François Ozon, 85 Yazı adlı filminde, Normandiya açıklarında küçük teknesi alabora olan Alex’in, hayatını kurtaran David’le olan arkadaşlığını anlatıyor.
Büyüme buhranlarında salınıp duran bu iki gencin aralarındaki arkadaşlık bağı yerini karmaşık duygulara bırakır. Bu karmaşık duygular genelde bir tarafın tüm ayarlarını yerinden oynatır. Aşk, tanımsız bir hale getirebiliyor insanı. Ancak sevmek, karşılıklı olunca bir yön verebiliyor o iletişime, yoksa da bitiyor hikaye.
David motosikletine binip gezen, uçarı ve ilişkilerden çabuk sıkılan bir genç. Bazıları geçişleri seviyor, sürekliliği değil. İlk heyecanı canlı tutmaya çalışıyor ve sonra sıkılınca yeni arayışa geçiyor. David’de öyle biri, bağlanma karşıtı.
Filmin bir yerinde şöyle bir cümle geçiyor; belki de sevdiğimiz kişileri kendi hayal dünyamızda bizler icat ediyoruz. Hayal dünyamızdaki insan ile yakınlık kurduğumuz arkadaş profili örtüşmeyince üzülüyoruz. Halbuki her insanın farklı bir doğası var bunu unutmamak gerekiyor. Bunu unutmadığımızda, hayalimizdeki şablona takılı kalmadığımızda yanımızda arkadaşlarımız olur yoksa yapayalnız kalırız. Son kısımda da; önemli olan tek şey, hepimizin bir şekilde tarihimizden kaçması diye vurgulanan bir nokta var. İşte bunu söyleyerek bir büyüme hikayesi anlattığının altını çiziyor Ozon. Ben de hep şunu düşünürüm, insanın geçmişini şimdiki anları oluşturuyor o halde şimdiyi sevgiyle kucaklayabilirsek ve kendi doğrularımızdan caymadan şekillendirebilirsek geçmiş çok da rahatsızlık vermeyebilir bize. Kaçtığımız aslında iyileşmeyen travmalar... Eğer hayatımızda bunlar etkisini sürdürüyorsa o zaman daha çok geçmişten kaçıyoruz gibi geliyor bana.
Nostaljik tonlu filmde Alex'in mezarlıktaki son dansı ve The Cure grubunun In between Days şarkısı farklı hissettirdi beni. Ama şu bir gerçek François çok iyi bir hikaye anlatıcısı...:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder