30 Nisan 2014 Çarşamba

Franz Kafka - Aforizmalar


Evden çıkıp gitmen gereksiz. Masa başında otur ve bana kulak ver. Kulak vermesen de olur, sadece bekle. Beklemesen de olur, tamamen sessiz ve yalnız ol. Dünya ,maskesini düşüresin diye,kendini sana sunacaktır;başka bir şey gelmez elinden,cazibeye kapılmış,ayaklarının dibinde kıvranıp duracaktır.”

Kafka'nın Aforizmalar adlı kitabı " Günah, ıstırap, umut ve doğru yol üzerine aforizmalar" ve O: 1920 günlüğünden aforizmalar" başlıklarıyla iki ayrı bölümden oluşmaktadır. Aforizmalar'ı yazdığı dönemde Kafka'nın iç dünyası büyük yıkımlarla karşı karşıyaydı: vereme yakalandığını daha yeni öğrenmiş; uzatmalı nişanlısı Felice Bauter'den ayrılmış; 1908'den 1922'ye kadar çalıştığı sigorta şirketinden hastalığından ötürü uzun bir izin almış; ailesine evlenmeyi ve yazar olmak istediğini kabul ettiremeyeceğini anlamıştı.

Romantik ve post-romantik Hölderlin, Rilke ve Heidegger gibi yazarları anımsatan aforizmaları, rastgele şekillenmiş düşüncelerden ziyade Kafka'nın zihninde belli bir bütünlüğe sahip düşüncelerdir. Kitabı vefalı arkadaşı Max Brod yazılan sayfaları bir araya getirmiş ve aforizmaların gün ışığına çıkmasına vesile olmuştur.


Kitapta yaşam, ölüm, inanç, iyi, kötü, günah, yasak, umut, sanatın işlevi gibi kavramlarla hayatı terkip etme mevcuttur. Bunun yanında insanı sürekli uyanık bir zihinle sorgulamaya kanalize eden bir sorular zinciri ve muhakeme gücü esastır. Bir oku, üç düşün tarzında bir kitap. Arka kapakta da şöyle yazıyor: İyi, bir yanıyla rahatsız edicidir.

Seçmece:

1. 
Doğru yol gergin bir ip boyunca gider; yükseğe değil de hemen yerin üzerine gerilmiştir bu ip. üzerinde yürümek değil de, insanı çelmelemek içindir sanki.
2.
İnsanların tüm kusurları sabırsızlık, yaptıkları işte yönteme vaktinden önce son veriş ve sözde bir sorunu sözde bir çit içine almaktır.
3.
Belirli bir noktadan sonra dönüş yoktur. bu noktaya da erişmek gerekir.
4.
Kötü'ye bir kez yol verdin mi, artık kendisine inanılmasını beklemez.
5.
Sen ödevsin. ama görünürde öğrenci yok.
6.
Gerçek düşmandan sınırsız bir cesaret akar içinize.
7.
Bastığın yerin iki ayağının kapladığından daha büyük olamayacağını anlamak ne büyük bir mutluluktur.
8.
Bir hedef var ama yol yok, bizim yol dediğimiz şey bir duraksamadır.
9.
Belki bir şeylere sahipsin, ama kendi varlığın yok savına verdiği cevap, bir titreme ve yürek çarpıntısı oldu sadece
10.
Sonsuzluk yolunda nasıl böylesine kolayca ilerlediğine hayret eden birisi vardı, gerçekte hızla yokuş aşağı yuvarlanıyordu.

29 Nisan 2014 Salı

Bir film


Jagten / The Hunt / Onur Savaşı, 2012
Yönetmen:  Thomas Vinterberg

Kitle psikolojisi üzerine yapılmış iyi bir dram filmi. Mads Mikkelsen'in oyunculuğuyla bir kez daha hayran bıraktığı, ön yargının insan oğlu üzerindeki etkisinin her yerde aynı olduğunu bir kez daha suratımıza çarpan bir eser.

