13 Kasım 2015 Cuma

Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı - Bilge Karasu


"Düşüncesinin sınırlarını çizen, öteden beri çizmiş olan birtakım kavramlar var. Şimdi farkına varıyor. Gelip gelip inanca, kısırlığa, bir şeyler yapma kavramına dayanıyor. Oysa ya bundan kurtulmalı..."

"Yaşama sanki hiç gelmeyecek, erişmeyecek bir bayram gibi."

“Başlangıcı, bitimi belirsiz olan başka bir yol. Her günkü yaşantılarla meydana getirilen, uzatılan bir yol. Ama bu yolun bir yerinde öyle bir tepeye, öyle bir doruğa varılırdı ki o doruktan her yer açıkça, hiçbir gölgeyle kararmamış, ışık içinde, parıltı içinde görünürdü.”

“Kaçışlar anlam taşımağa başlamıştı. Direnenler birbirlerini destekliyor, biribirini destekleyenler yeni bir güç kazandıklarının farkına varıyor ya da böyle bir sanıya kapılıyorlardı… “Ama onlar da kaçmış diye düşünülüyor, ortaya yeni bir iş, yeni bir felsefe, yeni bir değer konuyordu: Kaçmak. Bir ülkü, bir direnme, bir kahramanlık yolu oluyordu bu, aynı zamanda yeni bir baskı yolu…” 

“İnsan nasıl olsa öleceğine göre bir şeyler yapmak daha iyi olur. Ölüm boş bir şey, ölümü beklemek, oturup beklemek, boş bir iş. Yıllarca sevgi sözü ile ölüm sözünü yan yana getirip durmuş, ikisi arasında bağ kurmağa kalkmadığı halde, öğrettikleriyle söyledikleriyle, ölümün sevilecek, sevilebilecek bir şey olduğunu düşündürmeğe çalışır gibi davranmıştı. Oysa şimdi bununla da yanıldığını sanıyor, düşünüyor… Ölüme karşı çarpışmak gerek. Ölüm ancak, gelip tepene dikildiği, seni, gözünün yaşına bakmadan yanına alıp götürdüğü anda, onu kabul etmelisin.”

Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı, 1971 yılında Sait Faik Hikaye Armağanı'nı almış bir öykü kitabı. Ada, Tepe ve Dutlar olarak başlıklandırılmış üç bölümden oluşmaktadır.

Genç keşiş Andronikos, Bizans'ta "resim kırıcılık" diye adlandırılan baskı dönemi başladığı zaman kendini birtakım hesaplaşmalar içinde bulur. İnsan olarak, bu baskı karşısında içselleştirdiğim, bana zorla benimsetilmek istenen bu yeni durum karşısında ne yapmalıyım? Yazar, Andronikos üzerinden ve onun bu tarz sorularının içinden, eski ve yeni arasında bir seçim yapmaya zorlanan insanların içsel dünyasını aktarır.

İnsanların maruz kaldığı düşünceler, toplumdan topluma, kültürden kültüre, çağdan çağa farklılıklar gösterir. Yeniyi kabulleniş uzun bir zamanı gerektirir. Peki insanın bir çırpıda değerlerini yok sayıp, yeniye uyum sağlaması mümkün müdür? İşte bu sürecin duyumlarını, göreceliliğin yansımalarını barındırıyor kitaptaki öyküler. Bunun yanında kaçış ve yol temasının tüm ayrıntılarıyla işlendiğini görüyoruz. Kahramanlardan Andronikos reel kaçışın, İoakim ise düşünsel kaçışın simgeleri gibidirler.

10 yorum:

  1. Yıllar öncesinde okuduğum ve çok sevdiğim bir Bilge Karasu kitabı. Sait Faik ödülünü kazanmış olması da benim için çok anlamlıydı. Geçmişe güzel bir yolculuk yaptım, teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Farklı bir tarzı var Bilge Karasu'nun üst üste üç kitabını okumak keyifliydi, sizin için de güzel bir anışa vesile olduysam ne ala, sevgiyle...:)

      Sil
  2. düşünsel ve reel kaçısın simgeleri mi ımmm ilginç okumak gerek :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. hep bir kaçış arayışında sanki insan, seversin umarım :)

      Sil
  3. "İnsan nasıl olsa öleceğine göre bir şeyler yapmak daha iyi olur." Çok özendim kitap okuyup paylaşım yapmaya :) Yazının resmini de çok beğendim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. kitapların dünyasında kaybolmayı seviyorum :)
      fotoğrafı beğenmene sevindim :)

      Sil
  4. Bilge Karasu yu çok görüyorum bu aralar sanki. Yoksa bu bir işaret mi :))

    YanıtlaSil
  5. Göçmüş Kediler Bahçesi'ni okumuştum. Ondan sonrasında iyi gidecek bu da benim için demek ki :)

    YanıtlaSil