31 Mayıs 2015 Pazar

Uzak Tepeler - Kazuo Ishiguro


"Buraya çıkmış olmak çok güzel. Artık iyimser olmaya karar verdim. Mutlu bir geleceğim olacak. Bayan Fujivara bana her zaman ileriye bakmayı sürdürmenin ne kadar önemli olduğunu söyler. Elbette haklı. İnsanlar bunu yapmazlarsa, o zaman bütün her şey'-yeniden manzarayı gösterdim-' bütün her şey yıkıntı olarak kalır."

"Çocuklarıyla, sefil kocalarıyla uğraşmaktan başka bir şey yapmayan o kadar çok kadın var ki, hepsi de oldukça mutsuzlar. Ama cesaretlerini toplayıp da bunu değiştirecek bir şey de yapmıyorlar. Yaşamlarının sonuna kadar bu böyle sürüp gidiyor."

***
Japon asıllı İngiliz yazar Kazuo Ishiguro'nun okuduğum ilk romanı. Uzak Tepeler'de İngiltere'de tek başına yaşayan Etsuko'nun büyük kızı Keiko, yıllar öncesinde intihar etmiştir. Küçük kızı Niki, annesini çok uzun sürmeyecek bir zaman diliminde ziyarete gelir. Niki ile annesi arasında uzaklığın neden olduğu zayıf bir iletişim hakimdir. Niki'nin bir arkadaşı annesi için şiir yazacaktır ve ona ait küçük bir eşya ister. Bu ziyaret Etsuko'yu, İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminden sonra ilk kocasıyla yaşadığı günlere götürür. Ailesi, komşuları ve onlarla yaşadığı gizemli olaylara..

Kızının ziyaretiyle Etsuko, geçmişin siyah beyaz tonunda uzak tepelere savrulan gerçekleri yeniden sorgulamaya başlar. Geçmişe uzattığı zamanın değiştirdiği büyüteç şu anki dağarcığıyla gerçekleri farklı şekilde gösterecek midir?

Atom bombası ile karmaşıklaşan bir şehrin hüznünü, burada başkalaşan hayatları, toplumsal çalkantıların insan üzerindeki türlü yansımalarını, görev bilinci ile özgürlük düşü arasındaki çelişkili atmosferde belirmeye çalışan yürekleri bu yolculukta hissedebiliyorsunuz.

30 Mayıs 2015 Cumartesi

evde ketçap yaptımm :)


Merhaba sevgili dostlar :)
Umarım iyisinizdir. Bugün uzun süredir aklımda olan ev yapımı ketçap tarifini denemeye karar verdim. Tarifi kendi damak tadımıza göre değiştirdim. Kızım makarnayı, patates kızartmasını bol ketçaplı yediği için, ben de eskilerin organikannegillerinden olduğum için, biten ketçap şişesini atmadan ve kızıma çaktırmadan tarifimi evde hazırladım. Kızım ev yapımı ketçabı sevdi. Belki siz de evinizde kendi ketçabınızı kuzucuklarınıza yapmak istersiniz diye tarifi yazıyorum..:)

 Malzemeler: 
- 4-5 çorba kaşığı domates salçası
- 2  tatlı kaşığı şeker
- 1 çay kaşığı tuz
- 1,5 tatlı kaşığı üzüm sirkesi
- çok az kırmızı biber
- 2 diş sarımsak
- küçük bir soğan

Salçayı sulandırıp ketçap kıvamına getirip ocağa koyuyoruz. İçine, şeker, tuz, sirke ve biberi atıp bir miktar pişiriyoruz. Sonra sarımsak ve soğanı rendenin ince bölümüyle ağza gelmeyecek bir hale dönüşene kadar rendeliyoruz.(Rendelediğimizde yine pütür pütür oluyor ben sarımsak döveceğinde soğan ve sarımsağı yeniden, iyice ezdim.) Sonra bunu ocaktaki karışımın içine katıyorsunuz. Biraz daha pişiriyorsunuz. Soğuduktan sonra ketçap şişesine boşaltıyorsunuz.

Bol ışıklı bir hafta sonunuz olsun..:)


29 Mayıs 2015 Cuma

Ömr-i Muhayyel


''...
Yalnız ikimiz, bir de o: Ma'bûde-i şi'rim;
Yalnız ikimiz, bir de onun zıll-ı cenâhı;
Hâkîlere bahş eyleyerek hâk-i siyâhı
Dûşunda beyaz bir bulutun göklere âzim.

