30 Aralık 2014 Salı

ve bir haber, yoldaki


bir gün
geleceğim ve bir haber getireceğim
damarlara ışık saçacağım
ve sesleneceğim içerden:
ey sepetleri uykuyla dolu olanlar!
elma getirdim, elma
…kızıl güneş.
geleceğim.
dilenciye bir yasemin vereceğim,
cüzzamlı güzel kadına da
yeni bir küpe…
köre diyeceğim ki: bak, nasıl da güzel bahçe!
çerçi olup dolaşacağım sokakları
ve sesleneceğim:
çiyci geldi, çiyci geldi, çiyci!
yoldan geçen diyecek:
sahiden de karanlıktır gece.
ve samanyolunu vereceğim ona.
köprüdeki kötürüm kızın
büyük ayıyı asacağım boynuna.
bütün küfürleri süpüreceğim dudaklardan.
bütün duvarları yıkacağım yere.
haramilere diyeceğim ki:
gülümseyiş yüklü bir kervan geldi!
bulutu parçalayacağım.
gözleri güneşe bağlayacağım
gönülleri aşka
gölgeleri suya
dalları rüzgara
sonra bütün bunları birbirine
ve çocuğun uykusunu da
cırcırböceklerinin mırıltılarına bağlayacağım.
uçurtmaları uçuracağım gökyüzünde,
saksılara su vereceğim.
geleceğim.
atların, sığırların önüne
okşayışın yeşil otunu serpeceğim.
susuz kısrağa çiy kovasını sunacağım.
yoldaki yaşlı eşeğin sineklerini kovacağım.
geleceğim.
ve her duvarın başına bir karanfil dikeceğim.
her pencerenin altında bir şiir okuyacağım.
her kargaya bir çam vereceğim.
yılana diyeceğim ki: kurbağa nasıl da fiyakalı ama!
barıştıracağım.
tanıştıracağım.
yol alacağım.
ışık içeceğim.
seveceğim.

Sohrab Sepehri
Farsçadan çeviren: Haşim Hüsrevşahi

28 Aralık 2014 Pazar

Bir ozanın ölümü onun yaşamıdır


"Ben insanın emrettiklerinin iğrenç zindanına kapatılmış kayıp bir insan yüreğiyim, dünyevi yetkenin zincirlerine vurulmuş, dili tutulmuş ve gözleri belirgin yaşlardan yoksun, gönlünü eğleyen insan tarafından unutulmuş, ölü bir yürek.."

Evreni ülkesi, insanlık ailesini de kabile olarak gören "Yüce Varlık"ın yarattığı güneşin altındaki hiç bir şeyi boşuna ve anlamsız görmeyen, dünyevi kuralların kurbanı olan insanlara beyaz kapılar açmayı bilen bir ozan..

Dünyevi bütün giysilerini çıkarıp, iç huzurunun sırrını madde dünyasının gerisinde durup, mana dünyasında gören.. Ozansın sen.. Mutluluğu, paradan, nefsin hilekar arzularından, bencillikten uzakta; ölümle kucaklaşmadan evvel Tanrı'nın tabiattaki resimlerinde gören, sevgide olabildiğince cömert davranan, engin sabra aşkla erişen, paylaşarak çoğalan ve tevazunun vücut bulmuş hali.. 


(.......)
Bana öğütler verme suçlayıcım,
çünkü felaketler yüreğimi açtı benim ve
göz yaşları gözlerimi yıkadı ve
hatalar bana yüreklerin dilini öğretti.

Kovmaktan söz etme, çünkü
benim yargım vicdanımdır ve o beni
haklı çıkarır
ve korur beni, eğer masumsam ve
yaşamımdan eder beni eğer suçluysam.

Aşkın tören alayı yürüyor;
güzellik bayrağını sallıyor,
gençlik mutluluğun trampetini çalıyor,
pişmanlık getirmeme karışma,
suçlayıcım benim.

Bırak yürüyeyim, çünkü yolum
güller ve nanelerle dolu
ve havada saflığın kokusu var.

Zenginlik ve ululuk hikayeleri anlatma bana
çünkü benim ruhum cömertlikte zengin
ve Tanrı'nın güzelliğiyle ulu.

İnsanlardan ve kurallardan bahsetme ve de
krallıklardan, çünkü dünya bütünüyle
benim doğum yerim ve bütün insanlar kardeşim.

Uzaklaş yanımdan, çünkü sen yaşamı
pişmanlık getirerek alıp gidiyorsun ve
boş sözler sarf ederek.

24 Aralık 2014 Çarşamba

Bir Cinayet Romanı - Pınar Kür


"Bir cinayet olayı ne zaman başlar?
Öldürme düşüncesi aklınıza düşğünde mi?
Öldürme düşüncesini hemen reddeceğinize ya da kısa bir süre sonra unutacağınıza, yavaş yavaş geliştirmeye koyulduğunuzda mı?
Öldürme düşüncesi, öldürme kararına dönüşğünde mi?
Öldürme kararı uygulandığında mı?
Hayır. O son oluyor. Karar uygulandığında , olay bitiyor.
Ama başlangıcı neresi?"

1989 tarihli Pınar Kür tarafından yazılan Bir Cinayet Romanı, ülkemizde yazılan ilk cinayet romanı olarak değil de, bir kadın tarafından yazılan ilk cinayet romanı olarak bilinmekte. Akın Erkan, ismindeki bir yazarın olayları kurgulaması, kahramanlarla uzaktan iletişim kurup, yaşadıklarını bir günlüğe yazar gibi yazmalarını istemesiyle başlıyor roman. Kitabın içindeki romanın adı, Ölümün Vazgeçilmez Çekiciliği. Romandaki kahramanlar tek tek yaşadıklarını yani romanın her bölümünü yazıyorlar. İsimlerinin baş harfi ile her bölümde kimin ne yaptığı anlatılıyor. Böylece yazar, okur, karakter, kurmaca ve gerçek iç içe geçiyor. Yazarın maktul olacağını düşündüğü Levent , katil olabilecek Yeşim, Yıldız, Yasemin ve cinayeti çözmeye çalışacak zeki dedektif Emin Köklü romanın başlıca karakterleri. 


Pınar Kür, bu kitaptaki kurmaca hayatların içinde,  bir yandan cinayet romanlarının oluşum sürecini anlatıyor bir yandan da  karakter analizi yapıyor. Bu şekilde roman içinde yazarlar, okurlar sunarken, roman içinde zekice düşünüp, sorgulamayı gerektiren bir dünya oluşturuyor ve bu teknikle okuyucuya gelenekselleşmiş romandaki gerçeklik kaygısının aksine yaşananların kurgu olduğunu göstermeye çalışıyor.

22 Aralık 2014 Pazartesi

düşlere


"Herkes aynı sahilde kümelenirken, denize karşı çölün sevgisini öneriyorum.. Bir şarlatanın sevgisine bir abdalın kederli sevgisini.. Ölüme karşı yaşamın, geçmişe karşı geleceğin, şerre karşı hayrın sevgisini.. Tutulmayan ellerin, bakılmayan gözlerin; bulutların, suların, yosunların sevgisini.. Kuşların; evet bütün kuşların sevgisini.. Düşlerin sevgisini.. Düşlerin sevgisini!" 
 - Yılmaz Odabaşı

19 Aralık 2014 Cuma

Marifet



"Marifet hiç ezilmemek bu dünyada
Ama biçimine getirip ezerlerse
Güzel kokmak
Kekik misali
Lavanta çiçeği misali
Fesleğen misali
Itır misali
İsâ misali
Yunus misali
Tonguç misali
Nâzım misali"
Bedri Rahmi Eyüboğlu

17 Aralık 2014 Çarşamba

Dizboyu Papatyalar - Tomris Uyar


" Belki de değil. Belki de tam tersi. Umutlu bir geleceği muştuluyor bu bahçeler. Unutmamalıyım ki, geçkin bir aktörün gözüyle bakıyorum her şeye artık. İzlenimlerim, çağı bitmiş bir Yeşilçam jönünün sağlıksız izlenimleri. Güvensiz, korku yüklü, çarpık. Ayrıntılara düşkünlüğü bu yüzden. Ancak ayrıntılara kayarak, felaketlere sığınarak gülünç olmaktan kurtulabilir. Hem de hiç yeri değilken."

Tomris Uyar'ın okuduğum ilk öykü kitabı. Kitap, sekiz adet öyküden oluşmakta:

Hakların En Güzeli'nde, ekmeğini taştan çıkaran bir gencin dünyasından dökülen kesitler..
Emekli Albay Halit Akçam'ın İki Günü'nde, alışmaya çalıştığı emeklilik günlerinde toplumun gözünde konumu, itibarı değişen bir albayın farklı tesadüfler sonucunda geçmişi ile yüzleşmesi ve hiç umulmadık bir sona teslim olması..
Yaz Suyu'nda Aydın'ın evden ayrılırken bir tren yolculuğunda, geçmişten kopuk geleceğe ilişkin düşleri uzanırken; tanıştığı bir kız ile kaderin farklı bir dönemecinde buluşması...
Şen Ol Bayburt'ta, Feride Hanım ve Behçet Bey'in yaşadıkları baskılara boyun eğmeyen, kişilik çatışmaları..
Dizboyu Papatyalar'da, Şermin'le uzaklarda çalışan eşi Orhan'ın arasında zamanla oluşan mesafelerin, kapanmaz ağrıları. Dünyaya en önemlisi kendimize söylediğimiz yalanlar..
Ömür Biter Yol Biter'de, hayırsız bir adamla evli bir kadının yurdunda yaşadığı zorlu hayatından kurtulma ve Almanya'daki kızının yanına gitme hayalleri..
Liman'da, bir başına yaşayarak hayatın dışında kalmış insanların duyumsamaları..
Aykırı Dal Üstünde adlı öyküde, ölüme çok yakın birinin içsel konuşmaları, hayata tutunmaya çalıştıkları ile yüzleşmeleri.. Kimsenin aslını bilmediği, doğrusunu tutturamadığı bir şarkının hep yanlış söylendiği yani yaşamın içine nüfuz eden çelişkileri herkesin yaşadığı ifade ediliyor. Kısaca değişik sınıflardaki insanların farklı yerlerde, farklı şekillerde, gördükleri çeşitli gerçeklerin içinde asıl gerçeği bulma arayışları..
Tomris Uyar'ın yalın, süssüz anlatımı ve özgün kurgulama yeteneği ile yazılmış önemli bir öykü kitabı.

"Böyle anlarda hep olur. Yerinde kullanılan bir sözcük, rastgele yükselen bir şarkı, nasıl kavratır yaşamayı! Ne diyor radyodaki ses: Teamo Te. Ne demek olabilir Teamo Te? 'Seni seviyorum, seni, seni, seni,' gibi bir şey. Hiç usanmadan, hep yineleyerek.
   Dili bilmesek bile anlıyoruz, çünkü Akdeniz'in ortak dili bu. 'Dizboyu Papatyalar,' anlamına da gelebilir, 'Daha yığınla çocuk var doğurulacak, yığınla çocuk bezi, don, erkek çorabı var yıkanacak,' anlamına da. 'Seni seviyorum, hadi hoşça kal, bir gün o kıyı kahvesinde yanına çöküp dostça iki kadeh içebilme isteğim baskın geliyor,' anlamına da..."

16 Aralık 2014 Salı

Bedeli Ödenmiştir - A. Hicri İzgören


SUSKUN

"Susardın ve kar yağardı

Gözlerinde başlardı gece
Yarım kalmış kitaplarda biterdi.
Alnımızda bilenen kör bir bıçaktı zaman
Kırılmış aynalardı

Susardın, durmadan susardın
Ve kar yağardı

Ocak ağaran saçlarımdı
Şubat hayırsız bir evlattı, kaçaktı
Ve uzaktı yaz bir anaydı
Mart'ın izlerini taşırım bedenimde
Aynı masalın ikizleri gibiydi günler
Nisan saçlarımda ıslanırdı hep

Susardın, durmadan susardın
Ve yağmurlar başlardı

Çok bekletti bizi,
Hiç vaktinde gelmedi mayıs
Haziran Aram'dı ya da öyle biriydi
Temmuz bir düştü belki

Yaraları sarar gibiydi
Ağustos yıldızlarla basardı gecemizi
Bir gül suçüstü yakalanırdı
Eylül bir çocuğun çığlıklarıydı

Susardın, durmadan susardın
Ve rüzgârlar başlardı

Yolunu yitirmiş bir gezgin gibiydi ekim
Sürgünlere uğurlardık kendimizi
Kalan mı bizdik, giden mi
Bilinmezdi
Kasım rüzgârda bir yapraktı
Ve biraz ıtri
Kendi sesiyle irkilirdi
Aralık günlerin son neferi

Soluk bir düş geçse de
Hiçbir mevsim gözlerin kadar
Acımasız kullanmadı neşteri

Susardın ve kar yağardı.."


Kod Adı: Aşk
(...............)
"Bütün kapılara ayrılığın suretini astılar
Derme-çatma aşklar onarmaktan bitkinim
Dün erkendi, yarın gecikmiş sayılırım
Bir parça uçurum alıyorum terkime
Kutsuyorum yolları bir iklim bulmak için

Bozdum tüm oyunları şimdi satırbaşıyım
Sıcak uzun yazlardan, kış uykulardan
Sustukça derinleşen büyüyü bozdum
Karlar içinde yorgun bir selam gibi
Vakitsiz ve davetsiz giriyorum gecene
Gözlerinin sıcağına konuk et beni

Sonunda öğrendim konuşmayı, yürümeyi öğrendim
Geçtiğim tüm köprüleri yaktım, dönüş yok
Yollarla artık uğraklarla anlatırım kendimi
İçime akmıyor kanım, yaramı sevdim
Tazeleyin çoban ateşlerini ey ateş ustaları
Kavallarınıza yeni delikler açın
Emzirin sığınaklarımı uyak bulsun koyaklar

Yeni bir sayfa açtım işte ömrümü çiziyorum
Sensiz hiçbir şeyin hükmü yok benim için
Ölüm durmadan tazelese de hünerini
Yeni bir sayfa açtım kanımla yazıyorum artık
Kod adım aşk'tır
Ömrüm bu uzun hecenin ömrüne kayıtlıdır
Çünkü miladı yoktur kod adı aşk olanın
Ateşten gömlek giymiş bir şiirdir ülkesi"

A. Hicri İZGÖREN


5. yaş kitaplarımız


İdefix'te sanal kitap fuarı başladı. 1 ocak tarihine kadar bütün kitaplarda bayağı bir indirim var. Şu aralar kızım ve kendim için kitap listesi oluşturuyorum. Erken çocuk kitaplığımız için Tübitak, Pandora, Mandolin ve Can Çocuk Dizisi'nin yayınlarını tercih ediyorum. Buradaki liste, araştırmalarım sonucu karar verdiğim farklı yayın evi kitaplarından oluşuyor. Kızım için alınacak kitap listem:

1- Yağmurlu bir gün, Anna Milbourne

2- Afacanların ağaç evi, Maggie Bateson

3- Açıl bahçe açıl, Aytül Akal

4- Andersen masalları cilt 1, Hans Christian Andersen

5- Violet Mackerel'in küçük hazineler teorisi, Anna Branford

6- Küçük P'ink ve büyük dünyası, P. Gül Ağarca

7- Peri ve sihirli dilek, Nicola Baxter

8- Bebek koala:küçük orkestra, Nadia Berkane

9- Koyun Russel ve kayıp hazine, Rob Scotton

10- Çayırlar, yeşil altın sarısı alanlar, Laura Purdire Salas

11- Bebek Koala:doğum günü, Nadia Berkane

12- Değirmenci ile baykuş, Göknil Genç

13- Son olarak çok sevdiğim Julia Donaldson kitapları: 
Değnek adam, Tostoraman, Kasabanın en şık devi, Nohut oda bakla sofa, Süpürgede yer var mı?, Pırtık kedi.




15 Aralık 2014 Pazartesi

yerli malı :)


Bugün biz, yerli malı haftası kutlamasına hazırız. Bu tabaktaki damla çikolatalı kukileri benim okulum için, bir saklama kabında da kızımın okulu için hazırladım. Böyle etkinliklerde hep damla çikolatalı kurabiye yapıyorum. Yakında adım damla çikolata Bahar kalacak :) Ama kendim yaptım diye demiyorum çok güzel oldu, kahve yanına iyi bir alternatif. Nasıl yaptığıma gelirsek, Bir paket margarin, iki yumurta, iki çay bardağı sıvı yağ, altı fincan pudra şekeri, iki paket vanilya, iki paket kabartma tozu, alabildiği kadar un, yaklaşık beş su bardağı. Malzemeleri karıştırıp, ceviz büyüklüğünde parçaları diziyoruz tepsiye, sonra bir tabağa damla çikolataları döküp küçük civcivimizi çağırıyoruz onunla kurabiyelerin üstünü süslüyoruz, gülen yüz filan yapıyoruz. Yaparsanız afiyet olsun :)

