Bazı aşklar ne kadar köklü olursa olsun, kaderin bitmek bilmeyen oyunları o aşkın içine nar-ı cüda düşürür. Nar-ı cüda, ayrılık ateşi. O ayrılıklar mı böylesi aşkları unutulmaz kılar? Bu doğrusu, derin bir muammadır.
*
"İnsanların doyumsuz olduklarını, ellerindekiyle yetinmediklerini gördüğümde anladım. İnsanlara neler yaşattıklarını, kendi çıkarları uğruna karşılarındaki insanları nasıl harcadıklarını... İşte o anda sen geliyorsun aklıma. Karşımda olsan sana anlatırdım olanları mesela. Yahut anlatmaz yanında susardım saatlerce ve sen, konuşmasam bile anlardın beni. Ya da anlamazdın bilmiyorum. Acaba senelerce ben mi anladığını düşünmüştüm? İçimde alazlanan yangınlarımın hiçbirinin senle alakalı olmamasını dilerdim. Benim nezdimde yaşanacak bir sevda değildin elbette bundan sonra. Bizim sevdamızın bir masumiyeti vardı. Ya da ben mi öyle sanmıştım? İçinde yalan barındıran şeyler gerçek olabilir mi? Şimdi çalakalem yazdığım cümleler, satırlar, paragraflar var. Yeter mi anlatmaya olanları? Hani, diyorum, çıksan bir köşeden, otursan usulca yamacıma. Öylece sussak sonsuza kadar. Yeter mi içine düştüğüm yangınları söndürmeme? Ya da en iyisi mi sen hiç karşıma çıkma, böylesi daha iyi..." (s.103)
**
Sevgiler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder