28 Aralık 2020 Pazartesi

Başkaldırı ve Roman- Semih Gümüş


Adalet Ağaoğlu’nun “Hayır...” adlı düşünce romanı üzerine bir analiz kitabı...

Bunalım dönemlerinin acısını yaşayanlar tarih boyunca tükenmemiştir. Aydınlar bunalım dönemlerinin acılarını çoğunlukla umutsuz başkaldırılara dönüştürmüşlerdir...

Bireyin kendini nesnelleştirmesinin köktenci çıkışıdır, intihar. Uyumsuz insan, bireysel başkaldırının derkenarı, bireyliğin siyasası...

Başkaldıran insanın bütüncül bir kişiliği olduğunu söyler Albert Camus... Adalet Ağaoğlu’nun “Hayır” romanı için bir anahtar yerine geçebilir Camus’nün bu düşüncesi. Edebiyatımızda özbenimizi sorgulayan Tutunamayanlar’ın Turgut Özben’i, Yusuf Atılgan’ın Zebercet’i öz benliklerindeki üst insan arayışını bitiremezler. Hayır romanının kahramanı Aysel, hiçleşmenin kıyısına gelmiştir. Yaşadığı dünyayla uyumsuz bir ilişki içinde ya da sonu gelmeyecek bir kopukluk halindedir. Bir yaratıcı okuma serüveni olan Başkaldırı ve Roman intiharın çapraşık izinde yürüyor ve bu durumu farklı bakış açılarıyla sorguluyor. Bu romanın çizgisel değil örül anlatı motiflerine, alt anlatım düzlemlerine, dil yapısına etkili bir mercek uzatıyor...

26 Aralık 2020 Cumartesi

yılbaşı kurabiyesi


Yılbaşı Kurabiyesi 

Malzemeler:

-150 gram tereyağı

-1 yumurta

-4 yemek kaşığı pekmez

-3 yemek kaşığı şeker

-1 tatlı kaşığı zencefil

-2 tatlı kaşığı tarçın

- 1 paket vanilya

-3,5 su bardağı un

Süslemek için: 
Dr. Oetker süsleme glazürü

Bütün malzemeler karıştırılarak yumuşak bir hamur elde edilir. Farklı kalıplarla şekiller verilir, 150 derece ısıtılmış fırında on beş dakika pişirilir.  Soğuduktan sonra süsleme glazürü ile süslenir. 
Kızlarımla hafta sonu karantina etkinliği oldu, kahve yanında  ya da sıcak çikolata eşliğinde güzel oluyor:)

24 Aralık 2020 Perşembe

iz



"Acıyla geçtiğim yoldan geçiyorsun
izlerime rastlıyorsun, bıraktıklarıma,
orada o yolda çekmiştim ruhumu patlatan fitili
benden savrulan parçalar kurusa da,
izleri var hala yolun kenarında.
İzini sür yolun, acının ormanı büyütür insanı
vakit geniştir, ufuk sandığından daha yakın
acıyla geçtiğim yoldan geçiyorsun,
ustası olacaksın içine gerdiğin tellerin
hangi sızıyla titrer içinde, hangi sesle
büyük bir aşk, hangi sesle ölür, bileceksin.
Ne zamandı bilmiyorum yaşadıklarından sana
kalan tortu, seni olduğun yere çakan, olduğun
yerde fırtına koparan korku, kendi sarmalında
döndün, döndün, sanma ki daha dönmeyeceksin
kalsan da bir yer için, aslında hep gidiyorsun.
Şimdi, acının ormanından geçiyorsun
her şey bir daha kanasa da
ne geçtiğin yola ne sana dokunabilirim ben
geç meleğim, senin de şarkıların olsun
içindeki telleri titreten.”
Birhan Keskin



20 Aralık 2020 Pazar

Kasaba, 1997


Kasaba, negatif formatta çekilmiş, siyah beyaz bir Nuri Bilge Ceylan filmi. Yarı otobiyografik filmde bol ödüllü yönetmenimiz, kendi aile fertlerini de oynatmış. 1970'li yılların tipik bir Anadolu kasabasında çekilen film, doğayla iç içe yaşayan bir aileden üç kuşağı bir araya getiriyor. Gitmek isteyen gidemeyen, giden geri dönen ve orada ölmek isteyen tecrübeli-tecrübesiz insanların dünyayı sorgulamaları. 

