğuzhan hikayesinde günaydın Ankara yazmış" dedi. Ankara'daymış, sonra internetten bakınca konser için buraya geldiğini anladık. Belediyenin açık hava konseriydi, çok kalabalık olacağı gün gibi açıktı. Ama annem: "Sakin bir köşede uzaktan da olsa canlı canlı dinleriz," dedi. Geçenlerde Evgeny Grinko'nun konserine bilet bulamayışı içine oturmuştu, Ankara'da giderek azalmaya başlayan güneşli gün sayısını hesaba katarsak, pandemi dönemindeki bu açık hava konseri onun için kaçırılmaz bir fırsattı. Babam da buranın yoğun trafik çilesinde iyi bir çilekeş olarak yetişmişti, o hengameye kendini atmayı kabul etti. Ablam, annem ve benim kadar Oğuzhan'a düşkün değildi ama o da konser sözünü duyunca çok sevindi.  Heyecanla hazırlanmaya koyulduk. O gün için yaptığımız dışarı planını değiştirdik. Oğuzhan'ın Kendime Sardım şarkısını çok seviyordum, klipte bebek havuzuna girdiği bölümü, onun hareketlerini komik buluyordum. 


Yollara düştük, Akm'ye yaklaşınca olağan trafiğe takıldık. Durmadan arabanın saatine bakıyordum, geç kalmak istemiyordum. Kapalı otoparkın uzun, labirent yollarında arabamıza uygun bir yer bulmak için epey döndük. En sonunda bahçeye açılan merdivenin yakınında bir yer bulduk. Bahçeden "Gel birazcık sola doğru, seviyorsan bana doğru." şarkısını gümbür gümbür söyleyen o muydu?  Babamın kucağında onu gördüm, gözlerim koca koca açılmış, şaşkınlıkla bakıyordum o tarafa. İlk kez bir konserde hem de sevdiğim bir sanatçıyı görüyordum. Annem ve ablam ortamın havasına çoktan girmişti, ablam telefondan kayıt alıyor, annem şarkısına dans ederek eşlik ediyordu. Kendime Sardım'ı söylemeye başlayınca annemin kucağında zıplayıp durdum. Üzerimdeki şaşkınlık geçmemişti. O şarkısındaki gibi çimlerde uzansak dedikçe, annemle babamın çimlere attıkları montlarının üzerinde uzanmaya başladım. Konserin geri kalan kısmını çimlerde uzanarak dinledim. Açık hava mı, o kalabalık mı, o şaşkınlık mı beni çarpmıştı? Anlayamadım. Hüzünlü şarkılarını, Hepsi Geçiyor şarkısıyla çok güzel bağladı. Sonra bir türkü söyledi. Konserde biri bayıldı, biri tişörtünü imzalaması için sahneye attı. O da tüm kliplerindeki kahve içen adam imajını aratmadı, beyaz kupasından durmadan bir şeyler içerek söyledi şarkılarını. Ekibiyle çok uyumluydu. Konserin kapanış şarkısı çok tanıdıktı...



1 Kasım 2021 Pazartesi

Kil-Tablet Öykü, kasım

 



Bu ayın öykü teması: "Yazarlar ve intiharlar"
Virgina Woolf'un devingen ruhunu yazdım, "Ruh-u Sal" adlı öyküm yeni sayıda...


Kasım ayı güzellikler getirsin 💙