Öğrencilerini çok seven, kendi halinde sakin bir hayat yaşayan ana sınıfı öğretmeni Lucas'ın, hayal dünyası geniş küçük kız öğrencisi Klara'ya yönelik bir cinsel istismarla suçlanması. Lucas'ın suçsuz olmasına rağmen tüm kasaba halkı tarafından dışlanması. Küçük bir yalanla kaybolan masumiyetin resmi.



" İkiyüzlüler yalnızca ahlâklıymış gibi yaparlar. Bu sözde ahlâklılık yalnızca iki seçenek bırakır: Dürüstsen delirirsin, dürüst değilsen ikiyüzlü olursun. Bu yüzden akıllı, kurnaz olanlar ikiyüzlüdürler. Basit, masum olanlar bu tür öğretilerin kurbanları olanlar, delirirler. " Osho

28 Nisan 2014 Pazartesi

Can Bonomo - Delirmek Belirmektir


"İnsaf, 
Hele ki senin elindeyse;
Yaramaz bir çocuğun,
Oynarken bozduğu alete dönüyor yaşanmışlıklarım.."

Geçen gün müzik kimliğiyle tanıdığım ve çok sevdiğim Can Bonomo'nun Delirmek Belirmektir adlı şiir kitabını bitirdim. Kitabı Bonomo erkek kardeşime imzalayıp göndermişti. Evde hemen görünce aldım ben de. Ot dergisinde şiirlerine rastlıyordum zaten. Kitabın ön ve arka kapak çizimlerini yine kendisi; editörlüğü ise, Küçük İskender üstlenmiş.

Kitabın girizgahında oldukça alçak gönüllü ve mütevazı bir üslupla şiire dair düşüncelerini paylamış Bonomo. Sevgili Cemal Süreya'nın dediği gibi : Şiir, alışkanlıklara karşı bir yaylım ateştir. Bu söze yer vererek zihnindeki dünya ile gerçek dünya arasındaki kesişemeyen alanları şiirsel bir dünya perspektifinden aktarmış.


Şiirleri okurken kullandığı metaforlar, mecazi oyunlar ve samimiyet beni kendine çeken en iyi tarafları oldu diyebilirim. Kitap, nesir tarzına benzeyen lakin içinde barındırdığı duygu etkileri şiire dönüşen post- modern edebiyat çizgisinde . Okurken hep kafamda şu insan profili canlandı: Şapkasını takıp İstanbul sokaklarında dolaşan, aşkın kendi yalnızlığını aralayan geçişiminde denize binlerce taş atan, yeryüzünde oluşturulan duvarları kimi zaman terk eden, kimi zaman da onun düş yüzünde belirmeyi seçen, ülkesindeki siyasi gidişatta kan kaybeden insanlığa duyarsız kalmayan bir adam.. İçten, dostane, hassas, duygusal, ince, düşünceli bir adam ..
Şiirleri ise hepimizin yaşadığı hisler tercümanı.. Belki de çok önceleri geçtiğimiz yollardaki bir yolcu ile konuşmak gibi, tanıdık ve bizden.

Onu duygu dünyası ile tanımak güzeldi. Her şarkıcı aynı zamanda sinemayı, televizyonu veya diğer iletişime dönük alanlarda kendi ifade etmeye yeltenir. Her sanatçının bu yönde değişik arayışları olur. Ancak Can Bonomo'da bu arayışı hissetmedim. Sırf edebiyat alanında da kendini arayan bir şarkıcı değil de sanki daha öncesinde hep yazıyormuş da sonradan şarkı söylemeye başlamış bir insanı çağrıştırdı bana.

Şiiri seviyorsan, dünya ile anlaşmazlıklarını şiirsel bir şarkı içinde duymak istiyorsan, yalnız olmadığını duyumsamak ve bir gece ansızın eski bir aşkın esrikliğini anımsamak istiyorsan açıp okuyabileceğin bir kitap.