Anadolu insanını ve zengin kültürünü, kendine özgü bir sinema diliyle anlatıyor Ceylan. Bu filminde bazı yerlerde caaağnımmm Tarkovski'nin şiirselliğini hissettim. Filmlerinde genellikle küçük yerlerde sıkışıp kalan insanların dünyasını ele alıyor. Yönetmenimizden, geçim derdi ile pandemi arasında sıkışıp kalan günümüz insanın anlatılacağı bir filmde bekliyorum...

Bana göre sınıf sahnesi, filmin en iyi sahnesiydi. Sobalı sınıfta her çocuğun ayrı bir dünyada oluşu ve aralarında dolaşan kuş tüyü büyüleyiciydi. Mesleğe başladığım köyde müdür yetkili öğretmenlik yaparken çektiğim çileler aklıma geldi, bir de oralardaki çaresiz hayatlar.... Kaplumbağa detayı da etkileyiciydi. 
Düşündürdükleri:
-Hangisi daha çok suçlu? Okuduğuyla fazla kibirli olan mı yoksa kolaya kaçarak okumayan mı?
-Anladığını anlatmalı mı yoksa kendine mi saklamalı?
- Okumayan ve okuduğunu anlatamayanların dünyalarında huzur, uzun soluklu olur mu?
-Taşradan uzaklara gitme aşkı, insanın bütün düğümlerini çözer mi? Yoksa insan kendi değişmedikçe nereye giderse gitsin fark etmez mi?



12 Aralık 2020 Cumartesi

Conte d'ete/ A Summer's Tale, 1996

 

Matematik bölümü öğrencisi ve müzik meraklısı Gaspard, omzunda gitarıyla Britinya sahillerinde dolaşarak kız arkadaşı Lena'nın yaz tatilinde ona katılmasını bekler. Nevrotik sevgilisi Lena konusunda ise duygularından emin değildir. Bir arkadaşının boş dairesinde kalır ve gitarıyla besteler yapar. O arada etnolog olan, bir yandan da garsonluk yapan Margot ile tanışır. Gayet sade ve açık yürekli olan Margot ile uzun yürüyüşler yaparlar, çok keyifli uzun sohbetlerle birbirlerini yakından tanırlar. Güçlü bir arkadaşlık bağı kurarlar. Bu arada Margot'un grubunda baştan çıkarıcı güzelliği olan Solene ile tanışır, onunla çıkmaya başlar. Kız çok çekici fakat çok fazla kuralcı. Gaspard, uzaklardaki sevgilisi Lena aniden ortaya çıkana kadar bu iki kadın arasında gidip gelir. Doyumsuz Gaspard için belki de doğru kişi, ne Lena, ne de Solene. Yanında yalnızca kendi gibi olduğu Margot. Ama bunun farkına varacak mı? 


Eric Rohmer'in dört mevsim hikayelerini yaz hikayesiyle tamamladım. Gaspard'ın kararsızlığı çileden çıkarıcı. Aşk ve arkadaşlığın sorgulandığı arayış dolu bir yaz hikayesi. Eric bu filminde de sanatsal anlamda müziği kullanmış, denizcileri anlatan şarkılar çok tatlıydı. Yönetmenimiz Jules Verne'i çok seviyor ona da bir gönderme vardı yine, hoşuma gitti. Ama bu hikayeler içinde favorim, İlkbahar Hikayesi oldu...

 Filmden birkaç replik:

"Arkadaşlık ciddidir. Belki aşktan bile daha ciddi."
*
"Kimseye özgürlüğümün en ufak bir parçasını bile vermek istemiyorum."