14 Aralık 2014 Pazar

Bağbozumu Şarkıları - Şükrü Erbaş


"...nar ağaçlarına dedim ki, bir çocuk tanrıyı kalbimin hizasına getirdi; güzelliği incitmesin onu, kötülük değmesin eteğine. kırmızı küçücük çiçekleriyle fısıldadı nar ağaçları: rengimiz duadır ona, bereketimiz iyilik. hanımelilere eğildim: kokunuzu onun saçlarına verin, yastığında açın. hazla gülümsedi hanımeliler: kalbin biziz. uzaklık ne ki aşk için… mine çiçekleri, kırmızı – pembe – sarı, ayaklandılar: o deniz kıyısına, onun yalnızlığına göçelim mi? zeytin ağaçları, püsenli yapraklarıyla uzandılar: bizim meyvemizin sütü, ona uzun ömür verir; ellerimizle sağıp yapraklarmızla taşıyalım sofrasına. acem boruları, dolandığı palmiyenin gövdesinden turuncu bir sevinçle eğildiler: keşke ikinizin gövdesine sarılsaydık. japon gülleri bir bağış gibi açtı gözlerini: bu aşkın yaşaması için, kırmızı bir hevesten ve kederden başka ne verebiliriz? muzlar, çocuk beşiği yapraklarını uzattılar. bizim yapraklarımızı al; altınıza serin, üstünüze örtün. hurmalar, begonviller, sokaklar dolusu turunç: bize o kadar az göz, böyle derin bir sevgiyle bakar ki, görünmez acılar çekeriz bu yoksulluktan. varlığınız, bizim de varlığımız…"

Yaseminlerin Sabahı

Gökyüzü bulut bulut uyanıyordu 
Tanrının büyük yalnızlığından
Ağaçlar birer ses salkımıydı kuşların ağzında
Ayın puslu cümlesinde evler okunaksız harflerdi 
Yasemin kokularından bir ışık sokaklarda
Gittim denizin lacivert bahçesine oturdum 
Ölümün mü hecesiydim yaşamın mı bilmiyorum
Arzuyla vazgeçiş canımda halkalanıyordu
Ses değil sessizlik değil zaman değil mekân değil
Ağzımda bir çocuktan kalma süt kokuları
Kirpik ırmakları dil pınarları parmak yağmurları               
Kayaların masalını dinliyordum kumlardan
Dağlar gecenin merhametinde çıkıyordu sabaha
Ey yalnızlığın yaprak döken mahşeri
Ayrılığın büyük harfiydi her şey
Sen bir deniz kıyısında gonca zamandın 
Ben eski şarkılardan eskiydim kimsesizdim 
İçimde dünyanın bütün akşamları
Tuttum ağzının sabahına sözler söyledim
Ey güzelliğin ölümden büyük yaşama gücü
Yalnız ölenler unutur birbirini 
Seni sevmeye yeni başladım…




13 Aralık 2014 Cumartesi

Ba - Birhan Keskin


KESİF SU

"Puslu ve sarı bir çin sabahı gibiyim bazen 
Sağım solum kış,şehir,
Üstüne ay mavisi düşmüş bazen uzak nehir...
Dünya bana göre bazen, bazı zehir..."

Birhan Keskin / Ba s. 22

****
GÜNEŞ... YILDIZ

Yol uzun, güzergah zorlu; ne demeliyim?
Zarif kardeşim benim,
Seni aldım yanıma, ikizimi almış yürüyor gibiyim.


,
Sana yıldız sana güneş mi demeliyim,
Günümde hayret gecemde hayret istedim
Yer yer senin gibiyim ben yer yer kendim.
,
İnsan olan yerlerim çok ağrıyor,
Olsun, yine de sen kapanma, bu sıra benim,
Yerine bırak ben incineyim.

Birhan Keskin / Ba s. 44

12 Aralık 2014 Cuma

Beyoğlu'nun En Güzel Abisi


"Hayat yaşadıklarımızdan çok hayal ettiklerimiz değil mi zaten?"

Yılbaşı gecesi Tarlabaşı'nda işlenen bir cinayetle başlıyor Beyoğlu'nun En Güzel Abisi. Bu cinayetle beraber Baş komiser Nevzat, yardımcısı Ali, krimolog Zeynep çok ağır ilerleyen bir soruşturmaya dahil oluyorlar. Öldürülen Engin Akça'nın katili araştırılırken Tarlabaşı'nda hükmedici etkisi olan mafyanın, sokakta kalan tinerci çocukların, geride kalan fakat hala etkisi süren gezi direnişlerinin bu tinerci çocuklara, mafyaya hülasa oradaki insanlara yansıyan yüzü çok ayrıntılı bir şekilde aktarılıyor. Kentsel dönüşümün görünmeyen yüzünde arka sokaklarda yaşanan farklı hayatlar mercek altına alınıyor.

Kitapta yaşanan cinayetin katilinden ziyade hunharca kullanılan tarihi mekanlara, mazide kalan değerlere, toplumun duyarsızlaşmasına, paranın tek güç olarak görülmesine, ilişkilerin çıkar esasına dayanmasına genel olarak bir eleştiri hakim. Olay adım adım çözülmeye çalışılırken Ahmet Ümit'in üslubu, dili, kurgusu yine sizi olağanüstü bir merakla tesiri altına almayı biliyor. Onun kitaplarını okurken gerçekten o kitapta yaşıyorum ben. Bu da sanırım onun dile hakim olmasından belki de sıcak, içten bir yaklaşımın kaleminden dökülmesinden ileri geliyor.

Baş komiser Nevzat'ın olayla ilgili yolculuğu sürerken komşusu bir polisiye roman yazarı var. Bu tuhaf yazarın kendisiyle ilgilenmesinden hoşnut olmuyor Nevzat Bey. Burada bahsettiği yazar, Aşk Köpekliktir kitabının yazarı, yani Ahmet Ümit'in kendisi. Kitabın bu kısmındaki küçük oyunda çok hoşuma gitti. Bunun dışında Selim İleri'den de bahsetmiş yazar.

Katil konusuna gelince, bu sefer onu doğru tahmin ettim. Sanırım Ahmet Ümit kitaplarına alıştım.