26 Nisan 2014 Cumartesi

benim güzel kitaplarım..


Yazının  uzun, duygusal versiyonu :)

Sayfası kopuk bir öyküyü tamamlamaktan vazgeçtim. Yeni bir öykü yazmaya koyuldum. Öykümü yazarken yüzümdeki hayat boşa gitmesin dedim. Ellerimle kavradım bir demet papatyayı, süsleyip vazoya koydum, her gün suyunu değiştirdim. Çocuklara yalan hayat bilgisi dersleri verdim. Ev yönetimi, insan yönetimi gibi kavramlarda tökezlerken ayaklarım. Koşarak eve geldim kargonun bıraktığı kitaplarım gelmişti çünkü. Oturduğum kanepeden beni bambaşka bir gezegene bırakan arkadaşlarım gelmişti. Heyecanlıydım ve telaşlı.

Yağmur üstünü örtüyordu kirlenmiş şehrin, ben üstümü örtüyordum yıldızsız bir gece battaniyesi ile. Üşüyordum annemin küflenmekten kurtardığı yün yorganları çekiyordum kafama kadar. Uyanıyordum sonra koşuyordum. Başkalarının trafik sıkışıklığında kaza geçiren yaralı oluyordum. Eksildiğimi düşünürken onlar, kazalardan parçalarımı toplayıp bir daha, bir daha yürüyordum. Bu kendini yineleyen döngüde bir kurşun kalem oluyordum, defterler biriktiriyordum. Öğrenciyken defterimi alıp derslerinde kullanan sonra onları geri iade etmeyen edebiyat öğretmenlerime içerleniyordum. Onların derslerinde gelen müfettişe Hasan Hüseyin Korkmazgil şiiri okuyan kıza gülüyordum.

Var olan dikili taşlara karşı kendi taşlarını dikmeye çalışan toy kızın günlüğüne umutlu bir yelken çiziyordum. Yelkenim fırtınalarla baş etmeyi öğrendi sonunda. Düşlerim o fırtınalardan ayrı durmayı bildi. Acının geçirgenliğini engelleyen sağlam korunaklarım var. Hayatımın Viktorya tarzı görkemli bir cephesindeyim, uslanmasam da.. Bunca işlenen yaşanmışlıkların, işlenen büyük desenlerin ve kendimce küçük zaferlerimin tek tanığı kitaplarım.. Ben onlara kavuşmanın küçük gibi gözüken büyük mutluluğunu dondurmak istedim dün.
Bazen insan bir anın heyecanını, mutluluğunu dondurmak ve yeniden, yeniden hissetmek ister ya. İşte onun gibi.

Yazının kısa, öz versiyonu :)

Sonunda şeytanın bacağını kırdım ve İdefix üyeliğimi yeniledim. Bu ara bahar indirimi var tüm kitaplarda. Elli iki liraya sekiz kitap aldım. Kitap almayı düşünüyorsanız İdefix'e bir uğrayın derim. Dün kitaplarım geldi çok sevindim. Aldığım kitaplar içinde iki tatlı blogçu arkadaşımın kitabı da var. Biri Vencent Konağı Kavanozdaki Beyin blogunun tatlı yazarı Sessiz Gemi'ye ait, diğeri de eski blog arkadaşlarımdan Sade ve Derin blogunun yazarı Deep'e ait. Çok merak ediyordum kitaplarını aldım sonunda. Çok mutlu oldum. Okudukça kitaplar hakkında ayrıntılı yazarım. Bitti :)

24 Nisan 2014 Perşembe

Ergin Günçe'den


Attan Düşen
Yalnız ben miyim üşüyen
Morarırken deniz ayaklarımda - Ekim, Kasım
Duymazlıktan gelerek annesini
Çiçekleriyle süslü atı boş
Ölüyor şimdi bir derede
Rüzgâr dallara asıyor şapkasını
Kâğıt fenerlere yalınayak
Başlar bir dağ marşı
Küçülür gerimizde orman
Ağzı üzgün bir demirci şarkısı
Koyu saçlarında güneş - Ekim, Kasım
Duymazlıktan geliyor annesini
Yüzü al olsa keşki yanaklarında
Sıcaktır öğledir ikindidir güzdür
Yalnız ben miyim üşüyen
Çıplak. Dağılırken hüznü göğe
                                   Ergin Günçe

