İrlandalı çağdaş oyun yazarı Martin Mcdonagh'in yönettiği filmde, 1920'lerde İrlanda'nın batı sahilinde bir adada yaşayan Padriac, uzun zamandır arkadaşı olan Colm'un onunla hiçbir şey yapmak istemediğini, ondan hoşlanmadığını günden güne öğrenir. Padriac arkadaşlıklarının sonlanmasını istemediği için pes etmez ve bu ilişkinin çöküş nedenlerini bulmaya çalışır. Ancak ne kadar baskı yaparsa yapsın sonuç o kadar kötü olur...
Ana karadan, durmadan iç savaşın sesleri gelmektedir. Savaşın korkusuyla, ölüm anksiyetesinin esir aldığı ada insanlarının tuhaf hikayesinin vardığı nokta, bana yok artık dedirtti. Birine duyduğun soğukluğu, isteksizliği, hülasa nefreti, kendine zarar vererek göstermek de bir hastalık değil mi? Olay örgüsünün bu denli drama bağlanması cidden rahatsız etti beni.
Dostluk denilen kavramı bazen çok abartıyoruz, biriyle görüşmeye başlamak, onunla hayatı paylaşmak aslında her ihtimale de açık olmayı gerektirir. "Artık seninle görüşmek istemiyorum" özgürlüğü iki taraf için de geçerlidir. Karşımızdakini ne kadar seversek sevelim, bir insan sizinle ilgili bir şey duymaya tahammül edemiyorsa, kararına saygı duymak ve onu kabullenmek en doğrusu. Çünkü kabullenmek, erdemdir. Zorlamak ise, kendi açımızdan değersizliği tekrar tekrar hissetmekten ve karşı tarafı rahatsız etmekten başka bir işe yaramaz. Bir arkadaşlığın bitişini kabullenme süreci, insanların kültürü, bağlanma tarzı, tecrübelerle, yaşadığı şartların zorluğuyla da alakalı. Ne olursa olsun, gitmek isteyene izin vermeli. Geçinmeye gönlü olan, seven, geri dönme ihtimali olacak biri zaten sizi hayatından çıkarmaz.
Gitmek isteyen tutulmamalı gerçekten de
YanıtlaSilinsanlar özgürdür:)
SilFilmi en kısa süre izleyeceğim.
YanıtlaSilKaleminize sağlık.
teşekkür ediyorum:)
Silİzleme listeme eklendi, teşekkürler :)
YanıtlaSilrica ederim:)
Sil