Her sahn-ı hakîkatten uzak, herkese mechûl;
Bir safvet-i masûmenin âgûş-ı terinde,

Bir leyle-i aşkın müteennî seherinde
Yalnız ikimiz sayd-ı hayâlât ile meşgul...''

''...
yalnız ikimiz, bir de o: şiirimin ilahesi
yalnız ikimiz, bir de onun kanadının gölgesi
bu kara toprağı, üstünde yaşayanlara armağan edip
beyaz bir bulutun omuzlarında göklere yükselsek

her hakikat sahnesinden uzak, herkese yabancı
masum bir saflığın taze ve narin kucağında
bir aşk gecesinin geç gelen seherinde
yalnız ikimiz hayâl avcılığına çıksak...''


Tevfik Fikret

27 Mayıs 2015 Çarşamba

yine izledimm :)


1- Woksne Mennesger - Tutunamayanlar, 2005
Yönetmen: Dagur Kari
Oyuncular: Jakop Cedergren, Nicolas Bro, Nicolaj Kopernikus..
Ülke: Danimarka, İzlanda


2- Gişe Memuru, 2011
Yönetmen: Tolga Karaçaelik
Oyuncular: Zafer Diper, Serkan Ercan, Nur Fettahoğlu..
Ülke: Türkiye


3- The Silence Of The Lambs - Kuzuların Sessizliği, 1991
Yönetmen: Jonathan Demme
Oyuncular: Jodie Foster, Anthony Hopkins, Scott Glenn..
Ülke:ABD


4- Night Train to Lisbon -Lizbon'a Gece Treni, 2013
Yönetmen: Bille August
Oyuncular: Jeremy Irons, Bruno Ganz, Lena Olin..
Ülke: ABD, İsviçre, Almanya


5- Die Bleirne Zeit, Marianne and Juliane - Kurşun Yıllar, 1981
Yönetmen: Margarethe von Trotta
Oyuncular: Barbara Paepcke, Barbara Skowa, Carola Hembus..
Ülke: Almanya



26 Mayıs 2015 Salı

Deli Çocuğun Güncesi - Özgür Bacaksız


"Okuduğum kitaplarda kendime benzer bir şeyler aradım, bazı şarkılarda beni anlayacak hisler aradım, kendimi notaya dökecek zamanlamaları bekledim. Bazı filmlerin içinde kendi karakterimi aradım, aradığım tek şey kendi yansımamı görmekti. Ama tüm bunlardan habersiz, varoluşumu dikizlerken çok şey yapmışım. Kendi kitabımı yazmışım, kendişarkımı söylemişim, kendi filmimi çekmişim. Başrol oynamışım. 
Söylemediler, görmedim, bilmedim. Aramaya devam ettim. Yansımalar dünyasında hep bir ışık aradım. Rolünü ezberlemeden sahneye çıkan tiyatrocu gibiyim artık. Ne anlamı var artık provanın?"

"İyi ve güzel olmayabilirsiniz, zengin olmayabilirsiniz, sıra dışı olmayabilirsiniz. Garsona iyi bir bahşiş bırakmayabilirsiniz. Ama arayı kapatacak, her şeyi anlayacak bir zekaya sahipseniz, güzelliğin daha üstünde bir yüreğe sahipseniz fark edileceksiniz. Kuyrukluyıldız gibi..."

"Kırıp dökmeyi sevsin çocuklar. İçlerinden geleni yapsınlar, tatlı yaramazlıkları da yapsınlar. Yaramaz olmayan çocuk olmaz. İlla ki birazcık yaramaz ve meraklı olmalı, çamaşır makinesinin içine girecek kadar değil tabii.

Ve ben derim ki, "Eğer çocuğunuz varsa, bırakın kırsın döksün, bırakın yapsın, bırakın içini döksün, bırakın sizden farklı olsun, bırakın araştırsın, merak etsin. İleride yalnızlıkla, korkuyla, atılımdan yoksun büyüyen bir çocuk mu yetiştirmek istiyorsunuz, merakla ve araştırmayla büyüyen bir çocuk mu? Onları kendi haline bırakın. Onları kendi haline bırakın."