10 Aralık 2014 Çarşamba

yılbaşı kartı :)


"Sana bir incir yaprağına bakmasını öğreteceğim 

Kendi avuçlarının içinde seyahati 
Ve gökyüzünün her yerde mavi olduğunu öğreteceğim.."
Bedri Rahmi Eyüboğlu

Hayatta en güzel şeylerden biri sanırım çocukları sevindirmektir. Bugün okul çıkışında posta kutumuzdaki Gülce adına gelen zarf onu fazlasıyla sevindirmeye yetti. Zarfın içindeki mavi yılbaşı kartı en sevdiği ablasından, ara ara 'anneciğim Özlem ablamın fotoğrafına, çizdiklerine bakmak istiyorum' dediği onun en tatlı arkadaşından geldi. Çok mutlu oldu..

Sevgiyi hissettirmek için onun yanında olma koşulu gerekmiyor.. Sevgiler, mesafeleri de aşabiliyor. Soğuk bir akşamda, evinizin sarı ışıklı odasında yüzünüze konan nedensiz bir tebessüm oluyor sonra mor bardaktan içtiğiniz suyu ya da soyduğunuz portakalı daha güzel, daha tatlı kılabiliyor. Orada o sevgi boyut değiştirip binlerce oluyor.. Öyle güzel ki bu duygu..
Hepimizin göğe uzanıyor bedeni ve istersek, kendi oluşturduğumuz mavilerde buluşabiliyoruz.. Bugün öyle bir akşamdı..

Uyumadan önce bile kartın arkasında yazılanları bir daha, bir daha okuttu minik arkadaşın ..
Sevgili Özlem, bizden kalbine uzanan çoğalmış sevgi damlacıklarıyla çok teşekkür ediyoruz ve yeni yılın sana bol mutluluk getirmesini diliyoruz...

şarkı
(konsepte pek uymadı ama tınısı çok hoş)

gün açtı


Vedalaşmaların ilmini yaptım ben,
Sürgünlerin uzmanlığını.
Bir vapur nasıl kalkar bir limandan.
Tren nasıl acı acı öter, öğrendim.

Yıllarca mektuplarla yaşadım.
Kaçak tütün,yasak yayınlarla beslendim.
Unutmadım. Unutmadım.

En çok yelkenleri özledim
Bozkırın buzlu yalnızlığında.
Dağlar yoktu, dağlar yoktu,
Rüzgârlara yaslandım.

Çılgın mıydım, tutsak mıydım
Yüreğinde karanlığın?
Kan kurudu -
Ben gül oldum açıldım.

Cevat Çapan


7 Aralık 2014 Pazar

izlendi


Short Term 12 (Kısa Dönem 12) - 2013

Şiddet ve taciz mağduru çocuklarla dolu, adı 'Risk Sınırında' olan bir merkezde çalışan Grace'in bu konuda yaralı çocuklara desteği ve bu desteği tüm içtenliğiyle verirken kendi yaşamıyla yüzleşmesi..

Masumlar - Burhan Sönmez


Masumlar, Ankara'daki Haymana Ovası'ndan, Cambridge'e uzanan bir yolculuğun izleği..
Bir bakıma doğu ile batıyı birbirine bağlayan bir roman. Çocukluğa, memlekete ve aşka özlemin romanı..

Haymana'da geçen olaylar masalsı bir dil ile, Cambridege'de geçen olaylar, kısa ve yoğun diyaloglarla, daha çok hayale dayalı bir şekilde yansıtılmakta.. İki farklı anlatımda kurgulamadan ziyade öyküleme kısmı etkileyici.. Kitap, 2011 yılı Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Sedat Semavi Edebiyat Ödülü'ne layık görülmüş.

Kitaba dair bir söyleşiden..

“Kendini bil!” denir ilk çağlardan beri. Bu dilekle birlikte şunu düşünürüz: İnsan kendini nasıl bilebilir? Bunun yolu nedir? Masumlar’daki Brani Tawo ile Feruzeh, gurbette, kendilerini bulundukları yerde ve anda var etmeye çalışırlar. Bunun dayanaklarından biri hafıza ve anılar ise, diğeri de yeni mekân ve yerdir. Yeni yurtlarına dönüşen Cambridge’te cafeler, evler, mezarlıklar ve tren istasyonları, onların geçmiş zamanını bugünkü zamana bağlamanın araçlarıdır. Senin de yaşadığın bir duygu ve dünyaydı bu. Her şeyi yabancılar insan. Kendisini o yeni mekânın içinde bulurken, mekânı kendisinin dışında yani kültürünün ve alışkanlıklarının dışında hisseder. Bunu aşmak için geçmişi bugüne ve gurbeti sılaya bağlamak ister. Yaşamı sürdürmenin yolu bu: Arayış ve kendini yeni anda var etmek."
                                                                                Burhan Sönmez


4 Aralık 2014 Perşembe

Çocukluğun Soğuk Geceleri


Tezer Özlü'nün ilk romanı Çocukluğun Soğuk Geceleri onun yaşamından izler taşır, şöyle der: 

“Bu kitapta bir şoku anlatmak istedim. On bir yaşındaki, bir Türk küçük burjuva ailesinin çocuğunun, yirmi yaşına dek okumak için gönderildiği İstanbul kentindeki çeşitli yabancı okullardan biri olan Avusturya okulunda karşılaştığı Batı kültür ve eğitiminin yarattığı şoku.
Taşradan İstanbul kentine yeni gelip, burada küçük yaşta Avusturya ve özellikle Alman kültürü ile Katolik kilise okulunda karşılaşan bir Türk kızı ne olur? Evinden kaçmak ister, çünkü bu evlerde süren durgun yaşamın, sevgisiz yaşamın, iç içe yaşamın düşündüğüne uymadığının şokunu yaşar. Okuldan kaçmak ister, çünkü okul karanlık bir kilisedir. Okulda öğretilen birçok yalan, gerçek yaşamda hiçbir zaman gerekmeyecektir.”