 

9 Aralık 2020 Çarşamba

Maviye İz Süren'e Dair X


 Sevgili Aslı'nın yorumu:

"Beklemek, bir boşluğu avuçlamaya çalışmanın tanrısal nöbeti sanki... Hayatımız hep ona dolanan bir sarmaşık gibi, her gün doğumuyla güneşe uzanıyor.... Güneşse, kırık kalplerin dönüşünü gösteremeyen bozuk bir saati bırakıyor yalnızca...."

Canım Baharım..nasıl bir yolculuğa çıkardın bizi böyle? Mavi yolculuk tam da kitabının adı bana göre..Çıktığım bu yolculukta, her satırın, her hikayeni sonlandırdığın cümlelerinle, çıktığımız yolculukların anlamlarını sorgulattın bana...Her bir sayfada daha da keyif aldım. Daha da düşündüm, derinlere indim.. İlk göz ağrın, İlk emeğin, gözünün nuru olduğunu biliyorum. Senin için ne kadar özelse, bende aynı özen ve dikkatle okudum kaleminden dökülen satırları..

Her hikayende ayrı bir emek vardı bana göre..
Sizlerde bu mavi yolculuğa çıkmak istiyorsanız, Baharcığımın kitabını lütfen okuyun.. Eline emeğine yüreğine sağlık kuzucum..Sıradakini ne kadar bekleyeceğiz? 😌


Sevgili rosenature yorumu:

Okudukça her satırda insan kendinden payeler çıkarıyor canım Bahar...
Bitmesin istedim. Cümlelerde kayboldum.Hani derler ya! Tadı damağımda kaldı “ diyerekten.İşte öyle bir duygu yaşattı yüreğimde.
Durup, dinlenip gece oluyorum, sonra bir şey kalmıyor dünden...
Bir tek sesler kalıyor...
Uzanıp el yordamıyla dokunduğum tenhalıkta ansızın yeni bir ışık hüzmesi vuruyor suretime,
belki diyerek abanıyorum taze sabahlara...
Sıcak, içten yüreğiniz satırlara akarken dur durak bilmemiş.
Yolun açık , adın MAVİ olsun💙


Sevgili kitap_keyfi yorumu:

Edebiyatta en mühim mesele sana ne hissettirdiğidir ve bence bu duygu aktarımını öykü gibi kısacık bir yolculukta yapmak daha zordur. Sevgili Bahar’ın öykülerinde düşle gerçek arası gidip gelirken insanların içindeki kırgınlıkları, pişmanlıkları da tadıyorsunuz. İmgesel anlatımını cidden çok hoş buldum. Bir de her şeyi öyle naif ve yumuşak bir üslupla vermiş ki size de o dinginlik geçiyor. “Zaman Yenilenirken” ve “Bir Gezginden” hepsinden ayrı sevdiklerim oldu. Bu güzel yolculuğun hiç bitmesin, kalemin daim olsun Baharcığım...

6 Aralık 2020 Pazar

Conte de Printemps, 1990

 


Fransız Yeni Dalga Akımı'nın önemli temsilcilerinden biri olan Eric Rohmer'in "Dört Mevsim Hikayeleri" serisinin ilk filmi; İlkbahar Hikayesi. Film, üniversite öğrencisi Natasha ve felsefe öğretmeni Jeanne'in bir partide tanışmasıyla başlıyor. Jeanne, Natasha'nın daveti üzerine bir süre onun evinde kalmaya başlar. Bu iki yeni arkadaşa daha sonra Natasha'nın babası ve onun sevgilisi de katılır. Hayatın gündelik akışında sanat, felsefe, ilişkiler üzerine tartışmalar gelişmeye başlar. Rohmer, her filminde kusurlu bir kahramanı etkileyici hale getiriyor. Rastlantısal bir ilişkiden duygusal çatışmalara sürüklüyor izleyeni. İzlediğim filmleri içinde favori karakterim, felsefe öğretmeni Jeanne oldu:)