"Bir gün vazgeçti tüm yarışlardan."

Hayatın farklı dokularında işlenen, beliren başkaca motiflerin suyun sesine eş olan denemeleri bu kitap. Matematiği anlayamayan Nietzsche ile dost olan onun kafasıyla düşünen, içimizdeki sessiz Kafka'yı uyandıran, soğuk öğrenci evlerinin yalnızlıklarından yolculuklarda cam kenarında oturup hayatı dinleyen, mutlak yalnızlığın sergüzeştinde mesut olan deli bir çocuğun defteri..

Dışarıda masumiyetini çalmak için didinen bir dünya var. Duygularını mekanikleştiren, aşkı aklın kapılarından geçirerek içeriye almanı salık veren bir dünya.. Yeryüzünün doğallığını bozmak için uğraşan insan, duyguların da doğallığını bozdu artık. Aşk menfaatle eş tutuluyor ya da başka amaçlara uzanmak için kullanılan bir yol olarak. Bu ürpertici bu kan dondurucu gerçekliklerin ışığında uyanmak ve hep yeniden başlamak.. Dışarısı oyun dolu, dışarısı tehlike dolu.. Tüketilmişliğin çürük kokusu var her yerde.. İşte yürüyorum, bildiklerimin etrafında döneniyorum. Her yenilmişliğin altında kaybolmaya terk edilen kalpleri sarmaya and içiyorum. Tsubasa ile büyüyen çocukluğun el değmemiş aklığını arıyorum. Bunca yozluğun, bunca bencilliğin içinde. Çünkü kötü ruhların, iyi ruhların üstünde bir güçleri olmadıklarını çok iyi biliyorum.. Ayrılıklarla, kaybettiklerimizle yaşamayı öğreneceğiz, yıkılan hayallerimizin ezikliğinde kaybolmayacağız yeni hayallerin renklerini dökeceğiz ufkumuza..

Hayatın farklı bir ritminde şarkısını mırıldanan bir deli çocuğun güncesinde geçtiğiniz yolları sorgulayacaksınız yeniden..

25 Mayıs 2015 Pazartesi

Tanrı



Çok eski günlerde, sözün ilk titreşimleri dudaklarıma henüz geldiği zamanlarda, kutsal dağa çıktım ve Tanrı'ya diz çöktüm, "Efendim, ben senin kölenim. Senin sırrın benim yasam olacak ve sonsuza kadar ona itaat edeceğim,"
Fakat Tanrı cevap vermedi ve şiddetli bir fırtına gibi uzaklaştı.

Ve ben bin yıl sonra kutsal dağa çıktım ve Tanrı huzurunda tekrar diz çöküp dedim ki "Yaratan, ben senin yarattığınım. Sen beni balçıktan şekillendirdin ve ben tüm varlığımı sana borçluyum."
Ve Tanrı cevap vermedi, onun yerine bin kanadı varmış gibi hızla uzaklaştı.

Ve bin yıl sonra kutsal dağa tırmandım ve Tanrı huzurunda tekrar diz çöktüm ve dedim ki, "Baba, ben senin oğlunum. Bana merhamet ve sevgiyle hayat verdin ve ben de sevgiyle ve ibadetle senin krallığını sürdüreceğim."
Ve Tanrı cevap vermedi ve uzak tepeleri gizleyen bir sis gibi uzaklaştı.

Ve bin yıl sonra yüce dağa tırmandım ve Tanrı huzurunda tekrar diz çöküp dedim ki, "Tanrım, amacım, tamamlayıcım; ben senin dününüm ve sen benim yarınımsın. Ben senin topraktaki kokunum ve sen benim göklerdeki çiçeğimsin ve biz güneşin önünde birlikte gelişiriz."

O zaman Tanrı bana doğru eğildi ve kulaklarıma tatlı sözler fısıldadı ve denizin kendisine doğru koşan bir dereyi kucaklaması gibi beni kucakladı.

Ve vadilere ve ovalara indiğimde Tanrı da oradaydı.


Halil Cibran 

23 Mayıs 2015 Cumartesi

Dublinliler - James Joyce


"Hayatta yürüdüğümüz yol böyle birçok acılı anıyla döşelidir. Eğer hep bu düşüncelere dalıp gidecek olsaydık, yaşayanlar arasında işimizi cesaretle yapacak yürekliliği bulamazdık. Hepimizin yaşayan ödevleri ve yaşayan sevgileri var. Ve bunlar haklı olarak, bizim zorlu çabalarımızı talep ediyor."