Kitaptan bölümler..


“Pazar günleri… Şimdilerde… Sokak aralarından geçerken… gözüme pijamalı aile babaları ilişirse, kışın, yağmurlu gri günlerde tüten soba bacalarına ilişirse gözlerim… evlerin pencere camları buharlaşmışsa… odaların içine asılmış çamaşır görürsem… bulutlar ıslak kiremitlere yakınsa, yağmur çiseliyorsa, radyolardan naklen futbol maçları yayımlanıyorsa, tartışan insanların sesleri sokaklara dek yansıyorsa, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek………. isterim hep.”

Karşı çıkmak istediğim evler, koltuklar, halılar, müzikler, öğretmenler var. Karşı çıkmak istediğim kurallar var. Bir haykırış! Küçük dünyanız sizin olsun.



"Karlar altında fışkıran mavi, sarı, mor çiğdemleri düşünüyorum.Onların dünyasında iniş çıkışlar bu denli büyük değil. Onların dünyasında coşku delilik derecesine varmıyor. Onların dünyasında bunalım ölüm korkusuna, belki de ölüm isteğine dönüşmüyor."


O her yaşanmışlıktan sonra gitmek istemiş. Çünkü ona göre:“Güzel olan, gerçek olan dış dünya ve o dünyanın insanın kulaklarına varan uğultusudur. Ve yaşam, yalnızca sokaklardadır”.

1 Aralık 2014 Pazartesi

hiç gitmediğim bir yerde

hiç gitmediğim bir yerde, sevinçle ötesinde

her türlü yaşantının, kendi sessizliği var gözlerinin:
en ince kımıltısında birşey var içime gömen beni,
birşey dokunamayacağım kadar bana yakın
kolayca açar beni en ürkek bir bakışın
parmaklar gibi kapamış olsam bile kendimi,
sen hep yaprak yaprak açarsın beni, baharın
(dokunup ustaca, gizlice) açışı gibi ilk gününü
ya da beni kapatmaksa istediğin, ben,
hayatım kapanırız güzelce, birden
karın her yere özenle inişini
düşleyen yüreğince şu çiçeğin;
duyduğumuz hiçbir şey bu ülkede
erişemez gücüne sonsuz inceliğinin:
renkleriyle yapısının beni bağlayan,
öldüren, hiç durmadan, her nefeste
(bilmiyorum nedir bu sende olan, bu kapayan
ve açan; yalnız anlıyor içimde birşey
gözlerinin sesini güllerden derin olan)
kimsenin yok, yağmurun bile, böyle küçük elleri

E. E. Cummings

(Türkçesi: Cevat Çapan)

30 Kasım 2014 Pazar

hafta sonu aktiviteleri


Bu senenin başında Gülce'nin öğretmeni veli toplantısında bize yine bir proje ödevi verdi. Seçenekler fazlaydı ben de geçen yıllardaki gibi artık malzemelerden bir ürün yapma seçeneğini tercih ettim. Bu konuda sanırım uzmanlaştım. Bu sefer kalın çöp torbasından cübbe yaptım. Malzemeler: dikdörtgen şeklinde kesilmiş kalın karton, siyah çöp torbası, kırmızı kalın kurdele, yapıştırıcı. Önce gövde kısmını yaptım, kolları kesip yapıştırdım sonra dikdörtgen şeklindeki yakayı çöp poşeti ile kapladım, onu da gövdeye yapıştırdım. Kollara, yakaya ve gövde kısmına kırmızı kurdeleleri yapıştırdım. Kuruduktan sonra ev haliyle, eşofmanlı halde Nazımıza cübbeyi giydirdim, fotoğrafını çektim. Giydirirken kol kısmı biraz açıldı, bir daha yapıştırdım o yüzden tutkal gibi çok kuvvetli bir yapıştırıcı kullanın, ola ki siz de çocuğunuza bu tarz proje ödevi olarak yapmak isterseniz :)

Alış veriş aktivitelerimizden :)


Kış hazırlığı :)


Barbie tutkusu fincanlarda da devam ediyor :)
Bu fincanlarla kahve çay yapıyor bana.


Bu da Anne topuklu çizmemi çek Arzu teyzem görsün pozu. 
Topuklu ayakkabılara çok meraklı :)


Alışverişte yorulup yemek beklerken anne beni şöyle de böyle de çek pozlarından biri :)


kimsenin İran kedilerinden haberi yok


İranlı yönetmen Bahman Ghobadi'nin İran’da indie-rock yapan bir grup müzisyen gencin karşılaştıkları zorlukları kurgu-belgesel türünde gösterdiği Kimsenin İran Kedilerinden Haberi Yok isimli filmi 2009 yapımı, orijinal adı, Kasi az Gorbehaye Irani Khabar Nadareh..

Negar ve Ashkan, İran’da rock müzik icra ettikleri için hapiste yatıp serbest kalmış iki müzisyendir. Buna rağmen müzikten vazgeçmek istemeyen iki arkadaş, yer altında çalışma yapacak bir müzik grubu kurmaya karar verirler. Kendilerine eşlik edecek müzisyenler aramaya başlayan Negar ve Ashkan, bir taraftan da daha özgür olabilecekleri bir ülkeye, İngiltere’ye gidebilmek için yollar aramaktadır. Fakat gerekli belgeleri toparlamaya çalışan iki arkadaş, kendilerini hiç akıllarına gelmeyen tehlikelerin içinde bulacaktır..


Ödülü bol, müzikleri güzel, öyküleri sürükleyici, müziğe baş koymuş gençlerin enerjisiyle dolu bir film. Peki niye ismi, kimsenin İran kedilerinden haberi yok? Çünkü İran'da köpek ya da kedi ile dışarıda gezmek yasakmış, ama birçok insanın evinde kedi ya da köpek bulunuyormuş. Gençler de evlerde saklanarak, yer altlarında müziklerini yaptıkları için yönetmen böyle bir kapalı istiare yapmış..