Şiirsel





22 Nisan 2014 Salı

başlangıç

Mutlu Leonard
alev alev bir keman eşliğinde güzelliğinin şerefine dans et benimle
aklım başıma gelene kadar dans edelim bu panikle
zeytin dalı say beni kaldır havaya,
evin yolunu tutmuş beyaz güvercinim ol sen de, kon üzerime
dans edelim ebedi aşka
dans edelim ebedi aşka
güzelliğini ser önüme kimseler görmesin başka
hissedeyim her hareketini Babil’de yaptıkları gibi
göster bana yavaşça ancak sınırlarını bildiğim şeyi
dans edelim ebedi aşka
dans edelim ebedi aşka
hadi şimdi de düğünümüz için dans et, hiç durmadan oyna benimle
dans et, her an kırılacakmış gibi ve hep.
aşkımızın altında ezilen ikimiz ve her şeyin üzerindeyiz
dans edelim ebedi aşka
dans edelim ebedi aşka
dans et benimle, doğmayı bekleyen çocuklarımıza doğru
dans et, öpüşlerimizin ancak tükeneceği ölüme dek
yerle bir olsa da herşey son zerresine kadar, bir yuva yap ikimize, durma
dans edelim ebedi aşka
dans edelim ebedi aşka
alev alev bir keman eşliğinde güzelliğinin şerefine dans et benimle
aklım başıma gelene kadar dans edelim bu panikle
çıplak ellerinle dokun bana
ya da fark etmez giy eldivenlerini de
dans edelim ebedi aşka
dans edelim ebedi aşka
Leonard Cohen
Türkçesi: Güncem Topçu

18 Nisan 2014 Cuma

Gabo'ya Veda


" İnsanın yaşadığı değildir hayat; aslolan, hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır.." 


Gabriel Garcia Marquez’in ölmeden az önce tüm insanlığa hediye gibi bıraktığı işte o Veda Mektubu:
“Tanrı bir an için paçavradan bebek olduğumu unutup can vererek beni ödüllendirse, aklımdan geçen her şeyi dile getiremeyebilirdim, ama en azından dile getirdiklerimi ayrıntısıyla aklımdan geçirir ve düşünürdüm. Eşyaların maddi yönlerine değil anlamlarına değer verirdim. Az uyur, çok rüya görür, gözümü yumduğum her dakikada, 60 saniye boyunca ışığı yitirdiğimi düşünürdüm. İnsan aşktan vazgeçerse yaşlanır. Başkaları durduğu zaman yürümeye devam ederdim. Başkaları uyurken uyanık kalmaya gayret ederdim. Başkaları konuşurken dinler, çikolatalı dondurmanın tadından zevk almaya bakardım. Eğer Tanrı bana birazcık can verse, basit giyinir, yüzümü güneşe çevirir, sadece vücudumu değil, ruhumu da tüm çıplaklığıyla açardım. Tanrım, eğer bir kalbim olsaydı nefretimi buzun üzerine kazır ve güneşin göstermesini beklerdim. Gökyüzündeki aya, yıldızlar boyunca Van Gogh resimleri çizer, Benedetti şiirleri okur ve serenatlar söylerdim. Gözyaşlarımla gülleri sular, vücuduma batan dikenlerinin acısını hissederek dudak kırmızısı taç yapraklarından öpmek isterdim. Tanrım bir yudumluk yaşamım olsaydı… Gün geçmesin ki, karşılaştığım tüm insanlara onları sevdiğimi söylemeyeyim. Tüm kadın ve erkekleri, en sevdiğim insanlar oldukları konusunda birer birer ikna ederdim. Ve aşk içinde yaşardım. Erkeklere, yaşlandıkları zaman aşkı bırakmalarının ne kadar yanlış olduğunu anlatırdım. Çünkü insan aşkı bırakınca yaşlanr. Çocuklara kanat verirdim. Ama uçmayı kendi başlarına öğrenmelerine olanak sağlardım. Yaşlılara ise ölümün yaşlanma ile değil unutma ile geldiğini öğretirdim. Ey insanlar! Sizlerden ne kadar da çok şey öğrenmişim. Tüm insanların, mutluluğun gerçekleri görmekte saklı olduğunu bilmeden, dağların zirvesinde yaşamak istediğini öğrendim. Yeni doğan küçük bir bebeğin, babasının parmağını sıkarken aslında onu kendisine sonsuza dek kelepçeyle mahkûm ettiğini öğrendim. Sizlerden çok şey öğrendim. Ama bu öğrendiklerim pek işe yaramayacak. Çünkü hepsini bir çantaya kilitledim. Mutsuz bir şekilde…