"İçinden şiirle anlatmak istediği öyle çok ruh hali ve izlenim vardı ki. İçinde duyuyordu bunları. Bir şair ruhu olup olmadığını anlamak için ruhunu tartmak geldi içinden. Mizacının vurgulu noktası melankoli idi, kendi yorumunca, ama gelip giden bir iman ve kendini bırakma ve sade bir sevinçle dengelenen bir melankoli. Bir şiir kitabında bunu dile getirebilse belki de insanlar ona kulak verirdi."

"Bazı anlar kendim de anlayamadığım garip dualar ve övgüler arasında adı dudaklarıma kadar gelirdi. Gözlerim çok zaman yaşla doluyor (neden bilmiyordum) ve zaman zaman yüreğimden bir sel göğsüme taşıyordu. Gelecek üstüne pek düşünmüyordum. Onunla konuşup konuşmayacağımı, konuşursam da, bu karmakarışık hayranlığımı ona nasıl anlatacağımı bilmiyordum. Ama bedenim bir arp ve onun sözleri ve jestleri teller arasında gezinen parmaklar gibiydi."


Dublinliler, James Joyce'un bütün hikayelerinin toplandığı bir kitap. Hikayelerin sıralanışı doğum, çocukluk, yaşam, yetişkinlik, yaşlılık, ölüm gibi bir sıra ile verilmiş gibidir. Kız kardeşler, Bir Karşılaşma, Araby adlı ilk öyküler çocukluk üzerine yazılmış. Bunlardan sonra, gençlik ve orta yaşlılık üstüne dörder hikaye geliyor. Son dört hikaye ise, toplum hayatıyla ilgili ve bunlardan en sonuncusunun adı da, Ölüler.

Hayat içinde ölüm, yaşarken ölmüş olmak gibi gerçekler hikayelerde işlenen ortak temalar. Özellikle çocukluk üzerine yazılan hikayelerde sığ ve bencil bir şekilde karakterleri çizilen büyükler o muhitte yaşamışların temsili gibidirler. Joyce, Dublin sokaklarını, çarşılarını sözcükleriyle resmederken oradaki yaşamların hepsinden küçük kesitler sunuyor. Bunu o kadar çarpıcı ve gerçekçi betimlemelerle yapıyor ki, o sokağın bir parçası oluyorsunuz okurken. O sokakları örneğin Grafton Caddesi'ni karış karış gezmeliyim diyorsunuz. Kahramanların çoğu orta sınıftan, dini, milli geleneklerle ve mekanikleşmiş duygusallıklarla bütünleşmiş durumda. Joyce onların bu durumunu teşhis ederken, gerçeklerini dillendirirken taşralığa baş kaldırıyor gibidir.

22 Mayıs 2015 Cuma

Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var


Geçen akşam küçük yeğenimin sınıfça düzenledikleri bir şiir dinletisi vardı. Sevgili ablam ve yeğenim, Ataol Behramoğlu'nun Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var şiirini okudular. Yanlarında değildim, bana videosunu çekip gönderdiler. Çok beğendim burada da paylaşmak istedim bu güzel şiiri. Yarın da ablamın doğum günü. Doğum günün kutlu olsun canım ablacığımm..:))

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana


Ataol Behramoğlu

21 Mayıs 2015 Perşembe

Jorge Luis Borges


BİR KÖR

Bana bakan hangi yüzdür bilemem, 
aynadaki yüze baktığım zaman; 

hangi eski yüz, yansısını arayan, 
öyle sessiz, yorgun düşmüş öfkeden. 
Görünmez çizgilerimi, gölgede, 
elimle keşfederim. Bir parıltı 
düşer üstüme. Gördüm saçlarını, 
kül grisi, hem de altın renginde. 
Tekrarlarım, yok benim hiçbir kaybım 
nesnelerin dış derisinden başka. 

Bu bilgeye soylu sözler Milton’ın, 

ama harfler güller gelir aklıma. 
Düşünürüm, görebilsem yüzümü, 
ben kimim bilirdim bu akşamüstü.