Filmin sonunda yönetmen underground müzik tarzı gibi farklı tarzlarda müzik yapan gençlere destek verin, yani kedileri unutmayın diyor..

Mutlu pazarlar, sevgiler..

diyorlar


"Mutlu olmak için içinde bulunduğumuz andan daha iyi bir zaman olduğuna karar vermek için beklemekten vazgeçin. Mutluluk bir varış değil, bir yolculuktur aslında. Pek çokları mutluluğu insandan daha yüksekte ararlar, bazıları ise daha alçakta arayıp durur. Oysa mutluluk, insanın boyu hizasındadır." 
- Alfred D. Souza

"Düşünmeye vakit ayır. Düşünce güç için kaynaktır. Okumaya vakit ayır. Okuma bilginin pınarıdır. Duaya vakit ayır. Dua, güç anlarda direnmenin desteğidir. Sevmeye vakit ayır. Sevme hayatı tatlı kılan şeydir. Vermeye vakit ayır. Verme günün aydınlığıdır. Teşekküre vakit ayır. Teşekkür, hayat pastasının kremasıdır."  
- Charles Lever

"Acı çekmek iyidir. İnsanı alçak gönüllü ve merhametli yapar. Hala düne bağlıysanız, bugün hiç bir yere gidemezsiniz. Karanlığın ortasında durup sanki tamamen aydınlıktaymış gibi davranmak zaferdir.
(....)
İnatçı terslikler bazı kimselerin kaçmasına bazılarının ise rekorlar kırmasına neden olur.Duaların kanatlarıyla sıkıntılarımız uçup gider. Tünelin karanlığından şikayet etmeden önce, dağlardan geçen kestirme bir yol olduğunu hatırlayın.
Hayat varken ümit de vardır.." 
- G. Marquez

29 Kasım 2014 Cumartesi

anış


Tabiatın geliştireceği sevgi içinde büyümek,
çocukluğun saklı odalarında kalan biricikliğimi, masumluğumu toplamak..
Uzaktan bakan düş kalelerinden, lirik özleyişlerden uçuk pembe düşler çalmak
ve yeniden başlamak.. 
Büyük gücün tuvalinde bambaşka bir desen olmak, 
ona sarılmak, onunla bütünleşmek..

Çünkü o, hep doyuran ve bağışlayandır..




25 Kasım 2014 Salı

Noksan - Enis Batur


"Yazı acı giderici, ağrı sökücü, ağrı akıtıcı, sağaltıcı değil-hiç biri değil. Yeni edindiğim bir bilgi, bir deneyim sayamam bunu;yılların içinde kaç kez doğruluğunu sınama olanağı bulduğum durum. Gene de, ben ki susuyorum çoğu zaman acı karşısında, midye gibi kapanıyorum sık sık, sözden ve yazıdan medet ummaktan vazgeçmiyorum bugün, şu koşullarda. Kelimeler yardım edebilmeliydi-edemiyorlar. Şeytan çıkarma ayinlerindeki delisaçması tekerlemeler türünden anlamsız bir cümle bulabilmeliydim-bulamıyorum. Artaud'nun, 1943'de Paulhan'a gönderdiği, ben henüz yeryüzüne gelmenin çok uzağındayken kurduğu kilitli cümlede geçiyor adım: Kabhar Enis- Kathar Esti."

"Geçmiş ile gelecek arasında kaygan bir zamansa şimdi, ben ille de ayakta kalmaya çalışan biri olarak görmüyorum kendimi: yaşam, bizi nasıl olsa düşeceğimiz bir an'a hazırlar ve düşmek sanıldığı kadar komik bir koşul değildir. Bizi sarıp sarmalayan trajik bir pelerini de vardır."


Yaşam düzenini her şeyden önce korumaya çalışan bir yazar Enis Batur. Noksan adını verdiği kitabı, hayatımızda hep yarım kalmışlığımızı imliyor aslında. Paris sokaklarında gezen, sigarasını tüttüren bazen aylak, bazen çoğullaşan geniş bir duyumun izlerini, izlenimlerini taşıyor. Kimi zaman bir deneme, kimi zaman bir mektubu canlandırıyor sayfalarında..

Batur'un Paris günlerinde aldığı kitaplar, izlediği filmler, dolaştığı sergiler ve bunların onun dünyasında başkalaşarak bize yansımayı, kalbimize, zihnimize oturmayı bilen tecrübeleri.. Fotoğraf makinesiyle çektiği fotoğraflara senaryo yazan, kimi zaman odasına çekilerek yalnızlığın düzleminde hislerini sözcüklerle çizmeye çalışan, yürürken yazmayı düşünen, düşünürken yazıda yürüyen, ruhu bu noktada ortadan ikiye bölünmüş bir adamın otoportresi..

Yazarken sanat eserleri ve imgelerle söyleşiyor Batur. Onlar da hayatı kendini tartıyor, ulaşıp dokunabildiklerini, elinden uçup gidenleri, iç içe geçen her şeyi yorumluyor, gözlemliyor..
Bu kitap, bir yazarın dünyasına girip onun söyleşisine, solo yürüyüşlerine dahil olmak gibi, onun algılayışı ile hayata dokunmayı denemek gibi..


Akşam Türküsü


Kimse öldüremez bu boşunalık duygusunu
Soğan doğra, kıyma koy, ateşi kıs
Ateşi kıs pirinçler diri kalsın.
Salçalı pilavlar votkalar kahkahalar

Ödemez arkadaşsızlığımı

Zor günler yaşadım
Utanmam anmaktan
Çirkindim yoksuldum arkadaşsızdım
Kocaman sözler iri göğüsler hantallıktı simgem
Utanmam
Ama akşamları
Bu boşunalık duygusu kapıyı çalmadan
Usulca ilişiverir yanıma
Çocuğu giydir parklara çık
İşten dönenleri gözle
Köfte güzel olmuş saçın yakışmış
Orhan ağbi ölmüş... 