Artık ölebilir miyim?”
                                                                                                              Ot Dergisinden
Yüzyıllık Yalnızlık, Kolera Günlerinde Aşk, Kırmızı Pazartesi ve diğer eserlerinle hep güzel anımsanacaksın...

17 Nisan 2014 Perşembe

Son okuduklarım


Ayrı Hayatlar uğursuz bir yaz mevsiminde dağılan McKotch ailesinin hikâyesini anlatıyor. 1976 senesinde ünlü bir bilim adamı olan Frank McKotch, onun soylu eşi Paulette ve üç güzel çocukları her sene yaptıkları tatillerini tekrarlamak üzere Cape Cod'daki aile yadigârı, Kaptan'ın Evi'ne giderler. Bir gün plajda, Frank asla unutamayacağı bir görüntüyle beyninden vurulmuşa döner. On üç yaşındaki kızı Gwen, bikinisinin içinde garip bir şekilde küçük görünmekte, ondan daha küçük olan kuzeni Charlotte'un yanında minicik bir kız çocuğu gibi durmaktadır. İşte o an Frank görmezden gelemeyeceği bir gerçekle karşı karşıya olduğunu anlar. Ortada, biricik kızıyla ilgili yanlış giden bir şeyler vardır ve bundan sonra McKotch ailesi bir daha asla eskisi gibi olamayacaktır. 



 Ahmet Haşim böbrek rahatsızlığı yüzünden tedavi olmak için gittiği Frankfurt’ta kaleme aldığı Frankfurt Seyahatnamesi adlı eserinde Alman kültürü, toplumu ve düzeni hakkında yakından gözlemler edinmiş ve bunları bir araya getirerek kendi seyahatnamesini oluşturmuştur. 


Jack London Ademden önce adlı kitabında daha yeni evrimleşmekte olan mağara insanlarının doğa ile mücadelesini anlatır. Olaylar İri diş'in ağzından anlatılıyor. Onların beslenmeleri, ateş adamları ile mücadeleleri, ilkel yaşayış tarzları net bir şekilde resmediliyor. Kitap aynı zamanda şu anki insanların korku, içgüdü ve alışkanlıklarının oluşabilme temellerini sorguluyor.  Doğa ile iç içe insan manzarasını anlatan klasik bir London eseri.

16 Nisan 2014 Çarşamba

Ebrumsu bir çalışma :)


Malzemeler
- Tırnakları rengarenk ojelenmiş minik eller
-  Yedi sekiz tane renkli oje
- Dikdörtgen şeklinde kap
- Kalın beyaz kağıt
- İnce uçlu fırça
- Damlamalara karşı aseton, ıslak mendil


Yapılışı
Dikdörtgen kap su ile doldurulur. Ojelerin her renginden damlatılır. Ojenin ağır ağır akmasına dayanılamaz ve şişe ters çevrilip ojeler boca edilir :) İnce uçlu fırça ile damlatılan ve su yüzeyinde kalan ojeler ince hareketlerle dağıtılır. Sonra beyaz kağıt, su dolu kabın üstünde hafifçe gezdirilir. Ardından kağıt kurumaya bırakılır. Masaya kazara damlamış ojeler asetonlu mendille silinir.