Çev: Selâhattin Özpalayıklar
ALTIN VE GÖLGE



Paslı kılıç
düşlüyor savaşlarını
benim düşüm bir başka

(17 Haiku)

20 Mayıs 2015 Çarşamba

Metal Yorgunluğu - Tomris Uyar


Edebiyatta öyküler genel olarak ikiye ayrılır: Olay hikayesi diye bilinen Maupassant tarzı hikaye ve durum hikayesi, nam-ı diğer Çehov tarzı hikaye. Ülkemizde olay hikayesinin temsilcileri denilince akla Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay gibi isimler gelir. Durum hikayesi denilince ise, ilk olarak akla Sait Faik Abasıyanık gelir. Durum hikayesi tarzında, öykü yazar tarafından başlar ve okurun kendi dünyasında şekillenerek devam eder. Bu öykü tarzında yazan önemli isimlerden biri de kuşkusuz Tomris Uyar'dır.

Öyküyü "dünyayı anlatma ve görme biçimine en uygun dal" olarak tanımlar Uyar. Duyarlılığı, ince detayları yakalamadaki ustalığı ile kendine özgü, ağır bir öykü kumaşı taşır. Bazı öyküleri günlüklerinden dönüşüme uğramış gibidir. Bunun yanında geniş gramer birikimi ve imgelerin çeşitliliği öykülerindeki lirik havayı direkt ortaya çıkarır. Ona göre iyi bir öyküde yoğunluk ve aydınlanma anı bulunmalıdır. Öyküyü romandan ayıran yanı yoğunluğudur. Aydınlanma ise, okurun bir gerçeği ayrımsaması bir gerçekle yüzleşmesidir.

Metal Yorgunluğu adı verilen kitabı, yazarın bir çok kitabından derlenmiş öykülerden oluşuyor. İpek ve Bakır; Ödeşmeler ve Şahmeran Hikayesi; Dizboyu Papatyalar; Yürekte Bukağı; Yaz Düşleri/Düş Kışları; Gece Gezen Kızlar; Yaza Yolculuk; Sekizinci Günah; Otuzların Kadını; Aramızdaki Şey adlı kitaplarından birer öykü seçilmiş. Burada anlattığı her şeyi dışarıdaki, sokaktaki büyük manzaradan seçmiştir hep. Yaşlılar, duyarlı çocuklar, toplumsal kıskaç altında kendini ifade etmeye çalışan kadınlar, erkekler, her yüzleşmede yenik düşen burjuvalar, metropol kentlerde kendine yer bulmaya çalışan taşralılar, unutulmuşlar onun öyküsünden geçen kahramanlardır..



17 Mayıs 2015 Pazar

Kadın Olmayı Hatırlamak - Bülent Gardiyanoğlu


"Enerjiyi aktivite etmek için: 
Beni sınırlayan düşünceleri bırakıyorum. Beni yoran düşünceleri bırakıyorum. Beni engelleyen düşünceleri bırakıyorum. Şu andan itibaren başlamak ya da durmak yok, sadece yapmak var.. Yapmayı seçiyorum. Yapabilecek her türlü imkana sahibim. Zihnim ya da etrafımda herhangi biri 'yapamazsın' dediğinde önce hislerimi dinliyorum."

Güzel bir niyet:
Ben kendimi affediyorum. Allah'ım kalbimdeki tüm acıları sana teslim ediyorum ve kalbimin tekrardan sevgiye açılmasına niyet ediyorum."
****

Kitaba göre, çocuklukta istenmeyen bir bebek olarak dünyaya gelen, annesinin ezildiğini gözlemleyen, baba sevgisi görmeyen kadınlar erkek enerjisi üretmeye başlıyor. Ebeveynler, çevre "Benim kızım erkeklere taş çıkartır" gibi söylemleriyle bu enerjinin artmasında büyük rol oynuyor.  Zorlu hayatın sorumlulukları dişi enerjisinin körelmesine sebebiyet veriyor. Oysa kadın önce kendinin, kendi yeterliliğinin farkında olmalıdır. Dişi enerjiyi kapsayan sevecen, bağışlayıcı, yumuşak yönünü ilişkiler içine yayabilmelidir. Evlilikte, ilişkilerde erkekle güç savaşına giren kadın, özündeki masumiyeti, sevgiyi yitiriyor, kalbini kapatıyor.İşte bu noktada yazar, kadınlardan evvela bu farkındalığı geliştirmelerini istiyor. Kendilerini affetmelerini, suçlu aramamalarını ve hep iyimser, tevazu dolu bir yaklaşımla hayatı kucaklamalarını istiyor.