Conte d'hiver/ Kış Hikayesi, 1992

Felicie, yaz tatilini birlikte geçirdiği sevgilisi Charles ile yanlış verdiği adres yüzünden bir daha görüşemez. E o zamanlar iletişim teknolojileri de bu kadar gelişmemiş. Tutkulu yaz aşıkları birbirlerinden kopuyorlar. Paris'te annesi ve küçük kızıyla birlikte yaşayan genç kadın, aradan geçen beş yılda başka ilişkiler denese de kimseye bağlanamaz. Çünkü bir gün Charles ile karşılaşacağına ve kızının, babasını tanıyacağına inanır. Fransızların kayıp aşkı algılayışları gerçekten çok farklı.
Leonard Cohen'in bir şarkısında şöyle diyor, herkes biliyor geminin su aldığını, herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini... Bu hayatta çoğu insan, kendi yaşamının gidişatına uygun bir yalan bulup ona inanıyor. Felicie de bu şekilde bir olmamışa inanıyor öyle yaşamına tutunuyor. Adamın fotoğraflarında yaşıyor onu, bilin bakalım sonunda ne oluyor:)

Dört mevsim hikayelerinden Yaz Hikayesi kaldıııı...


4 Aralık 2020 Cuma

uçmak

Otel odalarını çoğu kişi sevmez ama o seviyor. Dünya ile arasındaki bütün aitlik hissini o küçücük odanın dışında bırakıyor. Bıraktığını zannediyor. Öyle zamanlarda Shakespeare'in sonelerini okuyor. Bağımlı olduğu kitapları da kapı dışında bırakıyor. İş için uğradığı böyle yerlerde, lobideki adamda Zebercet'ten izler arıyor. Ama Zebercet, bir kitabın eskimiş sayfaları arasında, yaşadığı zamanda unutulan, silik bir kahraman olarak küflendi. Biliyor. Zebercet yok ama onun hayata dair arayışı taze, burada, sıcacık, hiç eskimiyor. Lobideki adamın yüzüne tuhaf tuhaf bakıyor. Onun yüzünde arayış, onun yüzünde terkediliş, onun yüzünde bu dünyada bulamadığı hayali sabit bir noktanın gölgesi. Görüyor. 

Dışardaki sis dağılmış, amaçsızca arşınlıyor kaldırımları, uzun paltosuna sarınıyor. Soğuk içine işliyor. Başka alemlerin seyrindeyken, başka bir yüz düşüyor aklına. Çok tanıdık bir yüz ama uzak. Burada değil. Öldü. Halbuki dün, güneş ışığının vurduğu o yalnız odaya girdiğinde bütün bağlılıklarını bir yerlerde bırakmıştı. Öylece, doğdukları yerde. Siyah beyaz bir fotoğrafı bile yok o yüzün. Kaybolmuş boşluklarda. Hayal gücü, yorgun. Özlemek, yanında olma isteğinden daha güçlü bir duygu. Kaçmak istiyor o duygudan, kaçmak. Kuleye çıkıyor. Yukarılardan baktığında ufacık kalan her şeye bakıyor. Hayatında ufalan her şey dökülüyor üstüne. Yaraları, özlemleri, çok istediği halde olmayan her şey, bambaşka bir kimlik olmuş kendine, fark etmiyor. Şu vapur nereye gidiyor? Ya martılar? Bir martı olmak istiyor. Yüreğinde geçmeyen bir kanat ağrısı. 

Bir. 

Martı.

Uçmak.





2 Aralık 2020 Çarşamba

avara/ Murathan Mungan

 anımsıyor musun?

bir çetemiz vardı: Vahşi Siyah Atlar
ısmarlama serserilikler yaşardık
kimselere bir şey demeden kaçıp gitmeler gibi
sokaklarda sabahlamak, parklarda yatmak
yabancıları mahalleye sokmamak gibi
Ve bir gün gideceğimiz Amerika vardı
herkesin bir Amerika'sı vardı o zamanlar
herkes gece istasyonlarında
kendi Amerika'sını arardı

kısık ışıklı arkadaş odaları
plağın bir yüzünü kaplayan uzun parçalar eşliğinde
kendi rüyalarımıza dalar, dağılırdık
okyanuslar, gemi yolculukları, kanayan ıslıklar
ve dünyanın bütün limanları
önümüzde sessizce uzardı

Biterdi plak. Disk boşa dönerdi.
Düşlerimiz çarpıp geri dönen sulardı şimdi
Böyle zamanlarda ilk sözü söylemekten
Kaçınırdı herkes
Sonra biri usulca kalkar, herkese çay koyardı
Anımsıyor musun?