Artık yazmıyor musun?
Kirazlar erken çiçeklendi bu yıl
Kirazlar aldandı.
Ben aldanmadım
Ayşeyi büyüttüm
Büyüttüm öfkemi… 

Arkadaşsızlığı
Çirkinliği
Hadi saçlarını kes ninniler söyle:

 Kızımın da adı Ayşe
 Yiğit atılır ateşe
 Bu ışık böyle büyüsün
 İş düşmez bir gün güneşe


Hadi çamaşırları yıka, ölülere ağla
Ninni söyle:

Kızımın da adı Bengi
Dünyaya saldığım türkü
Sular aktıkça durulur

Bozuk yapılar yıkılır
Çürür sarı yaprak gibi

Hadi kendini yen hadi kendini...

                                      Sennur Sezen

24 Kasım 2014 Pazartesi

dünyanın bütün çiçeklerini diyorum..


"Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
En güzellerini saymadım çiçeklerin,
Çocukları, öğrencileri istiyorum.
Yalnız ve çileli hayatımın çiçeklerini,
Köy okullarında açan, gizli ve sessiz,
O bakımsız, ama kokusu eşsiz çiçek.
Kimse bilmeyecek, seni beni kimse bilmeyecek,
Seni beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek."
                                            Ceyhun Atuf Kansu


"Elini ilk tuttuğumda
Anneminki kadar sıcaktı
Gözlerine baktığımda
Babam gibi güven doluydu

Sen çok iyi bir öğretmensin
Seni kim sevmezki
Herkes sever
Seni çok seviyorum

Gülce'yi ve sizi çok seviyorum
Siz okumayı öğrettiniz
Yazmayı öğrettiniz
Son defam
Sizi çok seviyorum.."
                      Zeynep, 2. sınıf

Yurdumun çiçeklenmesi için daima didinen öğretmenlerimin bu güzel günü kutlu olsun..
Nice güzel bahçelerde büyümek dileğiyle...


22 Kasım 2014 Cumartesi

Var olmanın dayanılmaz hafifliği


"Gerçek insan iyiliği, ancak karşısındaki güçsüz bir yaratıksa bütün saflığı ile özgürce ortaya çıkabilir. İnsan soyunun gerçek ahlaki sınavı, temel sınavı onun merhametine bırakılmışlara davranışında gizlidir."

"Aşk çiftleşme arzusunda duyurmaz kendini, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur."


"Ama güçlüler güçsüzleri incitemeyecek kadar güçsüz olunca, güçsüzler çekip gidecek kadar güçlü olmalıydılar. "


"Bir olay kendisini hazırlayan rastlantıların sayısı oranında önemli, anlamlı ve dikkate değer değil midir? Rastlantıların sadece rastlantıların söyleyecek bir sözü vardır bize. Gereklilikten doğan olmasını beklediğimiz, günbegün yinelenen her şey dilsizdir. Sadece rastlantı bir şeyler söyler bize."


"Sevecenlikten daha ağır bir şey yoktur dünyada. Kişinin kendi acısı bile, başkasıyla başkası için hissettiği imgelemle yoğunlaşan ve yüzlerce yankıyla uzadıkça uzayan bir acı kadar ağır çekemez.
"Es muss sein!" Olmalı!"


"İnsan zamanı bir döngü izlemiyor; onun yerine dümdüz bir çizgide ileriye doğru gidiyor. İnsan bu yüzden mutlu olamıyor; mutluluk yinelenmeye duyulan özlemdir"


"Einmal ist keinmal," diyor Tomas kendi kendine. Sadece bir kere olan şey, diyor Alman özdeyişi, hiç olmamış sayılır. Yaşanacak tek bir hayatımız varsa eğer, onu hiç yaşamamış da olabiliriz, fark etmez."


Var olmanın Dayanılmaz Hafifliği, Ağırlık ve hafiflik, Ruh ve beden, Yanlış anlaşılan sözcükler, Ruh ve beden, Ağırlık ve hafiflik, Büyük yürüyüş, Karenin'in gülümseyişi diye başlıklandırılmış yedi bölümden oluşuyor. 

Kitapta Tomas ve Tereza; Franz ve Sabina adlı karakterlerin etrafında var oluşçuluk, aşk, cinsel yaşam, ilişkiler, aile baskısı ve etkisi, o zamanın siyasal düzenin etkileri ince ince işlenmiş. Arka plan, Prag'daki kominist yönetiminin hakim olduğu 1960-1970 yılları.. 

İlişkileri ayrıntılı bir şekilde aktarılan birinci çift, hafifliğin tüm bağlardan kopmak olduğunu ve gerçek var oluşun bundan ibaret olduğunu düşünür. İkinci çift ise, geleneksel bir yaşamı temsil eder yani hayatı düşünceleri ve inançlarıyla  anlamlı kılmaya çalışan bir yaşayış biçimini seçer. Bu iki yaklaşımı yaşayan insanların yüzleştikleri ve sınandıkları hayat tasvir edilir. Bunların yanında var olma ve unutulma arasındaki tek durak diye nitelenen kitsch üzerinde fazlaca durulur. En son kısımda ise, Tereza'nın köpeği Karenin üzerinde diğer canlılarla insanların var oluş kısmı sorgulanır ve hayvan sevgisi çok duygusal bir şekilde aktarılır. 

Franz'ın mezar taşında: nice dolaşmalardan sonra döndü yazıyordu. Tomas'ın mezar taşında ise, Tanrı'nın cennetini yeryüzünde istedi..
Tereza ve Tomas ağırlık burcunda ölmüşlerdi; Sabina hafiflik burcunda ölmek istiyordu, peki ya sen?