Evrendeki var olan enerji akışına, ilişkilerdeki duruşumuzun yön verdiği gerçeğini unutmamak gerekiyor. Ne düşünürsek onun karşımıza çıkacağını söylüyor. Kalp kırgınlıklarını şifalandırma yöntemlerini, niyet alıştırmalarını, telepatik iletişim tekniğini örneklerle açıklıyor. 

Kalbimizi geçmişimizden, atalarımızdan gelen olumsuz enerjilerden sevgiyle uzaklaştırabilirsek, her şeyi bağışlayıp kendimizi iyi niyetle ilahi akışa bırakırsak ve yeterli bir kadın olmanın bilinciyle her şeye dokunabilirsek, bereketli bir ömrün çiçek kadını olabiliriz...

16 Mayıs 2015 Cumartesi

ablamın kedileri


alacakaranlıkta bir kedi
günbatımında
bırakıp gidiyor açlığını
yalanına geri dönüyor
ve büyüyor kocaman.

- Eugene Guillevic

15 Mayıs 2015 Cuma

Önünde Boş Bir Uzam - Demir Özlü


"Uzun yıllar yaşayarak gördün ki, derin acıma duyguları olan insanlar öteki insanların üzerine çıkarak onları ezmiyorlar, tersine, ellerinden geldiğince bu çarkı terse çevirmeye çalışıyorlardı."

"Çünkü nedendir bilinmez bu tenhalık, ısssızlık senin yazın alanın. İçini kapsayan -bu nedenini tam bilmediğin- eğilime hemen düşünsel bir kılıf bulmaya çalışmıyorsun. O istek içinde, buruk bir mutluluk duygusu veren, ama tek başına, yalnız, oldukça insansız bir yükseliş olarak kendini duyuruyor. Çocukça duygulara kapılıyorsun, mutluluğu orada bulacağını sanıyorsun. Eskiden yazdığın öykülerin dokusunu anımsıyorsun."

"Onca yolculuklar yaptığın halde, geldiğin kentlerde, hep eskiden dolaştığın yerlerde dolaşmak seni mutlu ediyor."
****
Ne demektir uzam? Araştırınca bir çok anlamı olduğunu görürüz. Algılanan nesnelerin temel niteliği, mekanda yer kaplama, yaşayan hacim..
Bir örümcek belirli bir noktadan hedefine doğru indiğinde, önünde hep, ne denli çırpınsa da ayağın basamayacağı boş bir uzam görür. Hayatta da ne kadar iyi yaşamaya çalışırsak çalışalım önümüzde hep boş bir uzam, bizi hep ileriye götürmeyi salık veren bir düzlemi algılarız.. Yaşadıkça o düzlemi dolduracağımızı düşünürüz, ruhsal tahribatlardan devşirdiğimiz iyi yönlerimizle onu kuşatacağımızı..

Demir Özlü, Önünde Boş Bir Uzam'da; Berlin'in barok yapılarından, caddelerinden, sokaklarından içsel bir konuşmayı beraberinde sürükleyerek el veriyor bize. Sen dilini kullanıyor. İkinci tekil şahıs zamiriyle kullandığı bu duru anlatımla; Berlin yolculuğunda düşünceye, yazına, tarihe, yalnızlığa açılan bir zamana eşlik etmemizi istiyor. Sanki bir kamera yahut bir mercek yazarın yaşadıklarını tarafsızca, hiç bir oynama yapmadan aktarıyor. "Tuhaf bir alışkanlık edindin: "Rahatım" diyorsun kendi kendine. "İşte burada da rahatım"  Buna benzer duyumlar, istasyonlara yansıyan bir yazarın bu gölgesi, görülen başka biri tarafından dilleniyor adeta.