Vahşi, siyah atlardık
kentin ışıklı çöllerinde kendi izini arayan
deri ceketlerimize sığdırdığımız düşlerimiz kadar
aşık ve düşmandık
dünya acıtırdı bizi, her şey kanatır, her şey yaralardı
sevişmek çekip çıkarmazdı bizi derinliğimizden
öfkemizi dindirmezdi hiçbir şey
geceleri uyumayan çocuklardık,
otobüs garlarında uzun maceralar umar
apansız yolculuklara çıkardık
uykulu kentlere girerdik gece yarıları
ıssız ağaçlar olurdu yol kenarlarında
gökyüzünde parlak yıldızlar, her yere aynı uzaklıkta
sarhoş bindiğimiz otobüsün penceresinden
sanki bambaşka bir dünyaya bakardık
sonra saklayarak yüzümüzü birbirimizden
yumruklarımızı sıkar, sessizce ağlardık
ışığı açık kalmış pencereler, kepengi örtülü dükkanlara,
yaz bahçelerinden taşan çiçeklere,
adını bile bilmediğimiz bu kente
neye olduğunu bile bilmediğimiz bir hasretle
uzun uzun bakardık
anımsıyor musun?
ahh o gece yolculukları
bir başka kente, bir başka insan olmanın umutları
kaç yol arkadaşı kaldı şimdi geriye
gençliğin ilk acılarını birlikte keşfettiğimiz
kaç yol arkadaşı?
sürüyerek götürdüğümüz dargın beraberlikleri saymazsak
ne kalıyor elimizde?
ölenler,
terk edenler,
bir de telefonları, adresleri, kendileri değişenler

vahşi siyah atlardık; yılkıya bırakıldık
içimizden kimse gidemedi Amerika'ya
kendi Amerika'sı da olmadı hiçbirimizin
yağmur aldı
rüzgar aldı
zaman aldı
o vahşi siyah atları
her şey o eski rüyada kaldı

çarpıp geri dönen düşlerimizin üstünde
çürümüş cesetleri yüzüyor şimdi vahşi siyah atların
öldükleri sahilleri kendileri de bilmiyorlar
peki, sen anımsıyor musun?

Murathan Mungan
Mırıldandıklarım

1 Aralık 2020 Salı

eba günlükleri


 Uyumuyorummm, anlatıyorum:) 

Ders için toplanmalarını bekliyorum, o arada uyanmaları için her sabah eller eller şap şap şarkısını ve hareketlerini ardından nefes egzersizi yaptırıyorum... Her biri ayrı hava çalıyor:)

İki ders sonrası:

-Öğretmenim elim ağrıyor yazamıyorum hep beraber film izleyelim mi?

-Hocam Burak erken uyanamıyor, akşama doğru dersi yapsak olur mu? (Ertesi gün öğleden sonra ders yapılır. Bu sefer başka veli, hocam büyük kızımın dersiyle zaman çakışıyor sabah daha iyiydi:)

-Öğretmenim bağlanamıyorum, giremiyoz derste misiniz? (Vatzaptan ayrı, sms ayrı yazıyor, ses kaydı ayrı gönderiyor)

-Hocam nasıl bağlanıyorduk? (Ondan önce veli grubuna bağlanma videoları defalarca gönderilmiştir)

-Hocam bedava tablet dağıtılıyormuş. Bizi de unutmayın. Telefonun interneti bitiyor, yetmiyor... (Sınıfın yarısının adı not edilmiştir)

-Hocam Mehmet ödevini yapmıyor onu biraz korkutur musunuz? Hiç bir şeyden korkmuyorum, diyor. (Canlı derste uyarırım tamam)

Kısaca uzaktan eğitimin özeti:

"Sesim geliyor muuuuu?"