Sonuç tam bir ebru olmaz. Ama ortaya çıkan ebrumsu bir eserle heyecan duyan kuzunun mutluluğuna doyum olmaz :)

15 Nisan 2014 Salı

Charles Baudelaire / Sanatçının Duası



Gün sonları ne kadar içe işleyici güzün! Ah! Can yakacak kadar işleyici! Çünkü öyle tatlı duyular vardır ki, dalgaları yoğunluklarını önlemez; Sonsuz’un ucundan daha keskin uç da yoktur.

Bakışı göğün ve denizin uçsuz bucaksızlığına daldırmak ne büyük haz! Yalnızlık, sessizlik, göğün benzersiz arılığı! Ufukta titreyen, küçüklüğüyle, yapayalnız kalmışlığıyla benim çaresiz yaşamıma öykünen bir küçük yelken, dalganın tekdüze şarkısı, tüm bu nesneler benim aracılığımla düşünüyor, ya da ben onların aracılığıyla düşünüyorum (çünkü ben düşlerin enginliğinde öyle çabuk yitip gidiyor ki!); düşünüyorlar, diyorum, ama dilbazlığa, karşılaştırmaya, sonuçlanmaya başvurmadan ezgimsi bir biçimde, çok güzel bir biçimde düşünüyorlar.

Gene de bu düşünceler, ister benden çıksın, ister nesnelerden fırlasın, fazlasıyla güçleniyor çabucak. Güç hazda bir huzursuzluk, olumlu bir acı yaratır. Fazlasıyla gerilmiş sinirlerim tiz ve sızılı titreşimlerden başka bir şey vermiyorlar artık.

Şimdi de göğün derinliği şaşkına döndürüyor beni, duruluğu çileden çıkarıyor. Denizin duyarsızlığı, gözlerimin önündeki görünümün değişmezliği ayaklandırıyor beni… Ah! Hep böyle acı mı çekmeli, yoksa hep kaçmalı mı güzelden? Doğa, acımak bilmez büyücü, her zaman üstün çıkan karşıt, bırak beni! İsteklerimi ve gururumu baştan çıkarmayı bırak artık! Bir düellodur güzeli incelemek, sanatçıyı yere sermeden önce dehşetten haykırtan bir düello.
                                                                                         

                                                                                                 Charles Baudelaire

                                                                                  Paris Sıkıntısı / III (Çev: Tahsin Yücel)

12 Nisan 2014 Cumartesi

İYİLİKLER GAZELİ

aşkın yerini iyilik aldığı zaman
inanırım beni sahiden sevdiğine
yağmurun yerini kuşlar doldurduğu zaman
az kuşlar onlar iyi kuşlar
kanatlarından büyük merhametleri var
şiirin yerini sakinlik aldığı zaman
ayrı ayrı daha mı çok yakışıyoruz birbirimize
siyah-beyaz resimlerde ahşap avuntu
sözlerin sokaklar gibi kavuştuğu zaman
soğuk devlet, soğuk gece, arkadaşlarım nerde
ah, ölüme mi indiler henüz hayata çıkmadan
Ömer’in adı Ali diye söylendiği zaman
yaprakların evi var, Allah’la komşu
rüyasız çıkıyoruz çok katlı mağaralardan
aynada bir çocuk, bir daha, ne zaman ne zaman

Haydar ERGÜLEN

7 Nisan 2014 Pazartesi

meyveden yelkenliler


Dün Gülce ile Meraklı Minik dergisindeki etkinlikleri yaptık. En çok hoşumuza giden de meyvelerden yaptığımız yelkenli tekneler etkinliği oldu.

Herkese mutlu bir hafta dileğiyle..