12 Mayıs 2015 Salı

Mülksüzler - Ursula K. Le Guin


"Harika değil. Çirkin bir dünya. Bu dünyaya benzemiyor. Anarres sadece tozdan ve kuru tepelerden oluşuyor. Her şey az, her şey kupkuru. İnsanlar da güzel değil. Hepsinin koca elleri ve ayakları var, benimkiler ve buradaki garsonunkiler gibi. Ama koca göbekleri yok. Çok kirlenirler, birlikte yıkanırlar, burada kimse bunu yapmaz. Kentler çok küçük ve sönüktür, sıkıcıdır. Hiç saray yoktur. Yaşam sıkıcıdır, çok çalışılır. Her zaman istediğinizi alamazsınız, hatta bazen gereksindiğimizi bile, çünkü yeterince yoktur. Siz Urraslıların her şeyi yeterince var. Yeterince hava, yeterince yağmur, çimen, okyanuslar, yiyecek, müzik, yapılar, fabrikalar, makineler, kitaplar, giysiler, tarih. Siz zenginsiniz, siz sahipsiniz. Biz yoksuluz, biz yoksunuz. Sizde var, bizde yok. Burada her şey çok güzel. Güzel olmayan yalnızca yüzler. Anarres’te hiçbir şey güzel değildir, yalnız yüzler güzeldir. Diğer yüzler, erkek ve kadın yüzleri. Bizim onlardan başka bir şeyimiz yok. Burada siz mücevherleri görüyorsunuz, orada gözleri görürsünüz. Çünkü bizim erkeklerimiz ve kadınlarımız özgürdür, hiçbir şeye sahip olamadıkları için özgürdürler. Siz sahipler ise sahiplisiniz. Hepiniz hapistesiniz. Herkes yalnız, tek başına, sahip olduğu yığınla birlikte. Hapiste yaşıyor, hapiste ölüyorsunuz. Gözlerinizde görebildiğim yalnızca bu duvar, duvar!"
****
Mülksüzler, kendilerine Odocu diyen küçük bir dünya dolusu insanın anlatıldığı bir bilim-kurgu romanı. 1975 yılında bu türde verilen Hugo ve Nebula ödüllerini almış. İsimlerini toplumlarının kurucusu olan Odo'dan alıyorlar; Odo romandaki olaylardan kuşaklarca önce yaşamış bir isim. Onun önderliğinde benimsenen yaşam tarzı, anarşist bir toplumun önemli özelliklerini taşıyor.

Kitap boyunca Anarres ve Urras arasında gidip gelen bir yolculuğa dahil oluyoruz. Anarres sakinleri ne bir şeye sahipler, ne de bir sahipleri var; emir almıyorlar ve her iki manada da hürler. Urras ise, Anarres dünyasından çok farklı özelliklere sahip. Sınıflaşmanın, sömürünün baskın olduğu kapitalistlerin ve devletçilerin dünyası. Eski dünyadan bu güç koşullar altında inşa edilmeye çalışılan yeni dünyaya uzanan öykü, aslında içsel dünyamızdaki bir gidiş gelişi somutlayan uzun bir yolculuk. İçinde yeni dünya umudunu taşımanın ötesinde o dünyayı, var olan dünyanın bilimsel eleştirisi üzerinde kurabileceğimizi yineleyen bir yolculuk..

Eksiklikleriyle betimlenen ama mülkiyetin insanı boyunduruğu altına  alan esaretliğinden uzakta kalan bu yeni dünya sadece bir ütopya mı?
İnsanları, ülkeleri, kültürleri birbirinden ayıran aşılması olanaksız gözüken duvarlar yıkılabilir mi? Özgür bir iradenin yaşamı başkalaştıran çeşitliliğiyle hayatı daha faydalı hale dönüştürmek mümkün müdür?
Mülksüzler ile bu soruların cevaplarını birlikte düşünmeye çağırıyor Le Guin.


11 Mayıs 2015 Pazartesi

izlemelik

1) La Jalousie - Kıskançlık, 2013
Yönetmen: Philippe Garrel
Oyuncular: Anna MouglalisLouis GarrelJulien LucasRebecca ConvenantOlga Milshtein
Ülke: Fransa


2) Relatos Salvajes - Asabiyim Ben, 2014
Yönetmen: Damian Szifron
Oyuncular: Ricardo Darin, Oscar Martinez, Leonardo Sbaraglia
Ülke: Arjantin, İspanya



3) Lucy, 2014
Yönetmen: Luc Besson
Oyuncular: Morgan Freeman, Scarlett Johansson, Mason Lee
Ülke: ABD, Fransa 

4) Skytten - Tetikçi, 2013
Yönetmen: Annette K. Olesen
Oyuncular: Nikolaj Lie Kaas, Trine Dyrholm, Ida Dwinger, Kim Bodnia, Carsten Bjornlund
Ülke: Danimarka



5) Kış Uykusu, 2014
Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan
Oyuncular: Haluk Bilginer, Melisa Sözen, Demet Akbağ, Nejat İşler
Ülke: Türkiye, Almanya, Fransa


4 Mayıs 2015 Pazartesi

Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık - Murat Gülsoy


"Yazmaya başlamanın en güzel yolu bir defter tutmaktır. Bir defter ve kalem… Ve tabii yalnızlık. Bir üçüncüsü, yazdıklarınızı kimsenin okumayacağına iyice inanmanız. Ancak insanın içinde hep bir kuşku olacaktır. Deftere güzel ve değerli şeyler yazamama korkusu kimi zaman insanın yaratıcılığını kilitler. Bunu da iki defter alarak başarabilirsiniz! Asıl yayımlatacaklarınızı, insanlara okutacağınız metinleri ikinci deftere ve aklınıza gelen diğer her şeyi dilediğiniz gibi birinci deftere yazacağınıza kendinizi inandırmanız yeterli olacaktır…
[Ben] hızla, aniden defterime hamle [ederim]. Böyle zamanlarda kalem aramakla dikkatim dağılmasın diye bir süredir telli defterler ve bu defterlerin tellerine sıkıştırabileceğim kalemler kullanıyorum… Törensel bir yanı yok. Bir refleks gibi. Akıp giden bilinçakışımın fotoğrafını çekiyorum sanki."


Yaratıcı Yazarlık Atölyelerinde, kurmaca yazmak isteyenlerle, edebiyat arasında bir köprü kurmaya çalışan Murat Gülsoy, bu kitapta da okurlarla, edebiyat arasında şeffaf bir geçiş unsuru olmaya çalışıyor. Çağdaş Türk Edebiyatı yazarlarının, Dünya Edebiyatı yazarlarının yazma konusu üzerine düşüncelerini öykü, karakter, tip, yer, zaman örnekleriyle bütünlüyor. Stephen King, Yazma Sanatı; Umberto Eco, Anlatı Ormanlarında Altı Gezi; Ahmet Hamdi Tanpınar, Roman ve Romancıya Dair Notlar; Murathan Mungan, Yazıhane; Semih Gümüş, Yazının Sarkacı Roman gibi bir çok yazarın bu konuya dair düşüncelerini kaynak olarak gösteriyor.

Popüler edebiyatın hakim olduğu günümüzde, hakiki edebiyat yapmak isteyenlerin tüketim toplumunda yer bulma çabalarına hiç bir zaman son vermemeleri gereği üzerinde duruyor. Kurmacanın unsurlarını aktarırken yazar adayının, bilinen yöntemlerin bir haritasını çıkarmak kadar; yazarken biçimsel olarak nelerle çarpışmak zorunda kalacağına işaret ediyor. Jale Parla'nın ifadesiyle, 'Her büyük roman kendinden önceki roman geleneğine bir baş kaldırıdır.' İşte bu ifade, baş kaldırabilecek romanın geleneği bildiği ve onunla hesaplaştığı bilgisini de barındırıyor. Dolayısıyla yazar adayı, o geleneğin unsurlarının farkında olmalı ve kendi yapıtının izini sürerken karşısına çıkan sınırlarını bilmeli. Buna benzer yazıya, kurmacaya dair bilgilerin, değişik yaklaşımların sentezlendiği bir kitap Büyübozumu, yaratıcı yazarlık. Kurmaca anlatılar ortaya koymak isteyenlerle edebiyata, sanata doğru geniş kapsamlı bir düşünmeye çağrı..

Yazı yoluyla, gerçekliği yeniden kurmanın araçlarını, yöntemlerini, yazma sanatının inceliklerini merak edenlere..

"Bir insan her zaman hikaye anlatıcısıdır; 
kendi hikayeleriyle ve başkalarının 
hikayeleriyle çevrili yaşar; başına gelen her şeyi
onlar aracılığıyla görür ve hayatını
anlatıyormuş gibi yaşar.."
- Jean Paul Sartre, Bulantı


2 Mayıs 2015 Cumartesi

Göğe Bakma Durağı- Turgut Uyar


"İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım

Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım

Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım"

                                     s.27